Gökhan Kutluer. Onu daha önce sayfalarımıza konuk etmiştik Bulut Fabrikası kitabı vesilesiyle. Gönül isterdi ki yeni kitabı gibi bir başka güzel nedenle yeniden röportaj yapalım ama ne yazık ki tüm dünyayı saran bir virüs sebebiyle konuştuk tekrar. Kutluer, kuzeybatı İtalya’nın Lombardiya bölgesindeki Bergamo şehrinde yani korona virüsünün en çok can aldığı kentlerden birinde yaşıyor. Sosyal medya hesaplarında ‘virüs günlükleri’ tutuyor, Türkiye’deki televizyon kanallarına bağlanarak son durumu an be an aktarıyor. Biz de ona mail aracılığıyla ulaşıp röportaj istediğimizi ilettik, kabul etti hemen. Karantina zamanlarında yaşam o kadar yavaş akıyor olmalı ki bu teklif onu sevindirdi. Sosyal medya hesabına “Oley! Yapacak bir şey daha buldum!@gazetekadikoy muhabiri sevgili @gkeuygun birkaç röportaj sorusu atmıştı. Onları yanıtlayayım! Sonra zaten bir iş toplantım var. Yemek falan yaparım, Dark izlerim derken akşam olur. Askerlik gibi... Askerde kolayca geçip giden bir gün geçirdiyseniz, illa biri çıkar ve ‘Bugünü de böyle yedin he’ der.” diye yazdı.
Gökhan Kutluer ile karantinadaki hayatını konuştuk.
* Önce şunu sorayım; 4 yıldır İtalya’da yaşıyorsunuz, sokakları daha önce bu kadar boş görmemiş olmalısınız. Nasıl hissettiriyor?
Bu sokaklar sadece ağustos ayının ortasındaki iki hafta bu kadar boş olur. O dönemde neredeyse tüm İtalya, Ferragosto tatilinde oluyor. Herkes bir yerlere gidiyor ve şehirler boşalıyor. Onun haricinde hiç böyle boş olduğuna denk gelmedim.
Bergamo’nun işlek noktalarından Porta Nuova civarındaki kafe ve pasaj. Kapalı, kimseler yok
Kendi iç huzurumu yerinde tutmaya çalışıyorum. Evde sevdiğim şeyleri yapıyor, güzel vakit geçirmeye çalışıyorum. Dışarıda ise zaten çok vakit geçirecek bir durum yok. İhtiyaçlarım için markete gidiyor, sabahları spor yapıyor ve açık bir yer bulursam biraz güneş almak için yarım saatliğine bir yerlerde oturup kahve falan içiyorum.
Ancak ülkedeki genel durum, siz ne kadar kendinizi toparlamaya çalışsanız da sizi etkiliyor. Haftaya normalde bir ya da iki kere duyacağınız ambulans seslerini her gün duyuyor olmak müthiş moral bozucu bir durum...
* 6 Mart tarihli tweet’inizde “Virüs falan dinlemiyorum. Kruvasan, kahve, bisiklet falan aynen devam. İtalya’da evde oturmak zor” demişsiniz. 1 ay sonra, şimdi tek bir tweet atma hakkınız olsa ne yazardınız?
Açık bir yerler olsa, aynı şekilde devam ederim hayatıma. Yani kapalı bir yerde insanlarla yakın temasta olmadıkça sıkıntı yok. Ancak şu an o ihtimali de bitirmek için hemen her yeri kapattılar. Tweet için inanın aklıma şu an bir şey gelmedi ama sanırım yine doğaya gider, oradan birkaç güzel fotoğraf çeker ve her şeye rağmen hayatta olmanın ve dünyanın güzelliğine vurgu yapan umut verici bir şeyler yazardım.
KENDİ RUTİNİNİ OLUŞTURMAK...
* Yalnız mı yaşıyorsunuz? Günleriniz nasıl geçiyor? Ya da şöyle sorayım ‘zaman geçebiliyor mu?’
Evet, yalnız yaşamayla ilgili pek bir problemim yok. Kendi kendine mutlu olabilen, vaktini nasıl geçireceğini bilen biriyim. Buradaki detay, birilerinin size vaktinizi geçiremeyeceğiniz yerleri söylüyor olup, seyahat hakkınızı elinizden almasıyla ilintili daha çok. Esas can sıkan nokta, bir şeyleri yapabilecek olsanız da yapamayacağınızı bilmenizin verdiği huzursuzluk.
Zaman elbette geçiyor. Üçüncü kitabıma başladım. Fırsat buldukça ona eğiliyorum. Diğer yandan, günümüzde bir şeye odaklanmak istediğinizde dikkat dağıtan pek çok şey var ancak bunlar yeri geldiğinde işe de yarayabiliyor. Örneğin; sosyal medyada vakit geçirmek, Netflix’te epeydir ertelediğiniz diziye başlamak ya da yarıda bıraktığınız kitabı bitirmek…
Esasında genel itibariyle kendi rutinleri olan kişiler kolay kolay sıkılmaz, illa yapacak bir şeyler bulurlar.
* Kendinizi, karamsarlığa düşmemeye nasıl motive ediyorsunuz?
Bu noktada hem Türkiye’deki hem de buradaki arkadaşlarım devreye giriyor. İyi ki varlar! Arıyorlar, mesaj atıyorlar yani bir şekilde benimle iletişimde kalarak beni zihnen dinç tutuyorlar.
Karamsarlığa düşmek insanı büsbütün bitiriyor, o hale bürünmek istemiyorum. İnsan kendi düşünceleriyle ne kadar barışık ve etrafında olup bitenlerin ne kadar farkındaysa, yaşanan olumsuzlukların etkisi de o kadar az oluyor. Evet, elbette ki etkiliyor ama günün tamamına ya da hayatın bütününe etki edemiyor. Ben genel olarak yaşanan üzücü şeylerden sonra o üzüntüyü bir süre yaşama ve sonra derhal önüme bakma taraftarıyım. Hatta sanırım hayatta en iyi yapabildiğim şeylerden biri bu. Aksi durumda çoktan Türkiye’ye dönmüş olmalıydım, zira göçmenlik zaten başlı başına büyük bir sınav.
VİRÜSLÜ GÜNLERDE GÖÇMENLİK...
* Twitter infonuzda “İtalya’da göçmenliğe dair bir şeyler paylaşıyor” yazıyor. Virüs günlerinde göçmen olmak nasıl diye sorsam? Malum ırk ayrımcılığı her yerde yaşanabilen bir durum maalesef. Mesela ‘markette son kalan makarnanın sana yani bir göçmene değil de bir İtalyan’a verildiği...’ gibi bir durumla karşılaştınız mı hiç?
“Roma’daysan, Romalı gibi davran.”
“Kimin gemisine binersen, onun türküsünü söyle.”
Burada dördüncü yılımı dolduruyorum. Öncesinde de 2008 yılında gelip, öğrenci olarak yedi ay kadar kalmıştım. İkisinde de hiçbir ırkçı tavra maruz kalmadım. İtalyanlar, eğer siz adapte olma çabanızı belli ediyorsanız; yani dillerini konuşuyor, kültürlerini benimsiyorsanız, size oldukça sıcak davranıyorlar. Şöyle düşünün; çat pat Türkçe konuşarak bir yerlerde bir işini halletmeye çalışan birini fark ettiğinizde yardım etmez miydiniz?
Aralarında elbette aşırı milliyetçisi de var ancak sizin zaten onlarla işiniz olmuyor. Yani herhangi bir ideolojide veya dinde aşırıya kaçan kimselerle arkadaşlık kurmuyorsanız, nerede olduğunuz fark etmeksizin o insanlar ‘sizin insanlarınız’ olmaktan çıkıyor.
İstanbul’da yaşarken, telefonumun menüsü İngilizce diye otobüste “Burası Türkiye, senin dilin Türkçe!” diye başlayan cümlelerle aklınca bana haddimi bildirmeye çalışan biri olmuştu. Yani bu insanlar her yerde. Önemli olan, sizin ne yaptığınız.
Gökhan Kutluer, korono karantinasındaki hayatına, kedisi Zelda ile normal bir şekilde devam etmek gayretinde..."
* Kediniz Zelda nasıl? Sizce olup biteni hissediyor mu?
Şimdi siz sorunca kalkıp yanına gitme ihtiyacı hissettim. Evet, hissettiğinden eminim. Benim durgunluğum ona da yansıyor. Aynı evin içinde üçüncü yılımıza giriyoruz. Onun benden, benim ondan başka kimsem yok. Haliyle birbirimizin duygu durumunu çabucak gözlemleyebiliyoruz.
“ŞU AN İÇİN EVİM İTALYA”
* Bu süreçte Türkiye’ye dönmeyi yahut başka ülkeye gitmeyi (geçici yahut kalıcı) düşündünüz mü hiç?
Asla. Benim şu an için evim burası, yani İtalya. Türkiye benim doğduğum yer, dilini öğrendiğim ve kültürüyle büyüdüğüm yer. Ancak doğduğunuz yeri çevreleyen siyasi sınırlar sizin yaşam çizginiz olmak zorunda değil. Yani başım her sıkıştığında güvenli alanıma döneceksem, yolda olmanın, göçmen olmanın falan hiçbir anlamı yok. Vatan, yurt vb. kavramların gereğinden fazla abartıldığını düşünüyorum. Benim için doğum yeri, dünya haritasında bir noktadan ibaret.
Benim işim dünyayla, farklı kültürlerle, farklı dillerle… Bugün İtalya’ya evim diyorum, bundan birkaç sene sonra başka bir ülkede yaşar, orayı evim sayarım. Hayatı böyle yaşamayı seviyorum.
İtalya’da ‘‘her şey güzel olacak’’ mottosu dolanmaya başladı. özellikle sosyal medyada ‘‘her şey güzel olacak ama lütfen evinizde oturun, virüsü yaymayın, sorumluluk bilinciyle davranın’’ gibi uyarılarla bilinç aşılanmaya çalışılıyor.
* Türkiye’ye birkaç hayati tavsiyede bulunmanızı rica ediyorum.
Panik yapmadan günlük hayatlarına hijyen anlamında biraz daha özenli bir şekilde devam etmeleri ve dengeli beslenmeleri yeterli. Bir de elbette bir yerlerde buluşmak, vakit geçirmek vs. istiyorlarsa açık alanları tercih etsinler.
* “Türkiye’deki arkadaşlar; size ufak bir hatırlatma yapmak istiyorum. Bu virüsün kafası sonradan geliyor!” diye yazmışsınız. En başta İtalyanlar da durumu pek ciddiye almadı galiba ama sonuç ortada maalesef… İnsanları durumun ciddiyetine ikna etmek nasıl mümkün olabilir sizce?
Evet, ben de dâhil olmak üzere hayatı yaşarken gözlediklerimiz farklıydı. Yani her şey normal seyrinde devam ediyordu. Ölüm sayıları yükselmeye başladıkça, virüsün beni öldürmeyeceğini bilsem de onu alıp riskli yaş grubunda yer alan birilerine bulaştırıyor konumunda olmamak için dikkatli olmaya çalışıyorum. Yani sorunun cevabı için ölüm sayıları diyebilirim…