Günümüzde hızlanan yaşam her şeyi olduğu gibi yılbaşı kutlamalarımızı da değiştirdi, artık ailecek biraraya gelinip kurulan masalar yok, kartpostallar, tombalalar, TRT’de özel yılbaşı programları yok....
Hızla akıp giden zamanın, insanlığa sunduklarından ziyade bizlerden insafsızca çok daha fazlasını götürdüğüne inananlardanım. Kendimde yaşadıklarım, çevremde gördüklerim ve duyduğum ifadelerle önceki yılların her anlamda daha revaçta olması ise bu kanaatimi sürekli güçlü kılıyor. İnsan ömrünün göz açıp kapayıncaya değin kısa oluşu ve günümüzde tıp alanında bunca bilimsel gelişme yaşanırken, çaresi bir türlü bulunamayan hastalıklarla gencecik sayılabilecek yaşlarda talihsiz ölümlerin yaşanıyor olması gerçeği, sağlıklı nefes alınarak geçirilen anları ve dolayısıyla yaşadığımız her yılı çok daha fazla önemli kılıyor. Keşke bizden icazet almadan ardı ardına geçen yıllara dur diyebilecek ve arzu ettiğimiz kişilerle, istediğimiz anları ve duyguları yaşayabileceğimiz insanüstü bir becerimiz olabilseydi... O zaman geçen yıllar da tabi ki bizden, bize ait şeyleri götüremezdi elbette.
Mademki yeni yılın gelişi insanoğlunca hiç engellenememiştir, bu da bazı inanışları beraberinde getirmiştir. Mesela “Yeni yıla nasıl girersen, bütün yılın öyle geçer” tarzındaki inanışlar bizim toplumumuzda da bugün olduğu gibi dün de hep var olmuştur. Lakin geçmişte yaşanan bu inanışla, 2012 yılının arifesindeki inanış arasında dağlar kadar fark olduğunu düşünüyorum. 50’li, 60’lı yılları ve 70’li yılların başlangıcını büyüklerimden dinlemiş, 70’li yılların ikinci yarısından itibaren ise yaşama şahitlik etmiş birisi olarak bu değişim sürecini tüm çıplaklığıyla görüyorum. Aşağı yukarı tüm insani olgulardaki olumsuz değişimden yılbaşı kutlaması anlayışı da maalesef ki nasibini almış. Sizlerle, her gelen yeni yılda bir önceki yılbaşına kıyasla samimiyetini yitiren kutlamaların ve yeni yıla bakış açısının mütalaasını yapmak istiyorum.
Öncelikle şunu net olarak belirteyim. O gerçekten özlediğim ve beni heyecanlandıran geçmişteki yeni yıla giriş arifelerinde, cebinde parası olanlar dahi eğlence mekânlarından ziyade evlerinde yeni yıla maaile girmeyi öncelikle yeğlerlerdi. Zira yeni yıla nasıl girersen,tüm yılın öyle geçer anlayışıyla, kutsal aile yapısına verilen had safhadaki önem birleşince, ailecek geçirilmesinin önüne geçecek bir başka alternatifin hayata geçmesi olanaksızdı. Ekonomik durumu iyi olanların, bazı yılbaşlarını gazinolarda karşılayabileceği düşünülse bile, yeni yıl balosuna kesinlikle ailecek gidilirdi. Şimdilerde ise yeni yıl başlangıcının öncesinde ve sonrasındaki iki üç günle birleştirilerek ailelerden uzak birkaç günlük tatil fırsatı olarak değerlendiriliyor olması güncel bencilliğin daha ilk kanıtlarından. Bu durum, aslında ramazan ve kurban bayramlarındaki geleneklerimize göre ailecek geçirilmesi gereken günlerin, yeni nesilce nasıl dejenere edildiğinin örneklerinden.
Genellikle özenle hazırlanan yılbaşı yemekleri soğuk ve yağmurlu akşamlara denk gelen, ama sevdiklerimle birlikte sımsıcak, sevgi ile yenilen o çocukluk yıllarımdaki mütevazı yılbaşı yemeklerini anımsadım birden. Bazen yılbaşı sofralarımızı amca, teyze, dayı, yenge gibi akrabalarımızla ya da gerçek komşulukların kardeşten öte yaşandığı komşularımızla paylaştığımızı hatırlıyorum. Paylaşılan sofralara herkes en iyi yaptığı yemekleri adapte ederdi. Farklı bir özen ve bereket olurdu o gecenin sofralarında. Normal günlerde pek tercih edilmeyen hindi, kalabalık yılbaşı yemeklerinde özellikle tercih edilir ve yılbaşı yemeği olarak anılırdı o günlerde. Hele bir de lezzetli bir elle içi pilavla doldurulduğunda kuşkusuz gecenin favorisi olurdu hindi dolması. Hindinin göğüs bölgesinde yer alan çatal şeklindeki kemikle, kardeşimle ladese tutuşurduk ve daha masadan kalkmadan kız kardeşime ladesi yapan hep ben olurdum. Babam o gece çok sevdiği rakı şişesini annemden saklamadan rahat rahat masaya koyuverirdi, gerekçesi hazır olmasının sonsuz rahatlığıyla. Her çeşit meyve olurdu yılbaşı masalarında. Muz pahalı olduğu için normal zamanlarda pek alınamazdı ama o gece meyve kasesinde muhakkak bulunurdu. Annem ise üstü bol cevizli kabak tatlısıyla masamıza son fırça darbesini vuruverirdi. O resim gibi masa bazen sabaha kadar kalır ve ertesi gün toplanırdı.
KARTPOSTALLAR VE TOMBALA
Özellikle, şehir dışındaki akrabalarımıza, büyüklerimize, dostlarımıza kartpostallar atardık yeni yıllarını kutlamak için. Üzerlerinde genellikle, çevresi çam ağaçlarıyla donanmış ve karla kaplı bir evin yer aldığı bu kartların arkasına el yazımızla yeni yıl dileklerimizi konduruverirdik tüm samimiyetimizle. En azından karşı tarafa ulaşan bizden bir şeyler olurdu günümüzle kıyaslarsak. Bu arada bize ve ailemize gelen kartpostalları da bir kutu içinde sakladığımızı hatırlıyorum. Şimdilerdeki gibi ışıklarla süslenen plastik çam ağaçlarımız yoktu belki ama o gece saksılardaki doğal çiçeklerin üzerine kardeşimle beraber küçük küçük pamuk tanelerini kondurur kar havası verirdik. Ondan bile mutlu olabilmeyi becerebiliyorduk. Hazır süsler de yoktu, balonlar şişirilir, kartondan şapkalar ve maskeler yapardık. Çocukluğumuzda Noel Baba’nın gerçekten yaşadığına inanırdık. Tam olarak inanmayan çocukların içinde bile “ya varsa” diye bir kuşku olurdu. O yüzden de bacadan gireceğine inandığımız Noel Baba bizim eve de gelsin, gelirken bize en yenisinden oyuncaklar getirsin diye yılbaşı yaklaşırken uslanır ve annelerimizi üzmemeye çalışırdık. Şimdiki çocuklar ise Noel Baba’yı alışveriş merkezlerinde hediye dağıtmak için dolaşan tonton bir amca zannediyor. Son dönemlerdeki gibi yılbaşı gecesi çekilecek olan milli piyango büyük ikramiyesi bütün ay boyunca insanların ağzına sakız olmazdı. İnsanlar daha tok gözlü ve kanaatkârdı. Zengin olma hırsı yoktu kimsede. Tombala eski yılbaşı gecelerinin ailecek oynanan olmazsa olmaz oyunlarındandı. Birden doksana kadar torbadan çekilen numara taşları dağıtılan farklı kartlarda da varsa küçük kâğıtlarla ya da çiğ fasulyelerle kapatılırdı. 1.ve 2. çinkodan sonra kartındaki tüm numaraları bularak kapatan tombala yaparak oyunu kazanırdı.
Herhalde yılbaşı gecelerinin en keyifli tarafı, tek kanallı ve tek antenli dönemlerdeki özel eğlence programlarıydı. Seçim yapma imkanımız şimdilerdeki gibi sınırsız değildi ama maaile sofranın başında müthiş keyif alarak izlerdik yılbaşı eğlence programlarını. Çıkan sanatçıları o gün evlerimize gelen birer konuk gibi ilgiyle seyrederdik. Çabucak tüketim yoktu günümüzdeki gibi. Zeki Müren ise yeni yıl gecelerinin her zaman assolistiydi. Onun eşsiz Türkçesiyle izleyicilerin yeni yılını kutladığı anlar ayrı bir dikkatle izlenirdi. Türkçeyi daha iyi konuşana ondan sonra gerçekten hiç rastlamadık. Gecenin ritüeli ise bir sonraki yıla girilen dakikalarda dansöz Nesrin Topkapı ile yaşanırdı ve tüm erkekler o anları dondurmak isterdi.
Günümüzde ise bunların hepsi geçmişte kaldı.
Hayat acısıyla tatlısıyla devam ediyor ve yıllar inatla geçip gidiyor…
Yaşamı samimiyetle paylaşabilmek dileklerimle.
İyi Seneler….
Serkan OKAY