Kadınlar krize karşı daha duyarlı

Emine Çokluk’un Ezgi Ildırım danışmanlığında yürüttüğü araştırmada, kadınların iklim değişikliğinin olası etkilerini daha yoğun hissettiği ve bu nedenle daha yüksek kaygı yaşadığı görüldü

10 Ekim 2025 - 09:17

İstinye Üniversitesi Psikoloji yüksek lisans öğrencisi Emine Çokluk’un Dr. Öğr. Üyesi Ezgi Ildırım danışmanlığında Türkiye’nin farklı illerinden 18-35 yaş arası bireylerde yürüttüğü araştırmada, iklim değişikliği farkındalığı arttıkça iklim değişikliği anksiyetesinin de yükseldiği; iklim değişikliği anksiyetesi arttıkça sağlık anksiyetesinin de artış gösterdiği bulundu. Ezgi Ildırım ile iklim krizinin yarattığı endişenin nedenlerini ve sonuçlarını konuştuk. 

KÜRESEL BİR TEHDİT 
İklim anksiyetesini, “İnsanların iklim krizine dair sürekli bir endişe, huzursuzluk ve korku duyması” olarak tanımlayan Ezgi Ildırım, “Bu kaygı, çoğu zaman uyku bozuklukları, konsantrasyon güçlükleri, ruminatif düşünceler gibi belirtilerle birlikte gelir ve kişinin günlük yaşamını etkileyebilir.” dedi.  “Ortada gerçek, somut ve küresel bir tehdit var. Maalesef bu tehdit her geçen gün daha da ciddileşiyor.” diyen Ildırım şöyle devam etti: “Son dönemde artan orman yangınları, sel felaketlerini buna örnek olarak gösterebiliriz. Genel kaygı bozukluğu ya da sağlık kaygısı daha çok bireysel ve içsel odaklıdır. Kişinin kendi sağlığına, işine ya da ilişkilerine yöneliktir. İklim kaygısı ise kolektif, küresel ve uzun vadelidir. Bir kişi sadece kendisi için değil, çocukları, toplumu ve gelecek nesiller için kaygı duyuyor.”

KADINLAR DAHA DUYARLI
Emine Çokluk’un araştırmasının sonuçlarına göre katılımcılar arasında kadınların, iklim değişikliğinin olası etkilerini daha yoğun hissettiği ve bu nedenle daha yüksek kaygı yaşadığı görüldü. Erkeklerde ise kaygı düzeyi daha düşük çıktı ve bu durum farkındalıkta da geride kalmalarına neden oldu. Ildırım, konuyla ilgili şu değerlendirmelerde bulundu: “Kadınların iklim kaygısı ve farkındalık puanları erkeklerden anlamlı şekilde yüksek. Bu farkın birkaç önemli nedeni var. Öncelikle toplumsal roller: Kadınlar Türkiye’de ve dünyada da daha çok bakım sorumluluğu taşıyor. Yani çocuk, yaşlı, hasta bakımından büyük ölçüde sorumlu oldukları için geleceğe dair riskleri daha keskin hissediyorlar. İklim krizinin bu rolleri nasıl zorlaştıracağını öngörmek kaygıyı artırıyor. İkinci nokta, risk algısı. Kadınların çevreyle duygusal bağlarının ve doğa dostu değerlerinin erkeklere kıyasla daha güçlü olduğu pek çok araştırmada görülüyor. Bu değerler, farkındalıkla birleşince kaygıyı da yükseltiyor. Üçüncü bir etken de kırılganlık. Mesela sıcak hava dalgaları, gıda güvencesizliği ya da suya erişim sorunları, hem fizyolojik hem de sosyoekonomik açıdan kadınları daha fazla etkileyebiliyor. Bu nedenle kadınların iklim kaygısını daha yoğun hissetmesi anlaşılır bir durum.”

“KÜÇÜK ADIMLAR ÇOK KRİTİK”
Araştırmanın sonuçlarına göre iklim farkındalığı arttıkça kaygının seviyesi de artıyor. Ancak bu kaygı, bazı bireylerde eylemsizliğe bazılarında ise çevreci davranışlara yol açıyor. Bunun çok kritik bir bulgu olduğunu ifade eden Ildırım, “Psikolojide kaygının dozuna bağlı olarak farklı etkiler yarattığını biliyoruz. Orta düzeyde kaygı insanı motive eder; harekete geçmesini sağlar. Bu durumda kişi bilgi arar, çevreye duyarlı davranışlarda bulunur. Ama kaygı çok yükseldiğinde tam tersi bir etki yapar: kişi felç olur, umutsuzluğa kapılır ve ‘benim yapacak hiçbir şeyim yok’ der. Buna literatürde ‘felç edici kaygı’ da deniyor. Bir diğer nokta, insanların başa çıkma tarzları. Eğer kişi çözüm yolları arıyor, kendini kolektif çabanın parçası hissediyorsa kaygı eyleme dönüşüyor. Ama kaçınma ya da inkâr stratejisi kullanıyorsa, kaygı eylemsizliğe sebep oluyor.” dedi.
Günlük yaşamda yapılan küçük sürdürülebilir seçimlerin (geri dönüşüm, enerji tasarrufu) farkındalığı beslediği de görüldü. Küçük görünen davranışların çok güçlü bir etkisinin olduğunu vurgulayan Ildırım, şu bilgileri paylaştı: “Bizim verilerimizde de geri dönüşüm, su ve enerji tasarrufu gibi kolay erişilebilir davranışlar en yaygın olanlardı. Çünkü insanlar bunların kontrolünü kendi ellerinde hissediyor. Bu küçük adımlar, kişide ‘ben çevre dostu biriyim’ kimliği oluşturuyor. Bu kimlik zamanla daha büyük yaşam tarzı değişikliklerinin önünü açıyor. Ayrıca bu davranışlar görünür olduğunda çevrede sosyal normlar oluşturuyor. Örneğin komşunuzun geri dönüşüm yaptığını görmek sizde de aynı motivasyonu tetikliyor. Böylece bireysel davranışlar toplumsal kültürü, kültür de politika desteğini dönüştürüyor. Bu döngü, iklim kriziyle mücadelede küçük adımların ne kadar kritik olduğunu gösteriyor.”

“UMUT HİKÂYELERİ ÇOK DEĞERLİ”
Peki iklim krizine dair oluşan kaygının umutsuzluk yerine motivasyona dönüşmesi için neler yapılmalı? Ildırım’a göre en önemli şey, kaygıyı yalnızlığa değil birlikte harekete bağlamak. “İnsanların ulaşabileceği somut ve küçük adımları öne çıkarmak lazım.” diyen Ildırım, “İnsanlar ‘tek başıma ne yapabilirim ki?’ dediklerinde kaygı umutsuzluğa dönüşüyor. Oysa ‘küçük de olsa bir katkım olabilir’ hissi motivasyon yaratıyor.  Bir de umut hikâyeleri çok değerli. Yalnızca felaket senaryolarını değil, çözüm örneklerini de paylaşmak gerekiyor. Belediyelerin, okulların, mahalle girişimlerinin başarı hikâyeleri bireyleri motive ediyor. Ayrıca öfkeyi de doğru yere kanalize etmek lazım. Yani bireyin kendini suçlaması yerine kurumsal değişime yönelmesi çok daha yapıcı bir yol. Bununla birlikte, bireysel sorumluluk da küçümsenmemeli. Kişi, tek başına dünyayı değiştiremeyeceğini bilse bile, kendi payına düşeni yapmanın verdiği tatmin ve gurur, kaygıyı umutsuzluk yerine motivasyona dönüştürmede çok kritik bir rol oynuyor.” dedi.

Ildırım, önümüzdeki yıllarda iklim anksiyetesinin özellikle gençlerde daha fazla görüleceğini belirtti. Bunun sebebini ise şöyle açıkladı: “Çünkü iklim krizinin etkileri hem daha görünür hale geliyor hem de doğrudan afetler yaşanıyor. Gençler aynı zamanda geleceğe dair daha uzun vadeli beklentilere sahip oldukları için kaygıyı daha yoğun hissediyorlar.”

Araştırmanın sonuçlarından bazıları şöyle: 

-Katılımcıların büyük çoğunluğu enerji ve su tasarrufu konusunda duyarlı. Her 10 kişiden 8’i enerji tasarrufu yaptığını, benzer bir oranda katılımcı da suyu dikkatli kullandığını belirtti. 

- Araştırmaya katılanların yaklaşık yüzde 72’si geri dönüşüm yaptığını söyledi. Bu oran, geri dönüşümün toplumda giderek daha yaygın bir alışkanlık haline geldiğini gösteriyor. Ancak hâlâ üçte bir oranında birey geri dönüşüm yapmadığını belirtti.

- Çevre dostu ulaşım yöntemlerini tercih edenlerin oranı sadece yüzde 41. Yani katılımcıların çoğunluğu hâlâ bireysel araç kullanımını bırakmamış görünüyor. Benzer şekilde, yerel ve organik ürün tüketimi yüzde 35, kıyafet alışverişinde bilinçli davrananların oranı ise yüzde 36 seviyesinde kaldı.

- Katılımcıların yalnızca yüzde 25’i doğa koruma faaliyetlerine katıldığını belirtti. Katılımcıların yüzde 73’ü ise iklim değişikliğini önemsediğini ifade etti.

 


ARŞİV