Mine Yıldırım… Akademisyen, hayvansever ve hayvan hakları savunucusu. Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimleri mezunu. Lisansı ve yüksek lisansını da aynı üniversitede tamamladı. Şimdilerde Newyork’taki Newschool Üniversitesi’nde siyaset bilimleri doktorasını yapıyor, şehir araştırmaları alanında çalışıyor. İstanbul'un yakın tarihinde yerel yönetimler eliyle yerleri değiştirilen sokak köpeklerinin hareketlerini takip ediyor, köpeklerin kapatıldıkları mekânlar içinde ve civarında itlaf ve tecrit pratiklerini inceliyor.
Geçen yıl Kadıköy Belediyesi Açık Akademi’de ‘’Dört Ayaklı Şehir’’ adlı seminerler veren Mine Yıldırım anlatıyor…
Sizi bu çalışmaya iten olay kediniz Fındık’ın kaybolmasıymış, değil mi?
Hayvanseverim, mahallemdeki sokak hayvanlarına bakıyordum ama İstanbul’daki hayvanların neler yaşadığını kedim kaybolmadan önce çok bilmiyordum. Onu ararken, bu terk edilen hayvanlarla tanıştım. 2010’da, uzey ormanları tarafındaki terk edilen köpekleri besleme yerine gitmeye başladım. Oraya gittikçe bu hayvanların sayısının her hafta, her ay gözle görülebilir bir şekilde arttığını gördüm.
‘’KÖPEKLER ORMANA ATILIYOR’’
Şimdi tezinizde de bu konuyu mu araştırıyorsunuz?
Çalışmamın tarihsel kısmında İstanbul’da 20.yy başından bugüne kadar olan belediyeciliğin sokak hayvanları yönetimini araştırıyorum. Araştırmanın güncel kısmında da İstanbul iki ana bölgesine (Sarıyer Kısırkaya ve Pendik Kurtköy havzalar) bırakılan hayvanları inceliyorum 2011’den beri. Belediyeler, özellikle İstanbul Büyükşehir Belediyesi köpekleri bu ormanlara toplu halde terk ediyor.
Aradan geçen 6 yılda ulaştığınız rakamlar, gözlemleriniz neler?
6500’ü aşkın ormana terk vakası tespit ettim. Bunlar araştırmam dahilinde üzerine çalıştığım, birebir tanık olduğum/bilgisi bana ulaşan vakalar. Tüm İstanbul’u düşününce bu rakam çok çok daha fazla maalesef.
Bu hayvanlar neden ve nasıl atılıyor ormanlara?
Genelde geceyarısı ya da sabaha karşı büyükşehir belediyesinin temizlikçileri bu hayvanları kamyonlarla buraya taşıyorlar. Damperi açıp bu hayvanları inşaat atığı döker gibi döküyorlar!
‘’YASAL DAYANAĞI YOK’’
Peki bu terk etmelerin yasal dayanağı nedir?
Yasada bir köpeği toplamak için zorunlu kılınan gereklilikler var. Sağlık ekibi olmaksızın siz o köpeği alamazsınız, uyuşturucu ilaç doz edemezsiniz. Ama bu şekilde yapılıyor maalesef. Veteriner bazen oluyor, çoğunlukla temizlik işleri personeliyle bu işlemler yapılıyor. İlaç yanlış dozda yanlış damara veriliyor, hayvan derdest ediliyor. . Yüzlerce kilometre kamyonların içinde havasız kalmış şekilde getirilmiş oluyor, sersemlemiş, baygın, hatta atıldığı anda itibaren ölen hayvanlar var. Yani ciddi hayvan hakkı ihlalleri yapılıyor.
Peki siz sahada bunlara tanık oluyorsunuz. Belediye yetkilileri bu durumu nasıl açıklıyorlar?
‘Şikayet var, bunlar şehirde yaşayamaz, yaşlı, hasta, insanı ısırdı’ deniyor. Belediyelerle görüşmelerim 17-25 Aralık 2013’ten itibaren sekteye uğradı. Türkiye’de zaten şeffaf, hesap verebilir belediyecilikte ciddi sorunlar var. Ülkenin siyasi gündemiyle beraber belediyelerle, özellikle İstanbul Büyükşehir Belediyesi’yle kurmaya çalıştığımız irtibat sekteye uğradı.
‘’KÖPEKLER ORMANDA ÖLÜYORLAR’’
Ormanlara bırakılan bu hayvanları akıbeti ne oluyor?
Ormanlar, şehir köpeklerinin yaşam alanı değil. Kent yaşamına alışmış oldukları için ormanda hayatta kalamıyorlar. Zaten İstanbul’un orman alanları şantiyeye dönmüş durumda. Hayvanlar fiziksel olarak da bu alanda sıkışmış oldular aslında, şehre dönebilme şansları ciddi biçimde yok oldu.
Peki bu hayvanlar gerçekten hasta mı, kuduz mu?
Çoğu zaten mahallelerinde bakılan hayvanlar. Hastalıklı değil çoğu. Zaten yasanın söylediğine göre yerel yönetimlerin yetkiv e sorumluluğu kısırlaştırıp, tedavisini yapıp hayvanı yaşadığı yere bırakmak. Ormana terk etmek yasa dışı. Ama bu işlemler kayıt dışı yapıldığı için inkar ediliyor. Oysa biz çalışmamızda köpeklerin kulaklarındaki küpelerden, hangi ilçede olduğunu tespit ediyoruz. Beyoğlu köpeğinin Sarıyer ormanlarında işi ne?
‘’BARINAKLAR TOPLAMA KAMPI GİBİ’’
Barınaklar ne durumda peki?
Korkunç hak ihlalleri var, korkunç cinayetler işleniyor. Barınaklar bir toplama kampı gibi zaten. Hayvanlar yaşayamıyor orada. Onların yaşam alanı sokaklar zaten.
2014’te İstanbul Büyükşehir Belediyesi iki barınak müjdesi (!) verdi. Kısırkaya’da büyük bir yer kurdular. 20 bin hayvanı tecrit edebilecek kapasitede bir yer. Oraya karşı davalar açıldı, hatta yürütmeyi durdurma kararı çıktı. Ama İBB hukuksuz bir şekilde orayı çatı ve halen de işletiyor. Barınak gönüllülerinin erişiminin zor olduğu bir yer. Çok uzak zaten, toplu taşımayla gitmek mümkün değil, çamurlu bataklık bir arazide. Ziyaret saatleri çok kısıtlı. İçeri girebildiğinizde bile her yeri görmenize izin verilmiyor. Kısırkaya da korkunç bir tecrit mekanı, hayvanların birbiri ile iletişimi yok, sağlıklı hayvanların hiçbir gerekçe gösterilmeksizin toplanarak kapatıldığı bir yer. Kurtköy’deki barınak da aynı şekilde. Oraya götürülen hiçbir hayvan 1 yıldan fazla yaşayamıyor. Bir gördüğünüz hayvanı bir daha görmeniz çok zor. Hayvanlar kitlesel halde ölüyorlar. Ben çalışmaya başladığımda Kurtköy’de 2011-2012 yılında 7 bin hayvan olduğu söyleniyordu, bugün1500 ya var ya yok. Ayrıca bir de Pendik’deki barınak inşaatı sürüyor. Oradaki süreçte ormanlık ve imarı olmayan alan büyükşehir belediyesine tahsis edildi. Bunu rant açısından düşündüğünüzde İstanbul’un en kıymetli arazileri aslında. Benim argümanım şu ki bu araziye el koyabilmek için bu barınağı açmak saraç olarak kullanılıyor. Yani amaç hayvan kapatmak, şehrin köpeklerini buraya tıkmak ve öldürmek değil. Şehrin köpeklerini toplamak ve öldürmek daha büyük bir projenin parçası oldu aslında.
Bu verdiğiniz bilgiler ışığında anlaşılıyor ki İstanbul’da, şehir içindeki köpek sayısı azalıyor olmalı.
Evet. En iyi bakılan ilçeler olan Kadıköy ve Beşiktaş’ta bile köpek sayısı az. Çünkü İBB’nin Ocak 2015’te İstanbul’daki belediyelerle imzaladığı protokole göre istediği yerde, gerekli gördüğü yerde köpeklere müdahale edebiliyor. Kadıköy Belediyesi bu anlaşmayı imzalamadı.
Neden şehirde köpekler istenmiyor?
Bu sürecin bir yanı kentsel dönüşüm. Dönüşüm nasıl işliyor, bir düşünelim; önce mahallenin eski evleri, dokusu yıkılıyor. Daha sonra bir inşaat süreci başlıyor. O mahallenin yerleşimcileri, ya gönüllü ya zorunlu olarak terk ediyorlar. İnşaat bittiğinde ise o mahallenin görünümü tamamen değişiyor. Mutenalaşmış, daha steril, mahalle niteliğini kaybetmiş, balkonu/bahçesi olmayan evler, AVM’ler, rezidanslar… Bu durum, bizim sokak hayvanlarıyla kurduğumuz geleneksel yakın ilişki düzeninden tamamen bir kopuş. Bu alan içerisinde köpeğin yeri yok ki zaten köpeklerle/kedilerle bir ilişki kurulmak istenmiyor. İstanbul insanının köpekle olan muhabbetine, sevme ve koruma pratiklerine yer verilmiyor. Oysa ki geleneksel Osmanlı mimarisinde hayvanların yatabileceği, camilerde kuşların yuva yapabileceği delikler, sokak hayvanlarının su içebileceği çeşmeler vb vardı. Şehirdeki bu fiziksel yapı değiştikçe herhangi bir hayvanın içinde yatabileceği bir kutuya bile yer kalmamış oluyor. Sokaktaki hayvan hiçbirimizin mülkü değil fakat hepimizin sorumluluğunda.
‘Yeni İstanbul’da köpeklere yer yok yani…
Bitmek bilmeyen bir ‘İstanbul’u modernleştirme’ derdi var. Sorunların çözülmesi anlamında değil de imaj olarak modernleşmeden, sterilleşmeden söz ediyorum. Evsizlere, yoksunlara, yoksullara vb yer yok. Köpekler de bunların arasına dahil oluyor. Şehir köpeksizleştirilmek isteniyor. Bunun arkasında yatan da demin anlattığım şehrin dönüşümü. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kenti ranta açması, yatırımları süreci o kadar vahşi ki hayvanlar bu vahşetin çarkları arasında yok oluyorlar.
HAYVANSEVERLERE ÇAĞRI
Bu sorunun çözülmesi için önerileriniz neler?
Öncelikle ve acilen belediyeler hayvan toplayıp ormana atmayı durdurmalılar. Bizim bu hayvanları koruyabilmemiz için önce bu olmalı. Çünkü köpekleri kaybediyoruz biz artık, çok az köpek var. Bu köpeklere veda etmek istemiyoruz.
Bunun durdurulması için biz yasal olarak mücadele ediyoruz ama yerel örgütlenmelere de iş düşüyor. Hayvanları korumak isteyen vatandaşlar bu sürece bir çok şekilde dahil olabilir. Belediyelerde verilen (ki Kadıköy Belediyesi’ninki çok iyi) eğitimlere katılarak, yerel hayvan koruma gönüllüsü olup, mevzuatı öğrenirsiniz. Böylece bir belediye ekibi mahallenizde köpekleri toplamaya geldiğinde haklarınızı savunabilirsiniz. Ben diyorum ki mahallenize araç gelip de köpekleri almak isterlerse vermeyin. Alıp götürüyorlarsa takip edin, plakasını alın, kayıt tutun, fotoğraf/video çekin. Görevliyle konuşmaya çalışın ki en azından o hayvanın sahipsiz olmadığını anlasınlar.
Peki ormana bırakılan bu köpekler tekrar şehre getirilebilir mi?
Kesinlikle evet! İstanbul’da biz bu hayvanlara bakabiliriz. Bu bir ütopya değil. Zaten buradaydı bu hayvanlar. Biz onlara sahip çıkmadık ve belediyeler attı. Ormanlara yaşasınlar diye atılmadılar, ölsünler diye atıldı bu hayvanlar. Ölüyorlar da… Onları mahallelere geri getirmeliyiz. Hepsine yer var ama tabi şunu da yapamayız; ormandaki 200 hayvanı birden daha iyi bakılıyorlar diye Kadıköy’e bırakamayız.
Bu hayvanların yeniden şehre entegresi belediyeler örnek bakımevleri kurmalı. Örneğin Kadıköy Belediyesi’nin Ataşehir’deki Geçici Hayvan Bakım Merkezi çok güzel bir yer. Hayvanı yaşatma ve koruma pratiklerinin öne çıktığı örnek bir barınak. Biz şunu diyoruz aslında; her barınak kötüdür çünkü hayvanın hapsedildiği yerlerdir. Ama sakat, felçli, hasta hayvanlar var. Bunların tedavi göreceği bakım evleri elbette olmalı. Yine Kadıköy Belediyesi’nin Acıbadem’deki Evcil Hayvan Sağlık Merkezi de güzel bir proje. İstanbul’un her yerinde tüm belediyeler böyle hayvan hastaneleri açmalı.
(Güncel fotoğraflar Moda'lı hayvansever/hayvan hemşiresi Mine Vural'ın Hayvan Hemşiresi adlı sayfasından, Vural'ın izniyle alınmıştır...)