TMMOB Şehir Plancıları Odası 17. Dönem İstanbul Şube Başkanı, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Kentleşme ve Çevre Sorunları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Pelin Pınar Giritlioğlu, kent hukuku üzerine kitap yazdı. Kentsel dönüşüm, kentsel yenileme, imar hukuku, kentsel suç gibi konularında çalışan Giritlioğlu’nun “Kentin Hukuku” adlı kitabı Nobel Akademik Yayıncılık’tan çıktı. 384 sayfalık kitap; Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılına dek, ülkenin kentleşme deneyimini ele alıyor. Kitapta, bu deneyimin geri planındaki itici güçler, kente fiziki mekânsal müdahaleler, meslek ve kent hakkı mücadeleleri, toplumsal dayanışma pratikleri bağlamında yüzyılın muhasebesi yapılarak ortaya konuluyor.
Pelin Pınar Giritlioğlu ile 6 yılda hazırladığı kitabını konuştuk.
- Bu kitap nasıl bir ihtiyaçtan doğdu?
Temelde iki sebebim vardı bu yola çıkmak için. Birincisi, yıllardan beri birçok üniversitede kentin hukukunu anlatıyordum. Ancak bu konuda yazılan kitaplara baktığımda, ya hukuk disiplini altında yazılmış imar hukuku kitapları, ya da planlama disiplini altında yazılmış, planlama ilke ve esaslarını konu alan kitaplar görüyordum. Oysa ki, kentin hukuku, bu iki disiplinin birlikte ele alındığı bir zemine ihtiyaç duyuyordu. Kentin hukukunu, dümdüz bir idare hukuku mantığıyla anlamak ve anlatmak yeterli olmuyordu. Aynı şekilde, planlama disiplini perspektifinden ortaya konan anlatılar da eksik kalıyordu. Kente yönelik üretilen politikaları, bu politikaların ürettiği hukuk sistemini geçmişten bugüne ortaya koyup, ayrıntılı bir fotoğrafını çekmeden yapılacak her çalışmanın boşluklar içereceğini, yetersiz kalacağını düşünüyordum. Bu kitap, işte bu boşluğu doldurmak, hukuki politika ve uygulama ve ilkeler arasındaki bağları kurmak amacıyla yazıldı.
“TARİHE NOT DÜŞMEK İSTEDİM”
İkincisi, başta İstanbul, Ankara olmak üzere, kentlerimizde, kentlilerin ve kente sahip çıkan meslek odalarının, sivil toplum kuruluşlarının, dayanışma gruplarının onurlu mücadelelerini tarihe not düşmeyi amaçladım. Dayanışma ve örgütlü mücadelede, her seferinde olmasa da, birçok sefer kentler adına büyük kazanımları getirmiştir. Bunun en önemli örneklerinden biri Gezi Parkı mücadelesidir. Gezi Parkı bugün hala yerinde duruyorsa, bu, onurlu bir mücadelenin sonucunda meydana gelmiştir. Haydarpaşa Gar olarak, Validebağ koru olarak kalmışsa, bu yine sabırla sürdürülen mücadelelerin sonucudur. Ve elbette, bir yandan da verilen bu kent mücadeleleri arşivlerde kalsın istemedim. Cumhuriyet ile hesaplaşma adına Cumhuriyet değerlerini yerle bir eden, yıkıntılar üzerinde zafer pozları veren kent yöneticilerinin fotoğrafları da, kültür mirasını koruma adına canla başla uğraşan meslek odası yöneticilerinin fotoğrafları da unutulmasın istedim.
“DENGE SERMAYE LEHİNE BOZULUYOR”
- Kentin hukuku deyince ne anlamalıyız?
Kentin hukukundan söz ederken, aslında kentlilerin, tüm insanların temel yaşam haklarını koruyup gözeten bir düzenden söz ediyoruz. Bu düzen ve denge tüm dünyada olduğu gibi, bizde de –belki bizde daha fazla- zaman içinde bozuluyor. Sermaye lehine bozuluyor. Kamu otoriteleri kamudan daha fazla sermayeye hizmet eder hale geliyor. Bu düzenin bozulması, aslında bir domino taşı etkisi yaratıyor ve kentin tüm bileşenleri bu değişimden etkileniyor. Kentin hukuku, kamu yararının korunup gözetildiği bir düzeni temsil eder. Bu hukukun varlığı halinde, doğal varlıklar, kültürel miras, kimlik, sosyal yapı, özetle yaşam hakkını temsil eden tüm değerler bir denge içinde korunur.
- “Kentin hukuku”nun, Türkiye’nin klasik hukuk dalları içinde henüz kendi adıyla bir yer kapsamadığını söylüyorsunuz. Bu şekilde bir isimlendirme olmasının önemi nedir?
Kentin hukuku bugün idare hukukunun bir alt dalı olan imar hukuku ile temsil ediliyor. Ancak söz ettiğim gibi, bu yeterince kapsayıcı bir içeriğe sahip değil ve o hukuku üreten, düzenleyen dinamikler politikaları hesaba katamıyor. Bu halde de anlaşılması zorlaşıyor ve bir tarafı sakat kalıyor. Bir adım öteye götürüp kent hukuku da değil, kentin hukukundan söz ettiğimizde, içinde az önce bahsettiğim tüm kentsel politikaların, planlama ilke ve esaslarının deneyimlerinin de birer bileşen olarak yer aldığı bir sistemi anlamak gerekiyor. Bu sistem Anayasa’nın yasaların koruması altında, insanların ve tüm canlıların sağlığını refahını, yaşam hakkını koruyan bir bütünü temsil ediyor.
- Hukuk denilince aklıma serbest çağrışımla hak kelimesi geliyor. Oradan da “kentli hakkı” kavramına varıyoruz. Kentin hukukunda kentlinin yeri nedir?
Tarihte ilk pozitif hukuk kuralları kentlilerin haklarını korumak ve onlara ayrıcalık kazandırmak üzere ortaya çıkmış. Bu nedenle hukukun kaynağında indiğimizde karşımıza kent hukuku ve onun temel yaşam haklarını düzenlediği kentliler çıkıyor. Kent insanı, yaşam haklarına sahip çıkabilmek adına kentte büyük mücadeleler veriyor. Küreselleşme sürecinin kentler üzerindeki baskısını giderek artırması, doğal kaynakların bu süreçte tahribata uğraması, kamusal hizmetlerden alınan payın azalması, yetersiz eğitim sağlık hakları, kamusal alanların satılarak yok olması, afete karşı direncin giderek kırılması gibi sonuçları doğuruyor. Kentli, hakkı olan bu kaynaklara erişim için bir mücadele veriyor.
- Olması gerekeni düşündüğümüzde, kentler mücadele değil, yaşam alanımız olmalı. Ne dersiniz?
Evet kentte yaşayanlar, zaten hakları olan bir kent hakkı, ya da yaşam hakkı için mücadele etmek zorunda olmamalı. Zaten Anayasamız da devlete, vatandaşını sağlıklı, güvenli, dengeli bir çevrede yaşatma, can ve mal güvenliğini sağlama yükümlülüğü tanımlıyor. Bu nedenle kent mekanı bir mücadele alanı değil, insanların huzur ve güven içinde yaşadığı bir yaşam alanı olmalı. Biz ise ne yazık ki, Anayasanın kamuya yüklediği sorumlulukları, kamuyla mücadele ederek almaya çalışıyoruz.
“KENTSEL POLİTİKAMIZ İNSANCIL DEĞİL”
- “Kentsel dönüşüm” adı altında kentler değil, konut alanları üretildi. Bu projeler vasıtasıyla yeni kent yoksulları ve kent sürgünleri yaratıldı” diyorsunuz. Kentsel dönüşümde yapılan temel hata /eksik nedir sizce?
Ülkemizde kentsel dönüşüm, inşaat yapmak olarak algılandı. Yeni bir konut, güvenli bir çevreye karşılık gelmede yetersiz kalıyor. Kentsel dönüşümün temel hedefi yaşam kalitesini artırmak ve sağlıklı, güvenli bir yaşam çevresi temin etmek olmalı. Bizim kentsel dönüşüm politikamız, kent merkezinde yaşayan insanları kentin dışına gönderen, kent merkezini varsıl sınıflara yeniden pazarlayan, kamucu politikaları dışlamış bir politika. İnsan odaklı ve insan ölçeğinde değil. Sadece ekonomik karlılığı önceleyen bir yaklaşımla ele alınmamalı kentsel dönüşüm. Kapsayıcı olmalı, aktörler arası işbirliğini ve katılımcılığı önemsemeli, sosyo-ekonomik sorunlara da çare olmalı. Konut edinme ve barınma seçeneklerini çeşitlendirmeli, kamu desteğini güçlendirmeli.
“İSTANBUL LABORATUVAR GİBİ”
- “Türkiye’nin kentleşme deneyimi, büyük kentler üzerinden, ama en çok da İstanbul örneği üzerinden okunabilmektedir” diyorsunuz. Bu kitap da ağırlıklı olarak İstanbul’un kent hukukunu ele alıyor diyebilir miyiz?
İstanbul bu anlamda bir laboratuvar gibi. Her dönem İstanbul üzerinden inşa edilen ve uygulamaya konan politikalar, ülkenin kentleşme politikalarının ve kent hukukunun şekillenmesine örnek teşkil etmiş. İstanbul’un Sanayi Planları kapsamında sanayileşmesi ve buna paralel ortaya çıkan barınma sorunu ve gecekondulaşma, karayolu politikaları, 80 sonrası dönemin imar afları ve ıslah planları ile 2002 sonrası dönemde uygulamaya konan hukuksuz kentsel dönüşüm ve planlama çalışmaları İstanbul’u bu kitabın öznesi haline getirdi.
- Tam da Cumhuriyet’in 100. senesini yaşarken, yüzyılın bir muhasebesini yapıyorsunuz. Geçen 1 asra bakış atarsak, nasıl bir tablo çıkıyor karşımıza?
Giderek kamucu anlayışın yerini sermaye odaklı bir anlayışa terk ettiği bir kentsel politikanın yansımasını görüyoruz bu fotoğrafta. Adım adım, kentli haklarının imar haklarına karşılık geldiği bir ekonomik düzen inşa edildiğine tanık oluyoruz. Kent mekanı kamunun elinden kayıp gidiyor, planlama kentlinin temel sorunlarına çözüm sunamıyor. Rant odaklı bir düzeni kurgulamanın aracı olarak yararlanılıyor planlardan ve de yasalardan.
- Bu kitabı kimler / neden okusun istersiniz?
Bu kitabı en başta merkezi ve yerel, eski ve yeni kent yöneticileri okusun isterim. Geçmişte yapılmış ve halen sürdürülmekte olan hatalı politikalarla bir yüzleşme yaşasınlar ve ders çıkarsınlar isterim. Kenti bir kent hakkı mücadele alanı olarak deneyimleyen herkesin bu kitaptan çıkaracakları olduğuna, bu kitabın bir yerinde kendilerini bulacaklarına inanıyorum. Hem bir plancı olarak, planlama mesleğini icra eden meslektaşlarıma, planlama öğrencilerine katkı sunacağına inanıyorum, hem de kamu yönetimi alanında eğitim veren bir kurumun parçası olarak, kamu yöneticisi olacak öğrencilerimin de bu kitaptan öğreneceği çok şey olacağını düşünüyorum.