Her gün sabah poğaçanızı aldığınız pastanedeki tezgahtar, yıllardır saçınıza şekil veren berberiniz, kıyafetlerinizi ondan başka kimseye emanet etmediğiniz terziniz… Mahallenizin esnafı yani. Günümüzde alışveriş merkezlerinin varlığıyla küçük esnaf azalsa da İstanbul’un bazı semtlerinde hala mahalle esnafı var. İşte kendisi de bir Kadıköylü olan yazar-avukat Rita Ender, bu esnafın dünyasını yazdı. ‘’Kolay Gelsin - Meslekler ve Mekânlar’’ kitabı, Ender’in 2012-2014 yılları arasında Agos Gazetesi’nde yer alan esnaf söyleşilerinden oluşuyor. Korseci, demirci, meyhaneci, cenaze müzisyeni, haham, pulcu gibi onlarca meslekten esnafın, mesleğe nasıl başladıkları, işin ustalıkları, bulundukları muhitle olan ilişkileri kendi ağızlarından anlatılıyor. Kadıköy, Moda, Beyoğlu ve Galata başta olmak üzere pek çok semtte 80 mekanda 85 kişinin tanıklıklarına ışık tutan bu kitaptan, bazı Kadıköy esnafı ve hikayeleri;
‘’MODA’DA BİRARDA YAŞAM VARDI’’
Moda’nın en ikonik dükkanlarından Yeni Moda Eczanesinin sahibi Melih Ziya Sezer anlatıyor; Moda’da eczane sahibi olmak çok iyi çünkü İstanbul’un her yeri bozuldu.Moda da nasibini aldı ama diğer yerlere nispeten daha az bozuldu. Eskiden Moda için ‘Oo zengindir’ derlerdi. Halbuki, sanılanın aksine Moda hep hesabını kitabını bilen, orta sınıfın yaşadığı yerdi. Zengin 2-3 tane hatırlıyorum, zorlasan dördüncüyü bulamam. Fakat balıkçısı da efendiydi,zerzevatçısı da,eczacısı da.Bir arada yaşam vardı,ayrılık gayrılık yoktu. Bizim burada Panayot Nikolau vardı, hem kalfaydı, hem arkadaşım. O günleri, o insanları hasretle anıyorum. Araya ayrılık sokanlara Allah ayrılık versin.
‘’ÖĞRENCİLERLE DOLAR BURASI’’
Kadıköy Çarşı’daki Özcan Turşucusu’nun sahibi Bahattin Özcan anlatıyor; 1935’ten beri bu işi yapıyoruz ailecek; dede, dededen sonra baba. Babamız Niyazi Özcan, ağabeyim Adem, kardeşim Fikret ve ben. Oğlum, kızım, yeğenlerim. Ustabaşımız Lütfi Özcan, babamın yadigarı. Dedem, 15 yaşındayken gelmiş memleketten Osmanağa Camii’nin karşısındaki eski bir dükkanda, yaşlı bir Ermeni ustanın (Mardik Usta) yanında çalışmış. ve ondan bu işi öğrenmiş. Usta dükkanı devredecekmiş ,yanında dedem gibi üç kişi daha varmış.Dördünü imtihan etmiş,dedem kazanmış ve dükkanı ona devretmiş. O zamandan bu yana Kadıköy’de devam ediyoruz. Osmanağa Camii’nin oradaki o dükkanda başlanmış, sonra buraya gelinmiş. Biz doğma büyüme Kadıköylüyüz. Kadıköyümüz ayrıdır ama eski Kadıköy de yok,eski Çarşı da yok . Eskiden burada Rumlar, Ermeniler vardı. Pazar sabahları ayin çıkışı alışverişe gelirlerdi. Eskiden seyyar satıcılık da yapardık. Kadıköy’de okulların önüne giderdik. Saint Joseph, Anadolu Lisesi, Özel Moda Koleji. Bunlar yarım saat arayla dağılırdı. Çıkışlarında turşu satardık. Akşamları da sinemaların çıkışlarına giderdik. 21.15’ten sonra Kadıköy’deki sinema çıkışları kalabalık olurdu.
``BİZDE ÇIRAK YOK’’
Bostancı’daki dükkanında ağaçtan enstrüman yapan Paki Öktem anlatıyor; Burayı 74’te kurdum. Önce Bağdat Caddesi’ndeydim, sonra oralar pahalandı, buraya (Bostancı)geldim. Burası hoş bir yer. Müzisyen tayfası beni tanıyor. Onlar buraya gelip bir şeyler alıyorlar veya onlar beni birilerine tavsiye ettiklerinde o insanlar geliyorlar. Hep tek başıma çalıştım. Niye çırak yok? Müzisyen camiasının şöyle bir inanışı var; diyelim sen sordun soruşturdun iyi usta deyip bana geldin. Ud siparişi verdin. Sonra acaba bitti mi diye geldin, bir baktın ud çırağın elinde. E ne olacak senin kafanda? Ulan ustaya verdik, çırağa yaptırıyor. Onun için bu işin çırağı olmaz. Beni tanıyorsanız, ben yapacağım.
``MODA İLE İÇ İÇE GEÇTİK’’
Moda’daki Nefis Kuaför’ün sahibi Osman Damarlı ve Rafet Azat anlatıyor; Annem, Altıyol’da Koço diye bir kuaförde başlıyor, sonra Bahariye’ye Nikos Kuaföre geliyor. O zamanlar (55-60 sene evvel) bu işi hep gayrimüslümlerin tekelindeydi. Annem, Nikos’dan ayrılınca önce Kuaför Ali Bey ile ortak olmuş ve Bahariye’de dükkan açmışlar. Birkaç sene öyle çalışmışlar sonra annem oradan ayrılmış ve İçgören Pasajı’ndaki (Moda Caddesi) bizim dükkanı açmış,50-55 sene orda devam etmiş. Eskiden Modalı bayanlar bir arkadaşına bile gitse saçını yaptırırdı. Mesela 70’li yıllarda peruk modası vardı. Peruğu olmayan kişi kendini eksik hissederdi. Mesela Moda Deniz Kulübü’nün açılışı olurdu, o gün bizim işimiz süper güzel olurdu. Bütün İstanbul sosyetesi Kulüp’e gelirdi,o gün kuaförler iş yapardı. Açılışa davetli olmayanlar bile gelirdi çünkü onlar da denizde sandallarla açılışı seyrederdi,o müziği dinlerlerdi. Herkes saçını yaptırır giderdi. Şimdi öyle değil ki…
``ESKİDEN TAHTA OYUNCAKLAR VARDI’’
Mühürdar’daki Nur Oyuncak’ın sahipleri Oya-Selçuk Alacaklıoğlu çifti anlatıyor; Ayia Efimia Rum Ortadoks Kilisesi’nde çok ayin olmuyor ama illa ki bereketi vardır,çünkü tam arkamız ayin odası.Ben çok seviyorum onları .Çocukluğumdan beri hep iç içeydik.Beraber büyüdük,beraber yaşıyoruz.Yaptığım işin beni en duygulandıran taraflarından biri de birinin gelip ‘Çocuğuma sizden oyuncak alırdım, şimdi torunuma alıyorum’ gibi şeyler demesi.
``BİZİ ÇOK KOVALAMIŞLARDI’’
35 senedir Bağdat Caddesi’nin aynı köşesinde demet bağlayan çiçekçi Filiz Kiraz anlatıyor; Kuştepe’de oturan bir ablamız, evlenince oradan buraya gelin geldi ve burada çiçekçilik yapmaya başladı.O başlayınca biz de başladık. Bize Selami Başkan (Selami Öztürk)izin verdi. Önceleri burada bizi çok kovalamışlardı. Şimdi rahatız. Burası güzel, Bağdat Caddesi işlek. Müşteriler iyi, seviyorlar bizi. Artistler geliyor bazen, onlar çiçek alıyor, onları görüyoruz. Pek pazarlık yapmazlar, üzmezler bizi. Satış yaparken bağırmayız burada, müşteri kendisi gelir.
``100 YILLIK TANIKLIK’’
Selamiçeşme’deki Cemilzade lokumlarının 4.kuşak temsilcisi olan Barış Cemiloğlu anlatıyor;
Formüllerimiz büyük büyük babamdan beri hiç değişmedi. 100 yıl önce nasıl yapılıyorsa bugün hala öyle yaparız. Üretimde babadan öğrendiğin prensiplerin uygulanması önemli. Herkes kafasına göre bir şeyler yaparsa ürünün geçmişle bağı kopar. Lokum eskiden mendil içinde sunulurmuş. Biz hala külahlarla hazırlıyoruz, öyle devam ediyoruz.
‘’KAHVE ZEVK İŞİ EFENDİM’’
Kadıköy Çarşı’daki Kurukahveci Fazıl Bey’in torunu Murat Çelik anlatıyor; Fazıl Bey dedemiz oluyor. Biz onun yolundan,dedemizin ismiyle devam ediyoruz.Fazıl Bey’in Türk Kahvesi’nin açılış tarihi 1923. Dedemin ailesi Kasımpaşalı, sonra Kadıköy’e göç etmişlerdir, kahveciliğe devam etmişler. Bu dükkan (Kadıköy Çarşı’nın içerisindeki dükkan) çok eski bir dükkan,1800’lü yıllardan beri var. Bir Ermeni vakfına ait. Buranın dışında 7-8 tane şubemiz de var. Bizim müşterimiz hariç şu andaki potansiyelin %70’i kahveden anlamıyor. Sadece dinlenmek için oturuyor. Kadıköy’de alışverişini yapıyor, nerede boş sandalye var oraya oturuyor, kahvesini içiyor.Yoksa bizim müşterilerimiz burada boş sandalye bulamazsa gider Çarşı’da iki üç tur atar,yine gelir. Genç neslin kahvenin lezzetine baktıkları, kalitesinden anladıkları yok.
İSTANBUL’UN SON TORBACISIYIM’’
Moda’da dükkanı olan antikacı Sami Yavuz anlatıyor; Torbamı alıp Boğaz’ı ve Adalar’ı gezerdim. `Eskici’’diye bağırıyorduk, evin fazlasını vermek isteyenler bizi çağırıyorlardı. İstanbul’da en son yetişen torbacı benim. Benden sonra torbacı yetişmedi. Gereksiz kaldı herhalde. İnsanlar evlerindeki eşyalarını torbacıya değil de müzayedecilere vermeye başladılar, torbacı da yetişmez oldu. Torbacılığa başladığımda 17 yaşındayım.18 yaşına geldiğimde Moda’da dükkan açtım. 92’den beri de bu dükkandayım. Oldum olası Kadıköy’deydim. Ailem komple Kadıköylü ve sülalemin %80’i bu işle meşgul.Benim dükkan açtığım dönemlerde yani 80’lerden sonra müzayedecilik büyüdü.Reklamlar,gazete ilanları ortaya çıktı.Eskiden insanlar mallarını,eşyalarını nereye satacaklarını bilmiyorlardı,ister istemez torbacıya veriyorlardı.
``DİREKSİYON BAŞINDA MESAİ’’
Moda’nın taksi durağı `Cem Taksi’’ Mustafa Toker anlatıyor; Burayı babam kurmuş, ,yaklaşık 44 senelik taksi durağı. Babam 55 senelik şöför idi, Moda’nın en eski taksi şoförlerindendi. O rahmetli olduktan sonra işi ben devraldım. Aslında ben de zaten bu işi yapıyordum.22 yaşında bu işe başladım, aşağı yukarı 30 senedir bunun içinde yoğruluyoruz. Meryem Ana Fransız Katolik Kilisesi’yle komşuyuz. Çocukluğum kilisenin bahçesinde geçti. Rahibe Soeur Paule vardı, onun elinde büyüdük. Annem bir yere gittiği zaman, bizi kilisenin bahçesine bırakırdı,orada oynardık. Buradaki dostluklar İstanbul’da başka hiçbir yerde yoktur. Benim Ermeni arkadaşım, Müslüman arkadaşımdan çoktur. Haftada 2 gün rahibeleri Fransız Konsolosluğu’na götürürdük, orada çocuklara ders verirlerdi, biz beklerdik onları ve sonra alıp geri getirirdik. Bu mesleği Moda’da yapmak çok büyük bir ayrıcalık. Moda’nın halkının kültür seviyesi çok yüksek. Bu işi iyi ki burada yapıyoruz...
‘’SİNAGOG KIŞIN KAPALIYDI’’
Caddebostan Sinagogu’ndan, haham Yeuda Adoni anlatıyor: Kadıköy’de doğduğum evimiz sinagoga (Kadıköy Hemdat İsrael Sinagogu)çok yakındı. Küçük yaşta sinagoga gitmeye başladım. Teva’da (sinagogdaki kürsü) hahamları gördüğüm zaman bu meslek bana çok cazip görünürdü. Onların giysileri, bir duayı okuyuşları, merasimlere katılışları… Ben de istekle okumaya başladım, bunu görenler beni Teva’ya çıkarttılar. Sonra baktım, ben bir şey okuduğum zaman beğeniliyor. Bende bu isteği göre büyüklerimden teşvik de gördüm. Bulgaristan’dan yeni bir haham gelmişti,bizi topladı ve dersler vermeye başladı. Bir gün bana dedi ki ‘seni haftada bir iki eve alacağım ve sana bazı özel şeyler öğreteceğim’ Rahmetli haham bana bir metni İbrani lisanında okuyup İspanyolcaya tercüme etmeyi öğretti. Yıllardır Caddebostan Sinagogu’ndayım, buraya alıştım. Sanatkar bir eser yaptığı zaman, onun evladıdır ya, işte öyle… Ben oraya gencecik yaşımda, mesleğime yeni başladığım zaman gittim.O zaman,Caddebostan yazlık bir yerdi ve sinagog bugünkü Büyükada Sinagogu gibi yalnız 3 ay açıktı.Kış gelince kapanırdı.70’li yıllarda Boğaz Köprüsü yapılınca insanlar Anadolu yakasına taşınmaya başladı.Ben de cemaate,sinagogu kışın da açmayı teklif ettim. Açıldı sonra sinagoga gelen insanlar çoğaldı ve böylece orayı geliştirdik.
‘’DOKTORLUK MESLEKLERİN KRALI’’
70 yıla yakındır, Kadıköy’deki küçük muayenehanesinde hasta bakan, ‘Kadıköy’ün meleği’ denilen Dr. Jirayr Kaynar anlatıyor; Doğma büyüme Moda’lıyım. Türkiye’nin en güzel yeri burası, insanı ve doğasıyla. Buranın çocuğuyum, halk beni tanır. Doktor bir kaç yer değiştirecek olsa çok hasta kaybeder, bir yede sabit durmak lazım. Dört duvar arasında çalışıyorum. İnsan bunalır değil mi? Yok memnunum. Bu dünyaya gene gelsem gene doktor olmak isterim.
Fotoğraflar: Berge Arabian