Bugününü bizzat yaşadığımız İstanbul’un geçmişi ve sırlarına meraklı olanların yakından tanıdığı bir isim Pınar Erkan. Zira yıllardır Açık Radyo'da hazırlayıp sunduğu "Ahşaptan Betona, Mecidiyeden Jetona" programında İstanbul'u anlatıyor her yönüyle. İstanbul Gedik Üniversitesi Güzel Sanatlar ve Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölüm Başkan Yardımcısı olan Dr. Öğretim Üyesi Erkan, aynı zamanda bir Kadıköylü.
Havaların henüz soğumadığı ılık bir sonbahar gününde Yoğurtçu Parkı’nda buluştuk, Kadıköy’ü konuştuk.
Hayır, İstanbul’da doğmadım. Eğitim nedeniyle yurtdışında bulunduğum süreler hariç hep burada yaşadım. İstanbul’dan başka şuralıyım diyebileceğim bir yer de yok.
Ailemin bir kanadı göçmen. Tarihsel bellek ile aidiyet arasındaki ilişkiyi öyle kurdum. Sonra epeyi küçük olmama karşın İngiltere’den tatil için döndüğümde 9 ay gibi bir sürede şehrin nasıl değiştiğini görmek beni çok etkiledi. Arkasından, kendimi tanımlarken konumlandırdığım sokaklarda eskiden kimlerin yaşadığını, aslında yollarda görünmez büyük bir kalabalıkla yürüdüğümüzü öğrendiğim bir kitap, her şeyi bambaşka bir yöne sürükledi. Mimarlık eğitimi zaten hayatı binalarla okuyup anlamlandırdığınız bir dili öğrenmek gibidir, bambaşka dünyaların kapısını açar önünüzde.
10-11 yaşımdan beri Kadıköy’de yaşıyorum.
Kalamış, köşkler, rahibeler, eski yüksek bahçe duvarları, deniz.
Hayır, Khalkedon ‘Bakır Ülkesi’ demek. Ne yaptıklarını gayet iyi görüyorlarmış.
İstanbul’un Tarihi Yarımada’da olduğu algısı 1980’lere kadar devam etti. İnsanlar Eminönü’ne giderken ‘İstanbul’a gidiyorum’ diyorlardı. İstanbul 19. yüzyılın ortalarına gelene kadar gerçekten de Tarihi Yarımada’da surlarla sınırlı bölgeden ibaretti. Galata ve Beyoğlu da İstanbul’un dışında sayılıyordu. Kadıköy başta olmak üzere Pendik’e kadar kıyılar, Bizans devri de dahil olmak üzere taşra idi ve imparatorlar tarafından sayfiye yeri olarak kullanılıyordu.
Kadıköy’ün kentsel gelişim açısından şehre katılması 19. yüzyılın ikinci yarısından sonradır. Şirketi Hayriye vapurları işlemeye başlayınca ulaşım kolaylaştı. Özellikle II. Abdülhamit devrinde yönetici sınıfın önde gelenleri Bostancı’ya kadar bahçeler içinde köşkler yaptırdılar. Sayfiye yeri olma durumu Kadıköy’ü hep korudu. İstanbul Tarihi Yarımada’dadır fakat Galata, Boğaz köyleri, Üsküdar gibi bölgeler şehri tamamlar. Kadıköy de bunların içindedir. Nasıl ki Bizans devrinde imparatorlar yazın Fenerbahçe’deki saraylarına geliyordu veya Fener Bahçesi Osmanlı Devri’nde Kanuni’nin sevdiği bahçelerden biriydi, Kadıköy 19. Yüzyılda toplumun daha geniş katmanlarına yayılmış bir biçimde sayfiye yeri olarak kullanılmaya devam etti.
Cumhuriyet döneminde giderek kent merkezi kavramına uygun biçimde gelişmesine ve kalabalıklaşmasına karşın Bostancı’ya kadar sahil şeridinde ve Moda’da yer alan plajların fotoğraflarına göz atmak, sayfiye yeri derken ne anlattığımızı açıklar. Hem gayet kozmopolit bir demografik yapısı vardı her zaman, Kadıköy’ün ruhuna sinmiştir bu yapı. Devlet adamlarının yanı sıra sanat ve kültür alanında önemli isimler de Kadıköy’de yaşadı, yaşıyor. Üstelik Kadıköy’ün mekanları ve mahalleleriyle özdeşleşmiş isimler olarak karşımıza çıkarlar. Bir yaşam biçimini beraberinde getirir tüm bunlar.
KADIKÖY TAŞLARI, TARİHİ YARIMADA’DA
Sır değil ama az bilinen bir şey; bir söylentiye göre imparator Konstantin, stratejik sebeplerle başkenti Roma’dan taşımaya karar verdiğinde ilk seçtiği yer Tarihi Yarımada dediğimiz bölgedeki Bizantion değil, Khalkedon, yani Kadıköy idi. Şehri yeni baştan inşa edecekleri sırada iki kartal gelerek inşaat halatlarını işçilerin elinden kapıp o zamanki Sarayburnu tarafına taşımış. Bunu bir işaret sayan Konstantin, başkenti Khalkedon’da kurmaktan vazgeçmiş. Kadıköy tarafındaki bir çok yapının ve tapınakların taşları, Tarihi Yarımada içinde yeniden imar edilen şehrin yapılarında kullanılır. Kadıköy tarafındaki tapınakların taşları Süleymaniye ve Mihrimah Sultan Camilerinin yapımında da kullanılmış.
Boğa, çarşı, Bahariye, Kadıköy’ün tarihsel çekirdeğini oluşturan yerler. İlk yerleşim yeri, yaklaşık 2500-3000 yıl önce bu alanda kurulmuştu. Etrafı surlarla çevriliydi ve kapısının Altıyol’da Boğa heykeli civarında olduğu tahmin edilir. Çarşı, merkezdir elbette. Tarihinde de Kadıköy deyince bu saydığız yerler akla geliyordu. Bostancı, Suadiye veya Fikirtepe vs, Kadıköy’ün uzantısı olan yerleşim yerleriydi. Bağdat Demiryolu hattının açılmasıyla geliştiler. Son yıllarda nüfusun hızla artmasıyla bir iç içe geçme, bütünleşme söz konusu oldu. Oysa 50 yıl öncesine kadar tüm bu semtlerin birbirinden farklı özellikleri rahatlıkla ayırt edilebiliyordu. Kadıköy ve çevresinin demografik yapısı da hızla değişti. Artık fark ayırt etmek çok mümkün değil. Her yer hemen hemen aynı.
Benim için Kadıköy bu saydığınız yerlerin hepsi ve fazlasıdır. Günlük yaşantımın içinde Kadıköy’ün neresine gidersem gideyim, tarihi süreç hep aklımdadır. Kendi tanık olduğum eski hali de aklımdadır. Büyük bir şans. Ruh sağlığımı koruyan da budur.
‘KADIKÖY YOK OLMADAN…’
İnsan sirkülasyonunun bu kadar çok olduğu yerlerde her şeyin aynı kalması pek mümkün değil. Ancak çözüm üretilebilir. İlk başta tarihsel dokunun ve kültürel mirasın korunması gerekir. Lafı dolandırmaya gerek yok, öbür türlüsü toplumları köksüzleştirir, kimliksizleştirir ve yok eder. Bu kadar basit. Kadıköy hızla yok olmadan önlem almak zorundayız.
Neyi potansiyel olarak değerlendirdiğinizle alakalı o. Avrupa yakası artık doygunluğa ulaştı. Kadıköy görece daha az göz önündeydi. Gözler şimdi buraya çevrildi. Bu, bir yönü. İkincisi, Kadıköy, tarihsel geçmişi ve kentsel kimliğiyle “potansiyelini” hep çok iyi ve olması gerektiği gibi kullandı. Son zamanlara kadar. Bu sebeple günümüzde her şeye karşın hepimizin maruz kaldığı kentsel yaşam koşulları içinde bir tür subap görevi gördüğünü söylemek çok yanlış olmayabilir.
Bunlar tamamen politik erkin yaklaşımlarıyla ilgili şeyler. Şehir için uzun vadeli bir strateji, kontrollü bir plan öngörülüp uygulanması beklenir. Her gelen günü yaşıyor. Ayrıca tüm dünyada çok hızlı bir değişim sözkonusu. Kentler tarihi alanlarıyla birlikte dönüştürülüyor. Sadece bize özgü bir şey değil, ne kadar rahatlatıcı olur bu söylediğim bilmiyorum ama, bir tek bizim ülkemizde oluyor sanıyoruz oturduğumuz yerden, öyle değil. Örneğin Londra’da da mümkün değil diyeceğiniz bir çok yapı, akıl almaz zannedeceğiniz dönüşümler tarihi dokunun göbeğinde meydana geliyor. Shard binasının şehrin en eski metro istasyonlarından birinin tepesinde yükselmesi gibi. Korkunç bir şey yaptıkları. Neyse ki istasyon duruyor, biraz ötesinde tarihi köprü duruyor, bölgenin tarihini bize anlatan ve hissettiren anıtlar duruyor… Belki Kadıköy değil, dünya nereye gidiyor demek lazım.
Kadıköy’ün çok eski ve zengin bir kentsel dokusu ve kültürel tarihi var ama nesiller değişiyor. Yeni gelenlerin haberi yok bunlardan. Kültürü aktarmanın en temel yollarından biri, tarihsel dokuyu, tarihsel yapıları korumak ve onları özgün halleriyle yaşamın içinde tutmaktır. Dönemlere tanıklık yapan insanlar birer birer bu dünyadan çekilirken, yapılar kalırsa tarihi onlardan öğrenebilirsiniz, belleğin belgesidir yapılar. Kadıköy’ün tarihsel peyzajı, dokusu ve kültürünü insanların ruh sağlığını gözetecek biçimde sürdürülebilir kılmak için bunu hep akılda tutmak gerekecek.