Maltepe Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Betül Çotuksöken ile hayata, insana, bugüne, geleceğe ve felsefenin kendisine dair “felsefe yaptık”…
Eylül BİROL
Kadıköylülerin geçen dönem, Tarih Edebiyat ve Sanat Kütüphanesi TESAK’ta düzenlenen “Felsefe Söyleşileri”nden tanıdığı, Maltepe Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Betül Çotuksöken ile hayata, insana, bugüne, geleceğe ve felsefenin kendisine dair “felsefe yaptık”…
Kadıköy Belediyesi ile ortak “Felsefe Söyleşileri” yaptınız. Nasıl geçti, devamı gelecek mi?
Ben çok iyi geçtiğini düşünüyorum. Bizim “Felsefe Söyleşileri” çerçevesinde Kadıköy Belediyesi ile daha önceki yıllarda da işbirliğimiz olmuştu. Üniversite olarak başka işbirlikleri de yaptık ve hala yapıyoruz. Gelecek yıl söyleşileri beraber yapmak ve buna uluslararası boyut katmak istiyoruz. Kadıköy’ün entelektüel kapasite açısından yüksek bir İstanbul ilçesi olduğunu düşünüyoruz. Ben de yıllarca Kadıköy’de yaşamış bir kişi olarak bu tür çalışmaları önemseyen bir bölge olduğu kanaatindeyim.
Bizim ülkemizde insanların felsefe ile arasında bayağı bir mesafe var. Sizce neden bu kadar uzak duruluyor felsefeye?
Bütün kesimlerde çok uzak durulduğu kanaatinde değilim ben aslında. Uzak durmanın da ötesinde, korkuluyor aslında felsefeden. Öğrenci kesiminde de görülen bir şey, halkta da görülüyor. Bunda iki tarafın da payı var. Bazen felsefecilerin ya da filozofların hakikaten anlaşılmaz düzeyde konuşmaları söz konusu. Biraz da özeleştiri yapmaya çalışıyorum. Eğer siz bir felsefeci olarak açık, aydınlık, arı, duru bir dille yaptığınız çalışmaları, önce kendiniz için sonra karşınızdaki insanlar için en anlaşılır hale getirirseniz, felsefenin hiç korkulacak bir şey olmadığını; tam tersine bizim insanlığımızı yaşamakta, daha iyi noktalara taşımakta hızlandırıcı bir bilgi bağlamı olduğunu fark edersiniz.
GÜNLÜK YAŞAMLA BAĞ KURMALI
Peki, eğitim sisteminin hiç mi suçu yok? Felsefe eğitimi ve eğitimcisi konusunda ne düşünüyorsunuz?
Ben insanların felsefeden korkmasında bir bakıma karşılaştıkları felsefe öğretmenlerinin bu arı, duru ortamı sağlayamayışlarında bir pay görebiliyorum. Son derece değerli, hatta öğrencilerinin hayatına yön çizen öğretmenlerimiz de var. Ama bazı öğretmenlerimizin, konuları çok iyi anlayamadığı için zorlandığını görüyoruz. Öğretmen yetiştirme konusu çok önemli.
Türkiye’de 97-98 eğitim öğretim yılından beri Felsefe dersi zorunlu. Üniversitelerde çok iyi çalışmalar yapan fakülte ve bölümlerimiz var. 80’e yakın diploma programı var felsefe alanında. Ancak hangi alanda olursa olsun o alana isteyerek, severek dâhil olup katılmak gerekiyor. Eğer daha üniversite tercihinde kendi isteminin dışında puanı tutmadığı için gelenler varsa bu enerjiyi zaman zaman gösteremeyebiliyorlar.
Dersin müfredatının çok iyi incelenmesi gerekiyor. Benim de başkan yardımcılığını yaptığım Türkiye Felsefe Kurumu’nda bu konu üzerine çalışmalar yapıyoruz. Felsefe tarihi bilgisi ile kafaları ansiklopedik bilgi küpü haline getirmenin doğru olmadığını düşünüyorum. Öğrenciler günlük yaşamları ile bağ kurduğu takdirde çok severek katılacaktır bu derslere.
“İyi insan” olmakla felsefe arasında bir bağ var mı?
Var denebilir. Gerçi iyi insan tanımını nasıl yaptığımıza bağlı bu. Ne türden bir düşünme, ne türden bir bilgilenme, ne türden bir eylemde bulunma… Buna ilişkin nasıl bir bakış açınız var. Bu kişiden kişiye değişebiliyor. Gerçekten şöyle bir noktada da buluşabiliriz gibi geliyor: Her birimiz çeşitli insanlık durumlarından geçiyoruz. İçinde bulunduğumuz durumları olağan ve krizli durumlar olarak ikiye ayırabiliriz. Esas mesele krizli durumda iyi, adil, eşitlik yanlısı, cesur, özgür insan gibi tanımların yapılması. Her şey yolunda giderken çok da bir şeyler sınanamıyor. Ama ne zaman ki bir takım problemler, zorluklar karşımıza çıkarsa o zaman kişinin ne denli cesur, adil, “iyi” olduğunu görürüz.
KADINLARIN KONUŞMASI LAZIM
Toplumun kendisine dönersek; Kadın cinayetleri, taciz, tecavüz, çocuk gelinler, trafikte bile birbirine tahammül edemeyen insanlar… Bu kadar tahammülsüzlük varken felsefe bize çare olur mu?
Doğrudan doğruya akademik felsefe eğitimiyle bu mümkün değil. Uzun zamana ve insanlaşma eğitimine ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Tepkilerimizi hemen öfkeyle veriyoruz. Bu öfke, şiddet dilde başlayıp eyleme kadar sürüyor. Hakikaten ürkücü tablolarla karşı karşıyayız. Aile içerisinde anne ile babanın, herhangi bir konuyu tartışırken nasıl bir yol izlediğini gören çocuk buradan alıyor ilk eğitimi.
Toplumsal değişim kolay gerçekleşen bir şey değil. Toplumun bilgi ile buluşması lazım. Örneğin biz üniversite olarak okullar aracılığı ile çevredeki insanlara ulaşıyoruz. 2 ay önce Maltepe ilçesinde bir okul aracılığı ile annelere ulaşıp ailede insan hakları konusunu anlatmaya çalıştık. Sancaktepe, Maltepe ve Sultanbeyli’de yaptık. Sultanbeylili kadınlarla, özgürlük kavramını, aile içindeki yalın öykülerden yola çıkarak ele aldık. Kadınlardan bir tanesi çıkarken “kendimi çok iyi hissediyorum” dedi. Bence o iki saatlik çalışmanın en güzel yanıydı. İnsanların, özellikle kadınların konuşması lazım. Geleneksel aile içinde kadının konuşmasına alışkın olmayan bir eş fazla konuştu diye çekip silahı öldürüyor. Yani insanların bedensel eyleme geçmesini bir kenara bırakın, konuşmasına dahi tahammül edemeyen durumlarla karşı karşıyayız.
Tarihin, kültürün ve yaşayış biçimlerinin hiç etkisi oluyor mu bu durumlarda?
Olmaz mı! Üzerine düşünülmeden kuşaktan kuşağa yeniden üretilen geleneklerin kesinlikle etkisi var. Biz doğal, toplumsal, tarihsel, kültürel varlıklarız. İnsanı insan yapan bunlar. Dilde, belleklerimizde sakladıklarımız, yaşantılarımız, belleğimizde anı olarak kalanların birlikteliği ile şu an buradayız. Bütün bunları, geleneksel aile kalıplarının, toplulukçu değerlerin söz konusu olduğu yapılarda aşamıyor insanlar. Onun için bol bol bir araya gelme, konuşmak, tartışmak, anlamaya çalışmak lazım.