KADIKÖY'DE ESKİ RAMAZANLAR (I)

Yaşamının büyük bölümü Yeldeğirmeni’nde geçen Kadıköylü Mimar Arif Atılgan, semtin eski Ramazan’larını yazdı…

26 Haziran 2015 - 10:22
1950’li yılların sonlarından itibaren Kadıköy’de Ramazan aylarının nasıl yaşandığını anımsarım. Eski Ramazanlarda, gündüz saatlerinde ortama adeta bir ağırlık çökerdi. İftar vakti yaklaştığında sakin saatler biter, esnaflar ve evler hareketlenmeye başlardı. Daha çok yufkacı, kasap, bakkal, tatlıcı ve manavlarda alışveriş olurdu. Balık Ramazan ayında pek tercih edilen yiyecek değildi. İftar vakti yaklaştığında bir yandan evlerde yemek hazırlıkları yapılır bir yandan insanlar fırınlarda pide kuyruğuna girerlerdi. Zira herkes akşamüstü çıkan sıcak pidelerle iftar yapmak isterdi.
İftar vaktine doğru olan hareketliliği, sahil yerlerine gelen gemilerdeki yolcularını bekleyenlerin telaşlı haline benzetirdim. Hani gemiden beklenenler çıktığında bekleyenler ve gelenler sarmaş dolaş olurlar, ortamda genel bir mutluluk havası etkin olur ya. İftar saati de beklenen gemidir sanki…
Kadıköy çarşısında da aynı saatlerde hareket başlardı. İşlerinden dönerek vapurdan inenlerin de ziyaretiyle çarşıdaki dükkânlar bir anda hareketlenirdi. Çarşı içindeki balıkçılar Ramazanda pek tercih edilmezler, insanlar daha çok kasaplara yönelirlerdi. Kadıköy Çarşısındaki Batu Fırın’da pide kuyruğu olurdu. Beyaz Fırın, Tatlıcı Cafer, Şekerci Şöhret, Hacı Bekir, Antep Baklavacısı tatlısı istenen dükkânlardı. Tabii bugün hala hizmet veren Fehmi’nin Lokantası ile Üsküdar’daki Kanaat Lokantası’nı saymazsak olmaz. Onların nefis sulu yemekleri oruç tutanların iftar saatinde aradıkları lezzetlerdi. Başçavuş Sokak’taki işkembe çorbacıları ise Ramazanda sakin kalan dükkânlardandı. Güllaç, kadayıf, kemal paşa tatlısı, şekerpare gibi tatlılar yufkacıdan alınarak hazırlanan tatlılardı. Börek de yufkacıdan alınan yufkanın evde çeşitli karışımlarla tepsiye dizilmesiyle yapılırdı.
,Meyhaneler Ramazan ayında ya dükkânı kapatırlar ya da camlarına kâğıt yapıştırırlardı. Kadıköy’deki PTT’nin arka sokağında bir arada bulunan meyhaneler de aynı şekilde davranır ve daha sakin, sessiz olurlardı. Kahvehanelerin ise çoğunluğu sahur vaktine kadar açık olurlardı. Bazı müdavimler kahvehanede iftar açar ve sahura kadar orada kalırlardı.
İftar zamanı, radyodan gelen gong sesinden daha çok, en yakın camiinin ezan sesi duyularak veya şerefelerinde yanan ışıkları görülerek anlaşılırdı. Ama yine de Selimiye Kışlası’ndan gelen top atışı sesi en inandırıcısı olurdu. İftar yemeklerinde ölçü biraz kaçardı. Yemek sonrası erkeklerin bir kısmı teravi namazına giderlerdi. Namaza gidenler namaz sonrası kendi arkadaşlarının bulunduğu kahvehaneye uğrarlar, bazıları sahur vaktine kadar orada vakit geçirirlerdi. Evlerde ise radyolardaki Ramazan programları dinlenir, konuklar geldiyse onlarla sohbet edilirdi. En sevilen program ise eski kanto müziklerinin olduğu programlardı. 1970’li yıllardan sonra televizyon çıkmış, kantonun tek temsilcisi Nurhan Damcıoğlu en çok izlenilir olmuştu. Esnafların içinde oruç tutanlar iftarını dükkânlarında açarlar, sonra da dükkâna gelen arkadaşlarıyla sohbet ederlerdi. Bazı esnaf dükkânının önünde ise sebil masası kurulur herkesin bedava su içmesi sağlanırdı. Gayr-i Müslimler Müslüman komşularının Ramazan ayına saygı gösterirler onların yanında bir şey yememeye gayret ederlerdi.
1960’lı yıllara kadar çoğu evde yer sofrası kurulduğunu belirtmek isterim. İftar genellikle su veya zeytinle açılırdı. Hurmayı iftariyelik olarak pek anımsamıyorum. Bir de şimdiki gibi kalabalık ve gösterişli iftar davetlerini anımsamıyorum. O yıllarda mahallelerde zengin ile fakir birlikte yaşadığı için fakirler başkalarına belli edilmeden iftara çağırılır veya doyurulurdu. Ayrıca eş-dost ile yapılan iftar yemekleri de 2-3 aileyi geçmeyen sayıda olurdu. Çocuk yaşımda dikkatimi çeken bir görüntü, iftar sonrası sigaralarını tüttürenlerin yüzlerinde görülen keyfin dışarıdan bile hissedilir oluşuydu. Bir de Ramazana yakıştırdığım tatlının tulumba tatlısı olduğunu söylemeliyim.
(Devamı haftaya…)

ARŞİV