Kentsel dönüşüm ve çevre, birbirine bağlı iki konu. Peki, kentler, dönüşümle yenilenirken, çevreye duyarlılık ne aşamada?
Bu soruyu araştıran mimar Mustafa Çakırlar, Gebze Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Mimarlık Anabilim Dalı'nda yüksek lisans tezi hazırladı. Çakırlar, “Kentsel Dönüşüm Sürecine Sürdürülebilir ve Ekolojik Yaklaşım; Kadıköy Örneği” başlıklı tezinde, 6306 Sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden itibaren Haziran 2017 tarihine kadar Kadıköy'deki yapıları, sürdürülebilir ve ekolojik açıdan ele aldı. Çalışmasında, “Kentsel Dönüşüm Süreci’ni incelemek, sürdürülebilir ve ekolojik mimarlığın bu sürece verdiği katkıyı tespit etmek ve sürecin ekolojik gelişimi için öneriler ortaya koyma”yı amaçladı.
Geçen seneden itibaren Almanya’da yapı bilgi modellemesi süreci üzerine çalışmalarına devam eden Mustafa Çakırlar'la konuştuk.
“KADIKÖY'E BORCUM VAR”
Kadıköylü olmaktan anladığımız eğer nüfus kütüğü ise Kadıköylü değilim evet :) Ancak yüksek lisansa başladığım zamanlardan geçen yılın ortasına kadar yaklaşık 4 yıllık süreçte Kadıköy'de çalıştım ve yaşadım. Bu süreçte hem bir mimar olarak hem de ilçenin bir sakini olarak deneyimleyebileceğim ve araştırmama aktarabileceğim çok fazla veriye kolayca ulaşabilecektim, dolayısıyla araştırma kolaylığı son derece önemliydi. Ayrıca sayısal verilere baktığımızda Kadıköy'de Kentsel Dönüşüm öncesi ve sonrasına göre yapılaşma konusunda dramatik farklar göze çarpıyordu. Gayrimenkul değerlerinin görece yüksek olduğu, deneysel mimari çalışmaların yapılabileceği nispeten özgür işverenlerle çalışabileceğimiz bölgede neler yapıldığını araştırmak çok ilgi çekiciydi.
Ek olarak İstanbul; mimarlık ekolü olan birden daha fazla üniversiteye ev sahipliği yapmasına rağmen mimari anlamda neden tatmin edici sonuçlar alınmadığını araştırmak istedim.
Bir de Fikirtepe konusu var... Mimarlık ve yapılaşma faaliyetlerinin politik bir bilek güreşine döndüğünü görmek, bölgedeki en eski yerleşimlerden birinin tamamen yıkılıp baştan yapılmasını gözlemlemek ve bir profesyonel olarak sürece müdahil olamamak en hafif tabiriyle acı vericiydi. Bütün bunları alt alta koyduğumuzda sadece arkadaş ortamlarında şikayet eden birisi değil, harekete geçip elinden geleni yapan bir mimar olmak istedim. Kişisel olarak Kadıköy'e çok şey borçluyum. Bir anlamda tarihe not düşüp sorumluluğumu yerine getirdim diye düşünüyorum.
Fikirtepe... (Fotoğraf: Murat Şensu)
KADIKÖY YÜZÜNÜ GÜNEŞE DÖNEBİLİR
Öncelikle ekolojik yapı ne demektir biraz bahsetmek isterim. Bununla ilgili akademik ve profesyonel anlamda çok çeşitli tanımlar mevcut ama hepsinin ortak noktası “yerele uygunluk”. Yani yapıldığı bölgedeki doğa koşullarına rağmen değil, bu koşullarla birlikte konfor koşullarını sağlayan yapılara genel anlamda ekolojik yapılar diyebiliriz. Dolayısıyla ekolojik yapıya uygun olmayan bölge yoktur, bulunduğu bölgenin ekolojisine uymayan yapı vardır.
Güneş, dünyadaki tüm enerjinin kaynağı ve bu kaynağa uygun mimari çözümlerle Kadıköy'deki enerji harcamalarını önemli ölçüde düşürebiliriz. Güneş enerjisini hem elektrik enerjisi üretmekte, hem ısınmada hem de, -şaşırtıcı gelebilir ama- soğutmada kullanabiliriz. Ancak bu teknikleri kullanmak yapı maliyetlerini arttırır, dolayısıyla günümüzün iktisadi modeline maalesef uymadığı için tercih edilmiyor. Dürüst olmak gerekirse rüzgarın Kadıköy'de kullanımını kesin olarak ölçebilmek için benim yaptığımdan daha ileri bir araştırma gerekiyor. Ancak doğru mühendislik ve mimarlık hizmeti almış yapılar rüzgardan enerji üretebilirler. Ayrıca rüzgarın iklimlendirmeye ve havalandırmaya direkt etkisi olacağından bunlar için harcanacak enerjiden tasarruf edilebilir. Bunun dışında su tasarrufu ve verimli toprağın korunması konusunda almamız gereken çok yol var. Yağış suları direkt olarak kanalizasyona gidiyor ve daha hafif bir filtrelemeyle kullanma suyu haline gelebilecek bu yağış suları kanalizasyon suları ile aynı filtrelemeye girmek zorunda kalıyor hatta kimyasal kirleticiler yüzünden kullanılamaz hale geliyor. Toprak konusunda ise çok daha kötü durumdayız, toprak yerine geçirimsiz yüzeyler olan asfalt ve beton nedeniyle yer altına inemeyen su yeryüzünde kalıyor ve su baskınlarına sebep oluyor. Yağış yoluyla yeryüzüne inen su topraktan süzülüp yeraltı su kaynaklarını besleyemiyor, bu kaynaklardan beslenen tatlı su kaynakları zamanla yok oluyor. Toprak yüzeylerin yerine geçen bu geçirimsiz yüzeyler aynı zamanda ısıyı depolayıp ışıma yoluyla yeryüzüne geri veriyor ve kentin iklimini tamamen değiştiren ısı adaları oluşturuyor.
Özetlemek gerekirse yapılabilecek çok fazla şey var sadece inşaat sektörü bu yönde motive edilmeli.
7 MAHALLEDE 30 YAPI
Bu çapta bir araştırma için incelenmesi gereken çok fazla yapı vardı dolayısıyla hepsini incelemem mümkün değildi. Yaklaşık 4 bin adet yapı kullanım izin belgesine ulaştım. Bu ruhsatların dağılımına göre bir örneklem oluşturmamız gerekliydi. Bu örneklemin yoğunlaştığı mahalleleri seçtik. Ayrıca tipik örnek oluşturabilecek yapıları nitel olarak belirledik.
“DÖNÜŞÜM YANLIŞ YAPILIYOR”
Akademiden değil de piyasadan gelen biri olarak aslında ben oraya "yapılan hiçbir yapıda ekolojik yapı kriterlerine uyulmamıştır." demek isterdim ama akademik bir araştırmada bunu kanıtlamanız gerekiyor :). Ben de kanıtladıklarım için bu yorumu yaptım. Sonuç olarak akademik bir tez çerçevesinde bu röportajı yapıyoruz ve kanıtladıklarımdan sorumluyum sanırım.
Ancak bir mimar olarak diyebilirim ki; yasa metninden tutun tüm ülke sathında uygulanışına kadar Kentsel Dönüşüm tamamen yanlış. Tabii ki deprem, coğrafyamızda çok önemli bir tehdit ve bu tehdide uyum sağlayamayan ve/ya ömrünü tamamlamış yapılar tabii ki ortadan kaldırılmalı. Ancak bunun yapılış biçimi son derece hatalı. Çok basitçe anlatmak gerekirse; varsayalım bir imar adasında az katlı, az daireli, eski ve deprem yönetmeliğine aykırı bir yapı var. Şehir ölçeğinde düşünecek olursak kanalizasyon sisteminden ulaşım yollarına, rekreasyon alanlarından kreşlere bütün sosyal donatılar ve kentsel tasarım buna göre üretilmiş. Kentsel Dönüşümle birlikte bizim az katlı yapımızın yerine "rezidans" diye tabir edilen çok katlı bir yapı beliriveriyor... Kentsel herhangi bir planlama yapılmadan sadece depreme dayanıklı yapı üretimi göz önüne alınarak demografik yapı tamamen değiştiriliyor. Az katlı ilk yapıya hizmet edecek kadar araç yoğunluğu için tasarlanmış araç yolundan gökdelene hizmet vermesi bekleniyor bir anda. Şu an E-5'in de, metrobüsün de başına gelen bu maalesef. Duayen mimarlardan Doğan Hasol'un benzer projeler için kullandığı "insan siloları" tabiri tam da buna denk geliyor. Herhangi bir kişisel dokunuştan uzak silolara depolanmış insanlar... Bu şekilde bir yaşam tarzı sürdürülebilir değil. Bütün bu sorunlar yumağının arasında bu yapıların bir de "ekolojik" olmasını beklemek biraz uçarı hatta belki ütopik gelebilir ancak şunu unutmayalım ki insanlık doğada var olan türlerden yalnızca biri ve eğer doğaya yeterince saygı göstermezsek bunun mutlaka bir bedeli olur. Soruya dönecek olursak Kadıköy, bu bahsettiğim sorunlardan azade değil. Bence Kentsel Dönüşüm; iyi niyetle yola çıkılmış ama hedefinden çok sapmış bir proje. Kadıköy'deki Kentsel Dönüşüm ise hem yanlış hem eksik uygulamalar içeriyor.
Kesinlikle! Kentsel Dönüşüm Yasası'nın kabulünden sonra yerel yönetimler bünyesinde yeterli çalışmaların yapılmadığını söyleyebilirim. İmar planları üzerinde sadece yapılaşma oranları değiştirildi ama çarpık şehirleşmenin önüne geçmek adına altyapı, sosyal donatı, ulaşım yolları ile imar ada ve parsellerinin yeniden düzenlenmesi gerekliydi. Yerel yönetim bünyesindeki teknik elemanlar bu konuda çalışma yapabilirdi ya da Covid-19 Bilim Kurulu örneğinde olduğu gibi çeşitli çalışma grupları oluşturulabilirdi. Bu noktada; insanların konfor koşulları, yaşam kaliteleri ile mimari tasarım iktisadi kaygılara feda edildi diyebilirim.
“YOLSUZLUK VE İŞ HUKUKU”
Her biri ayrı bir tez konusu olabilecek 3 sorun... Sondan başlayacak olursak; kendimi tenzih etmeden belirtmek isterim ki eğitim sistemi, doğru mimarlık eğitimi verecek kadar donanımlı değil maalesef. Her ilde en az bir üniversite kuracak ve her üniversitede mimarlık eğitimi verecek kadar yeterli ne mimarlık hocamız var ne de mimarlık kültürümüz. Mimarlık hizmeti almamış yapılarda mimarlık öğretmeye çalışacak kadar komik duruma düşen "üniversite"ler var. Dolayısıyla "yetersiz teknik elemanlar" sorunu başlı başına bir eğitim sorunu ve alanım olmayan bir konuda haddim olmadan daha fazla fikir belirtmek istemiyorum. "Yetersiz ve/ya Eksik Mevzuatlar" ise tamamıyla başka bir konu. Açıkçası araştırmadım ama Kentsel Dönüşüm Yasası; meclis komisyonunda hazırlanırken katkı veren mimar- mühendis kökenli milletvekillerini tanımak ve kendilerine bazı soruları sorabilmek isterdim. İmar Yönetmeliği hala geçtiğimiz yüzyıldan kalma... Profesyonel olarak iş yapan teknik elemanlardan fikir alınarak mevzuat yenilemeye dönük herhangi bir çaba yok. Kişisel fikrim; kamu çalışanı teknik elemanlar işleriyle ilgili olarak herhangi bir güvensizlik veya yükselme fırsatı görmedikleri için kendilerini yenileme konusunda motive değiller, özel sektör çalışanı olan teknik elemanlar mevzuat konusunda fikir belirtebilecek herhangi bir platform bulamıyorlar. Meslek odaları ve kamu arasında işbirliği yapılmalı. Devletin teknik elemanların istihdamı konusunda özel sektörle arasında paralellik olmalı ve bu ikisi arasındaki geçişkenlik adil olarak sağlanmalı. Yapı sektörünün iş yapma biçiminin iktisadi yönü ile ilgili olarak Çiğdem Toker'in yazılarını takip edebilirsiniz. Sermaye ve bağlantıya sahip kişilerin teknik elemanların görüşünü umursamadan istediğini yapabildiği bir yapı ekosistemine sahibiz. Kendi tecrübelerimden açıkça söyleyebilirim ki sermaye; teknik elemanları, sadece yasal bir mevzuatı aşmaya yönelik imza sahibi kişiler olarak görmektedir. Dolayısıyla bu konunun -yargıya da taşınması gereken- yolsuzluk ve iş hukuku ayakları çözülmeden yapı sektörünün standartlarının yükselmesi mümkün değildir.
“İMAR PLANLARI YENİDEN YAPILMALI”
Bu konu hakkında da sempozyumlar düzenlenip tezler yazılabilir ama elimden geldiğince özetlemeye çalışacağım :) .
Maalesef bazı adımlar için geç. Çünkü inşaat sektörü iktisadi açıdan dönüşümün başlangıcındaki kadar güçlü değil ve bu yüzden alınan kararların etkisini çok uzun sürede göreceğiz. Ancak zararın neresinden dönülürse kardır bakış açısıyla hareket edilebilir. Bence; tüm imar planları baştan ele alınmalı. Sürdürülebilir ve ekolojik kent tasarımı üzerine tartışmalar yapılmalı belki de yarışmalar düzenlenmeli. Meslek odaları bu süreçte aktif rol almaya teşvik edilmeli. Mimarlar ve mühendislere meslek içi eğitimler verilmeli. Sektörün şu anki pozisyonunda sermaye sahipleri yapı üzerindeki her türlü karara bağımsız olarak karar verebilir durumdalar. Teknik elemanların; en az sermaye sahipleri kadar yapı üzerinde yetkisi olacak şekilde yapılaşma hiyerarşisi düzenlenmeli. Mevcut yapılara uygulandığı takdirde ekolojik etkilerini daha aza indirecek teknikler var. Bu teknikler araştırılarak yerel yönetimlere, ekolojik olarak standartları belirleme ve bu standartlara uymayan binalara yaptırım yetkisi verilmeli. Bu yetkinin nasıl kullanıldığı bağımsız devlet kuruluşlarıyla (örneğin; sistem değişikliği öncesi Devlet Planlama Teşkilatı veya Sayıştay) denetlenmeli.