beyond.istanbul’un “Mekânda Adalet ve Edebiyat” başlığını taşıyan on birinci sayısı, gazeteci- yazar Pınar Öğünç’ün konuk editörlüğünde hazırlandı. Birçok farklı yazarın katkı sunduğu bu sayı, derginin bugüne kadarki sayılarından farklı olarak bir temaya değil, bir ifade sanatına odaklanıyor. Bu ifade sanatı içinde mekânın ve mekânda adaletin farklı yansımalarına bakarken, hayal gücüyle yakın ilişkisine mercek tutmaya çalışıyor. Bu anlamda Mekânda Adalet Derneği’nin mekânı ve kenti toplumsal ilişkilerin merkezine konumlandıran pratiği içinde yeni ve bilinmeyen, ama bir o kadar da heyecan verici bir alan açılıyor.
“Mekânda Adalet ve Edebiyat” sayısına paralel olarak, Pınar Öğünç’ün birçok yazardan topladığı kısa öykülerden oluşan “Olmayan Kent Kartpostalları” başlıklı öykü kitabı da yakın zamanda okuyucularla buluşacak.
KİMLER, NE YAZDI?
Derginin bu sayısı, Pınar Öğünç’ün Prof. Seval Şahin ile yaptığı röportajla açılıyor. Prof. Şahin, on dokuzuncu yüzyıldan bugüne edebiyatta kentin temsillerini, bunun kurmacaya ve dile yansımalarını anlatıyor.
Yazar Oylum Yılmaz, geç Osmanlı’yla genç Cumhuriyet arasındaki roman türlerinde İstanbul’un bir “roman karamanı” olarak belirişini inceliyor.
Tarihçi Hakan Kaynar, başkent olmuş Ankara'yı Cumhuriyet'in kuruluş yıllarında burada yaşamış ve yazmış edebiyatçıların metinlerinde arıyor.
Yazar Hakan Bıçakcı, gazeteci-yazar Ahmet Rasim'in İstanbul tanıklığını aktardığı Şehir Mektupları’na yirmi birinci yüzyıldan bir mektupla selam yolluyor.
Reşad Ekrem Koçu'nun İstanbul Ansiklopedisi'ne yirmi birinci yüzyıldan bir madde eklense nasıl olur sorusunun peşine düşen yazar ve çizer Turgut Yüksel, AVM’yi merceğe alıyor.
Funda Dörtkaş, Suat Derviş’in metinlerinde mekânın ve kentin izini sürüyor.
Akademisyen Mehmet Fatih Uslu, takıntılı bir İstanbul, daha çok da Üsküdar yazarı olarak tanıttığı Zabel Yesayan'ın İstanbul’unu anlatıyor.
Ahmet Ergenç, muhtelif edebiyat ve felsefe metinleri üzerinden önce “ev”e odaklanıyor, sonra bir ev modeli olarak toplu konutlara…
Ayşe Çavdar, İslamcı edebiyatta kent temsilini, değişen iktidar tasavvuruyla bu temsilin dönüşümünü ele alıyor.
Fotoğraf sanatçısı M. Cevahir Akbaş, kenti hem gözlemleyen hem yaşayan olarak fotoğrafçının deneyimini aktarıyor.
Mimar Cem Sorguç, özellikle 2000'li yıllar sonrası edebiyattan yaptığı seçkiyle şehri öykülerin, romanların pusulasıyla okuyor.
Yazar, eleştirmen Esra Yalazan, şehirde yürümeyi edebi bir metamorfoz olarak ele alıyor; hem kentle hem de okumanın kendisiyle bağ kurarak yürüyor.
Hilmi Tezgör, Füruzan’ın öykülerinde taşınmayla değişen hayatlara, dönüşen kentlere odaklanıyor.
Gürsel Korat, çocukluğunun ve ilk gençliğinin geçtiği Kayseri'ye 1990'lı yıllarda bakıp yazdığı Sokakların Ölümü adlı kitabının üzerinden yaklaşık otuz yıl geçtikten sonra bu kez Şehirlerin Ölümü’nü kaleme alıyor.
Melike Koçak, Suriyeli kadın mültecilerle yaptıkları “Göçmen Harfler” isimli yazı atölyesi tecrübesini paylaşıyor.
Gazeteci Burak Kuru, rotası edebiyat üzerinden belirlenmiş küçük bir İstanbul turuna davet ediyor.
YALNIZLAR’DA KADIKÖY VE ÖTESİ
Ermenice yazan, eserleri sonradan Türkçeye çevrilen kadri bilinmemiş sosyalist yazar Zaven Biberyan, aynı zamanda bir İstanbul, bir “Kadıköy tarafı” yazarıydı. Tanıl Bora, Biberyan’ın 1950’lerin ikinci yarısında Kadıköy ve ötesine yaydığı Yalnızlar romanına bakıyor, İstanbul’un “sayfiyelerini” ziyaretini, çocukluğunda yazlarını geçirdiği 1960’ların Maltepe’sine uzatıyor.
Baiberyan’ın Yalnızlar romanında Kızıltoprak- Bostancı arasındaki sahil hattını mekân olarak seçtiğini belirten Tanı Bora, “Mavera-yı Kadıköy” başlıklı yazısında romandaki Kadıköy’e dair şu gözlemlerini aktarıyor: “Romanda köy diye anar sakinleri buraları. Semt delikanlıları, ergen taşkınlıkları ve doyumsuzluklarıyla ‘köyün oğlanları’ diye anılır mesela. (…) Romanın geçtiği tarihte bahse konu semtlerde sayfiye hayatı hüküm sürer. Günün rutini, ‘Gündüz plajda, akşam asfaltta, gece sinemada’ düzeni içinde akar. Plajda uzun vakitler geçer, motor gezmeleri organize edilir, gezme davetleri verilir. ‘Asfalt’la kastedilen, o tarihlerde ‘piyasa’ güzegahı vasfını kazanan Bağdat Caddesi’dir. Bağdat Caddesi, ‘şamatası’ ile şehir hayatının ışıltısını ve anonimliğini temsil eder. İçine ‘dalınan, karışılan’ bir yerdir; kahramanlarımız Bağdat Caddesi’ne çıkmakla, birkaç dakika ve birkaç on metre içinde, mahallenin gözetiminden sıyrılıp kalabalığa, şamataya karışırlar. Geceleri, sinemanın yanı sıra bir de ‘gazino’ eğlencesine takılır sayfiye ahalisi; romanda Caddebostan gazinosunun bahsi geçer.
Sinema deyince… Semt sinemaları da vardır ama belli ki arada sırada sinemaya Kadıköy’e gidiliyordur. Kadıköy, genel olarak, sayfiyenin köy halinden uzaklaşmak, Bağdat Caddesi de anlaşılan yetmediğinden metropoliten bir hava almak için erişilebilecek en yakın menzildir. Kadıköy treninden, neredeyse şehirlerarası bir seyahat aracı gibi bahsedilir”
Dergiye Postane Dükkân’dan ve Pandora Kitabevi’nden ulaşabilirsiniz.