Sizler için yaz aylarının en eğlenceli mekânı olan lunaparkı deneyimleyip, yeniden çocuk olduk. Gondol keyfinden çarpışan arabalara varıncaya dek lunaparkın altını üstüne getirdik!
Kaan DERTÜRK
Lunapark denince çoğumuzun aklına dönme dolap, salıncaklar, güldüren aynalar ve korku tünelleri gelir. “Bizim zamanımızda buralar hep tarlaydı” diyen büyüklerin aklına ise tahterevalli, Karagöz oyunları, kayık salıncakların geldiği kuşkusuz. Lunaparklar, her kuşağın aklında farklı bir yer edinse bile eğlenceli vakit geçirmek konusunda başarılı olduklarını söylemek yanlış olmaz. Biz de bu haftaki haberimizde çocukların bayram harçlıklarını zevkle bitirdikleri yer olan lunaparka, Kadıköy’ün gözünden bakıyoruz. Pek çok elektrikli oyuncak ve makinelerden oluşan lunaparklar da insan hayatının değişmesine paralel olarak evrim geçiriyor. Lakin Bostancı Lunapark’ı halen direnişini sürdürüp, ziyaretçilerini ağırlıyor. Hem son kalan lunapark kültürü bir nebze olsun yaşamak hem de keyifli vakit geçirmek için Bostancı Lunapark maceramız başlıyor. Lunaparkın geniş kapılarından içeri adım atmamızla birlikte gördüğümüz manzara karşısında nefesimizi tutmamız bir oluyor…
İLK KARŞILAŞMA
Öncelikle söylemekte yarar var. Burası çok büyük. Ama öyle böyle değil, gerçekten çok büyük. Annelerin, çocuklarına “Ne kadar seviyorsun?” diye sorduklarında çocukların “dağlar kadar” demesi gibi büyük. Giriş kapısında “Bostancı Lunaparkı” yazısını gördüğünüzden itibaren zaten büyüklüğünü hesap edebilirsiniz. Yavaş yavaş adımlarımızı hızlandırıp, oyuncaklara göz attığımızda ise metrelerce yükseğe çıkabilen gondol, sizi bir aşağıya indirip bir yukarıya çıkartmakla görevli dönme dolap, lunapark nostaljisinin vazgeçilmezi atlıkarınca ile karşılaşıyoruz. İlk seçimler hep zordur. Elbette bu seçim de zor oldu. Atlıkarınca mı yoksa Gondol mu derken bizim gibi zaman kaybedebilirsiniz. O yüzden lunaparka gitmek gibi bir düşünceniz olursa eğer önce hangi oyuncağa binmeniz gerektiğini kararlaştırmanız en doğrusu olacaktır.
GONDOLU SEÇTİK!
Yorucu düşünme faslından sonra kararımız gondoldan yana oluyor. Fakat bu gondol size çok masum gelmesin. Bu bizim bildiğimiz gondollardan değil! Okullarda öğretilen bilgilere sadık kalarak Venedik kanallarında kullanılan küçük kayıkların kafanızda canlanmasında hiçbir sorun yok. Fakat bu kayık bu sefer suda değil, aksine havada süzülüyor! İşte lunapark gondolu tamamen bunu yapıyor: havada süzülüyor. Adımlarımızı tahta gondolun içine atmamızla birlikte artık bu yoldan geri dönüşün olmadığını anlıyoruz. Bu gondol az sonra havalanacak! Gezimizi akşamüstü yaptığımız için çok fazla da misafir yok. Yani eğlenceli ve heyecanlı yolculuğumuzda yalnızız… Koltuğa oturmamızla birlikte öncelikle güvenlik önlemlerini alıyoruz. Birkaç koruyucu kemer sayesinde koltukla bütünleşmemizden sonra bu kayığın artık uçmaması için hiçbir neden yok. Görevlinin butona basmasından sonra yavaşça kalkışa geçiyoruz. İçimizde daha hiçbir korku yok. Ama az sonra adrenalin hormonumuz hızlı bir şekilde çalışmaya başlayacak, hissediyoruz. “Korkunun ecele faydası yok” diyerek gondol yolculuğumuz başlamış oluyor… Gondol sefası üç dakika sürüyor. Tam tamına 180 saniye. Ne eksik ne de fazla. Hem eğlenmek için hem de başka oyuncaklarla buluşmak açısından yeterli bir süre. Lunapark içinde ikinci oyuncağımızın ne olduğunu düşünmeye başlıyoruz.
ATLIKARINCA GÜZELDİR
Lunapark kültüründe gondol gibi yükseklere uçuran, adrenalin yükselten oyuncaklardan sonra atlıkarınca gibi daha klasik daha ayaklarımızın yere basacağı oyuncaklara binmemiz gerekirmiş. Bu bilgiyi nereden aldık derseniz eğer, lunapark çalışanları cevabını vermemiz gerekir. Eğer çevrenizde hangi oyuncağa binelim diye bakınıyorsanız çalışanlar “atlıkarınca güzeldir”, “çarpışan arabalara binmeden gitme” cümlelerini işitebilirsiniz. Biz de bu çağrıya kulak verdik ve atlıkarıncaya doğru emin adımlarla ilerledik.
FİLM KARESİ GİBİ
Atlıkarınca aslında hepimizin aşina olduğu bir kare. Çeşit çeşit renkli atlar kıvrak hareketlerle hop aşağıya hop yukarı kalkıp birbirlerini takip ediyorlar. Filmlerde bu sahneyi görmeyen yoktur herhalde. Biz de bu film karesini canlandırmak için atlıkarıncaya biniyoruz. Oyuncağımızın çalışmaya başlamasından itibaren bu sefer nefesimizi tutmak yerine yüzümüzde sade bir gülümseme oluşuyor.
DÖNME DOLAP AMA NE DOLAP…
Açıkçası atlıkarınca oldukça yorucuymuş. At sırtında gitmek o kadar da kolay değilmiş. Tatlı yorgunluğumuzdan sonra üçüncü oyuncağımız ne olacak diye kara kara düşünürken aklımıza dönme dolap geliyor. Hem göklere çıkıp Kadıköy’ü yukardan izlemek için iyi bir alternatif hem de yolculuğumuza son noktayı koyarken nabzımızı düşürebileceğimiz sakin bir gezi yapma olanağı sunuyor. Bize ayrılan bölüme geçmemizle birlikte kemerlerimizi bağlayıp, yükseklere doğru yol alıyoruz. Dört dakikalık dönme dolap gezimizden sonra lunapark maceramız son buluyor…
DAHA FAZLA ADRENALİN İÇİN…
Biz boynumuzda fotoğraf makinesiyle lunaparka girdiğimiz için “fazla heyecanlı” aletleri deneyimleyemedik. Ama siz “Daha fazla adrenalin istiyorum” derseniz Bostancı Lunaparkı’nda bununan sizi uçuracak Twister Coster, G-max fırlatma topu, yine bir fırlatma aleti olan Rock’n Roll ve elbette Korku Tüneli’ni deneyebilirsiniz. Her bir alet için 7 TL’lik bilet almanız gerekiyor.