Dikenli duvarların ardında doğan, çizdikleri resmin konusu demir parmaklık olan çocuklar, Kadıköylü gönüllülerin elinden tuttular ve şarkılarda söyledikleri kırmızı balığı görmeye gittiler
Eylül BİROL
Hayatlarında hiç balık görmemiş en büyüğü 5 yaşında bir grup çocuk geçtiğimiz pazartesi günü defalarca bu şarkıyı tekrarladılar: “Kırmızı balık gölde, kıvrıla kıvrıla yüzüyor…” Dışarıdan bakana oldukça olağan gelen bu çocukları yaşıtlarından ayıran en önemli şey, okullarının birkaç metre ilerisine dikilmiş uzun duvarlar. Duvarın ardında hapisteki anneleri ile birlikte yaşayan çocuklar Adalet Anaokulu’nun küçük üyeleri… Heyecanla söyledikleri kırmızı balık şarkısının sebebi de biraz sonra Kadıköy Belediyesi Hasanpaşa Gönüllüleri ile gidecekleri İstanbul Akvaryum’daki balıkları görecek olmaları.
DUVARIN ARDINDAKİ OKUL
Anaokulu Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda olunca, haliyle izin işlemleri uzadıkça uzuyor. Bu sırada Hasanpaşa Gönüllüleri ise getirdikleri bebek bezi ve kıyafetleri okula taşıyor. Eşyalar ince elenmiş sık dokunmuş. Cezaevi her şeyi kabul etmiyor. Beklerken sıkılan çocukları oyalamak için öğretmenleri, tekrar anaokulunun içine sokup resim çizdiriyor. O sırada stajyer öğretmenlerinden biri Adalet Anaokulu’nda işlerin nasıl yürüdüğünü anlatmaya başlıyor:
“Burası herhangi bir anaokulu gibi işliyor aslında. Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak çalışıyoruz. Öğretmenleri, müdürü, çalışanları var. Cezaevlerinde çocuklar sadece 5 yaşlarına kadar anneleri ile kalabiliyorlar. Daha sonra eğer sahip çıkacak bir akrabaları yoksa 6 yaşına geldiklerinde Çocuk Esirgeme Kurumu’na gönderiliyorlar. Bu yüzden 3, 4 ve 5 yaş için üç ayrı sınıfımız var. Sabah geliyorlar, akşamsa sadece anneleri ile yatabildikleri için geri gidiyorlar. Daha önceleri anneleri ile birlikte yemek yiyen çocuklar için anaokulunda ayrıca yemek de çıkmaya başladı. Temaslarımızı olabildiğince artırıp diğer anaokulları gibi işletmeye çalışıyoruz.”
Çocuklar akşam olup “koğuşlara” döndüğünde, kreşte gördükleri arkadaşların hiçbiri ile temas edemiyorlar. “Gürültü yaparlar” gerekçesiyle, her koğuşta sadece 1 çocuk olmak üzere yerleştiriliyorlar. Gönüllüler ile geziye gelecek çocuk sayısı 14 ama anaokulunda yeri geldiğinde 60 çocuğun olduğu da oluyor. Öğretmenlerinin en çok yakındığı konulardan biri de çocukların eğitimine düzenli devam edememek. Çocukların yemeğini pişiren görevlilerden biri “Bazen akrabalar geliyor. Bir haftalığına çocuğu alıp götürüyorlar. Dengelerinin bozulduğu oluyor” diye açıklıyor bu durumu.
RESMİN ANLATTIKLARI…
Her çocuk akrabası olacak kadar şanslı değil. Özellikle yabancı uyruklu annelerin çocukları… Gönüllülerle geziye gelecek çocuklardan 4’ü yabancı uyruklu. 2’si Türkçe bilmiyor. Resimler bittiğinde herkes öğretmenine resmini anlatıyor. “Sen ne çizdin?” sorusuna, 4 yaşlarında bir çocuğun cevabı ise büyüme çağında yaşadıkları çevrenin, çocukları nasıl etkilediğinin bir göstergesi: “Demir çizdim öğretmenim!” Elinde tuttuğu resimde birbirine paralel onlarca çubuk, parmaklıklar…
Nihayet işlemler tamamlanıp kırmızı balıkların okyanusa açılma vakti geldiğinde, hapishanede doğan ve büyüyen çocuklardan bazılarının araba bile görmedikleri söyleniyor. “Büyüme evreleri çok sıkıntılı. Sadece kadınların arasında büyüdükleri için bazı çocuklar erkek görünce korkuyorlar” diyor öğretmenleri. Ortamlarından kaynaklı kötü cümleler kurma ve birbirlerine zarar verme oranlarının da yüksek olduğundan bahsediyor.
KIRMIZI BALIK GÖLDE
Çocuklar ve gönüllüler Akvaryum’a doğru yola çıkarken, yasal gerekçelerden dolayı ismini veremediğimiz biri erkek biri kız iki çocuğa “Büyüyünce ne olacaksın?” diye soruluyor. Sık sık uçak geçmese de “Uçak gördüm!” diye bağıran erkek çocuk “Savaş uçağı olacağım!” diyor. Kız ise kendinden emin yanıtlıyor: “Ben gardiyan olacağım!”
En küçüklerden birinin yol boyunca söylediği “Atem tutem ben seni, şekere katem ben seni” şarkısı eşliğinde Akvaryum’a varılıyor. Hayatında ne balık ne de deniz görmüş çocuklar heyecanla akvaryumu geziyorlar. Her şey keşfedilmeye değer olduğundan, yürüyen merdivenler en az balıklar kadar ilgilerini çekiyor. Çocuklar daha sonra lokantada karınlarını doyurup gönüllülerle birlikte “evlerine” geri dönüyorlar.
Gitme vakti geldiğinde, anaokulunun önünde, cezaevinin içinde gönüllüler ve çocuklar el ele tutuşup büyükçe bir yuvarlak kuruyorlar. Samed Behrengi’nin “Küçük Kara Balık” hikayesinin sonunda, aslında kendi hikayesi henüz başlamamış, sabaha kadar denizi düşünen kırmızı balığın şarkısı ile başlayan gün yine onunla bitiyor: “Kırmızı balık gölde, kıvrıla kıvrıla yüzüyor…”
Damla Özen – Tiyatrocu, Hasanpaşa Gönüllüsü
“Bütün çocuklar bizim. Gördüklerimizse biraz daha farklı koşullarda olan çocuklarımız. Daha önce temas ettiğim bir şey değildi bu durum. Geçtiğimiz günlerde Gebze Kapalı Cezaevi’ne gitmiştik şimdi de buraya geldik. Bu toplumda bizim büyük başlıklarımız var ama temas etmediğimiz sürece sistemin ne kadar korkunç olduğunu görmüyoruz. Bu çocuklar “mahkûm” veya “suçlu” değiller.
Annelerinin yanında olmak için bu koşuldalar ve mahkûmlarla aynı mahrumiyete sahip olmamalılar. Bulundukları yaş açısından da psikolojik olarak bu çok önemli. Bugün yaptığımız çok değerliydi ancak bizim çocukları üç dört saatliğine bir yere çıkarmamızın ötesine gidebilmeli. Bir parmak bal çalmak gibi değil, yapılanı sürekli kılabilmek ve koşulları daha iyi yapabilmek adına devamı gelmeli.”
Cezaevi kuralları gereği çocukların sadece el ve ayaklarının fotoğraflarının çekilmesine izin veriliyor