Mistik hikâyeler pek çok kişinin ilgisini çeker. Biz de bu sayımızda öyküsever okurlarımıza Kadıköy’e dair ‘baba efsaneleri’ anlatacağız.
İlk hikâyemize şu dikkat çekici cümle ile başlayalım; “Galatasaray’ın Şükrü Saracoğlu’nda Fener’i bir türlü yenememesinin sebebi cin, büyü, muska, okuyup üfleme falan değil!” Bu cümle bize değil, tarihçi Murat Bardakçı’ya ait. Bardakçı, 11 Mart 2015 tarihinde Habertürk’te kaleme aldığı köşe yazısında, “Galatasaray’ın Şükrü Saracoğlu’nda Fener’i bir türlü yenememesinin sebebinin stadın manevî koruma altında olması” olduğunu söylüyor. Koruyan kişinin de “Fenerbahçe’nin ilk senelerinde takımda oynamış olan ve hatta evi de stadın şimdiki arazisinin ucunda bulunan önemli bir şeyh olan Yusuf Fahir Baba” olduğunu yazıyor.
FRANSIZ EĞİTİMLİ ŞEYH
Peki ya kim bu Yusuf Fahir Baba? Bardakçı’nın yazdıklarına göre 1891’de İstanbul’da doğdu. Üsküdar’da asırlar önce kurulmuş olan Bandırmalızâde Tekkesi’nin şeyh ailesine mensuptu. Bağlarbaşı’nda şimdi mevcut olmayan bir Fransız okulunu bitirdi. İstanbul’un önde gelen Bektaşî babalarından idi ve Kuşdili Çayırı’nda, şimdi Şükrü Saracoğlu Stadı’nın çok yakınında bulunan, Celvetîliğin Hâşim Baba kolundan gelen Abdülbaki Efendi Tekkesi’nde uzun seneler şeyhlik yaptı. Cumhuriyet devrinde “Ataer” soyadını aldı ve 1967’de yine İstanbul’da vefat etti. Erkân ve dinî musiki alanında çok sayıda kişiyi yetiştiren Yusuf Fahir Baba’nın İstanbul’un tasavvuf tarihinde önemli bir yeri vardı.
Yusuf Fahir Baba’nın Fenerbahçe ile bağlantısı da şöyleydi; Bağlarbaşı’ndaki Fransız okuluna devam ettiği senelerde Fenerbahçe’deki çayırda oynanan futbola merak sarmıştı. İsmi önceleri “Black Stockings” yani “Siyah Çoraplar”, daha sonra da “Fenerbahçe” olan ve o yıllarda henüz kulüp kimliği taşımayan toplulukta futbol oynamaya başlamış. 1. Dünya Savaşı’nda askere alınıp Çanakkale cephesine gönderilince futbola mecburen veda etmiş ama tanıyanların anlattıklarına göre hep Fenerli kalmış. Zaten, eskiden tekke olan evi de Fenerbahçe stadının hemen yanı başında idi. Geniş bir bahçesi ve bahçesinde mezarlığı olan tekke-ev, 1950’lerin ortalarında artık oturulamaz hâle gelince yıktırılıp yerine dört katlı bir apartman yaptırıldı. Yusuf Fahir Baba, apartmanın üst katında yaşıyordu. Ölümünün ardından da, Şükrü Saracoğlu Stadı sonraki senelerde genişletildiği sırada tekkenin geniş bahçesinin bir bölümü de alınıp stadyuma dâhil edildi!
Murat Bardakçı’ya göre stadın çok küçük de olsa bir bölümünün kendisi de eski bir futbolcu olan bu renkli şeyhin mekânı olması önemli; zira stad hala Yusuf Fahir Baba tarafından korunuyor…
“KADIKÖYLÜLERİN AZİZ BABASI”
Gelelim ikinci hikâyemize… Bu da bir türbe ile ilgili. Derdine derman arayan, gönlünden geçenin olmasını isteyenlerin uğrak yeri olan türbeler, her zaman mistik hikâyelere gebedir. Onlardan biri de Kadıköy’de, Kuşdili Çayırı’nın karşısında, Kadıköy İtfaiye Müdürlüğü’nün sokağındaki Mahmut Baba Türbesi… Önünden kendi adını taşıyan bir cadde geçmekte olan türbenin önündeki tabelada “Allah sevgilisi, Kadıköylülerin aziz babası kadiri Mahmut Baba vefatı 1850” yazar bugün. Mahmut Baba, Sultan Abdülmecid devri sofilerindendi. Rivayete göre Kadıköy’deki Osmanağa Camii’nin ilk yöneticisidir. Yine rivayete göre, Sultan Abdülmecid bir gün avdan saraya dönmüş. Yorgunluğunu atabilmek için saray hamamının hazırlanmasını ferman buyurmuş. Abdülmecid, hamama girmeye hazırlanırken, sarayın avlusundan gelen birtakım sesler duymuş, konuşmalar sırasında sık sık kendi adının da geçtiğini işitmiş. Adam, “Çok önemli bir husus için padişahımızı görmem gerekiyor” diye yalvarıyormuş. Bunu duyan padişah müdahale etmiş; “Söyle bakalım, ne istersin benden?” diye sormuş. Adam da şöyle yanıtlamış; “Beni Osmanağa Camii’nden Mahmut Baba denilen mübarek bir zat gönderdi. Dediler ki ‘Bugün sakın hamama girmeyin. Zira siz hamamda iken kubbe çökecekmiş. Kendinizi mutlak surette kollamanızı istediler.”
Abdülmecid, adama gülümseyerek “Haydi, git Mahmud Baba’ya benden selam söyle. Padişah hamamına girip, yıkandı bile, diye haber ver kendisine” demiş. Mahmut Baba’nın gönderdiği elçi geriye döneceği sırada, her yer sallanmaya başlamış ve hamamın kubbesi çökmüş! Sultan Abdülmecid, bu olaydan sonra, hiç tanımadığı bu mübarek zatı hemen saraya davet etmiş, bir süre sonra da saraya aldırtmış.
TÜRBE İNŞAATINDA TUHAFLIKLAR!
Mahmut Baba’ya dair efsane bununla da sınırlı değil. Söğütlüçeşme Tren İstasyonu yapılırken, belediyeden yol ihalesini kazanan müteahhitin eşi tarafından anlatıldığına göre orada bulunan mezarlıkların büyük bölümü kaldırılmış, bir tek Mahmut Baba Türbesi’nin çevresindekiler kalmış. Söylentiye göre mezarlıkların yıkımı sırasında dozerlerin kepçeleri kırılıyor, durup dururken dozerler bozuluyordu. Hatta bir kepçe operatörü rahatsızlanarak kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirmiş. Bu olayın ardından da hiçbir dozer operatörü o mezarlıkları kazmak istememiş. Bir başka söylentiye göre ise yolun karşı tarafında bulunan Söğütlüçeşme Camii yanında açılan mezarların birçoğundan hiç bozulmamış cesetler çıkmış. Hatta bunlardan biri Osmanlı subayı imiş ve resmi giysileri içinde hiç bozulmadan çıkarılmış…
RÜYAYA GİREN HAYDAR BABA!
Haydarpaşa Tren İstasyonu’nda rayların arasında saklı kalmış pek de bilinmeyen gizemli bir türbe de son hikâyemizin odak noktası. Tren istasyonuna ismini verdiği söylenen Haydar Baba Türbesi ile ilgili de şu rivayet anlatılıyor: Yaklaşık 100 yıl evvel Haydarpaşa tren istasyonunun hareket amiri türbenin olduğu yerden tren rayı geçmesini istemiş ve bunun üzerine çalışmalar başlatılmış. Ancak çalışmalara başlandığı gece hareket amirinin rüyasına Haydar Baba girmiş ve “Beni rahatsız etmeyin” demiş. Görülen bu rüyaya rağmen mühendisler çalışmalarına devam etmiş. Ertesi gece Haydar Baba yine hareket amirinin rüyasına girmiş ve bu kez “Beni rahatsız etme” diyerek amirin boğazını sıkmış. Bu rüyalar sonrasında tedirgin olan hareket amiri tüm çalışmaları durdurmuş. Ve üstelik de oraya “Haydar Baba Türbesi” yapılmasını sağlamış.
‘BİZİ SELAMETLE HAYDAR BABA’
Kadıköylü mimar Arif Atılgan ise “Haydarpaşa” adlı kitabında bu türbe ile ilgili şunları yazar; Haydarpaşa Garı alanında demiryolcuların Haydar Baba adıyla andıkları bir yatır türbesi vardır. Aslında mezarın üzerindeki yazıda Lahuti Abdullah Baba yazmaktadır. Tüm makinistler ve ateşçiler trenleri ile yola çıkmadan önce bu mezarı ziyaret eder ve dua ederlermiş. Ayrıca yola çıkarken de ‘Bizi Selametle Haydar Baba’ anlamında trenlerinin düdüğünü çalarak onu selamlarlarmış. Trenciler, burada yatan zat ile olan bu ilişkileri sebebiyle kendisine Haydar Baba adını koymuşlar. 1950’li yıllarda İşletme Müdürü Rüştü Sarp zamanında ilk olarak onarılmış olan bu türbe, Haydarpaşa Garı’nın önemli bir parçası olmuştur.