Minasyan’ın “Yeldermeni”

Eski Kadıköy’ün tanıklarından Hagop Minasyan, çocukluğunun Yeldeğirmeni’ni anlattı

03 Nisan 2019 - 09:18

Kadıköy Kent Konseyi Tarihi Kültürel Miras ve Kent Belleği Çalışma Grubu’nun düzenlediği “Tarihte Yeldeğirmeni” adlı etkinlikte, çocukluğunu bu semtte geçiren Hagop Minasyan eski Yeldeğirmeni’ni anlattı. 29 Mart 2019 Cuma günü Tasarım Atölyesi Kadıköy’de düzenlenen etkinlikte Minasyan, Misakı Milli Sokağı’nı, Gazhaneyi, Yeldeğirmeni’nin eski yapılarını ve çocukluk anılarını katılımcılarla paylaştı. İşte Minasyan’ın anlatımlarıyla Yeldeğirmeni:

“YELDERMENİ DERDİK”

“İlkokul çağındaydım. Altıyol’da yürürken resmi giysili bir er yani bir asker beni durdurdu, bana doğrulttuğu soru şuydu: ‘Oğlum, Yeldeğirmeni’ne nereden gidilir? Bu soruya yanıt veremedim. Çok ilginç değil mi? Çocukluk yıllarımı orada yaşamışken acaba bu er tarafından sorulan soruya neden yanıt verememiştim? Çocukluk yıllarımda Kadıköylü olan büyüklerimiz ve özellikle annemin arkadaş ve dost çevresi hiçbir zaman Yeldeğirmeni sözcüğünü kullanmamışlardır, bu sözcüğü duymadığımı rahatlıkla söyleyebilirim. Kullandıkları sözcük ‘Yeldermeni’ idi. Sanki Yeldeğirmeni beş heceli olduğundan ağızları yoracakmış gibi onu kısaltarak yerin adını ‘Yeldermeni’ haline dönüştürmüşler. Ben de bir çocuk olarak Yeldermeni konusunda bilgili, Yeldeğirmeni konusunda aydınlatılmamış olduğumdan bana o yeri tarif etmem isteğinde bulunan ere gerekli ve beklediği yanıtı verememiştim.”

YELDEĞİRMENİ TARİHİ

“Günümüzde Ayvalık ve de Heybeliada’da yel değirmenlerinin izlerini bulabiliyoruz. Ancak Yeldeğirmeni’nde sürekli anılan yel değirmenlerinin yerinde değirmenler olmaksızın salt yellerin estiğine günümüzde tanık oluyoruz. Eldeki verilere baktığımızda ve büyük bir olasılıkla gerçeği yansıtan olarak bilinen, tek resimde açık bir alan içinde görülen yel değirmenlerinin sözünü ettiğimiz yel değirmenleri olabileceğini görüyoruz. Bu konuda bize ulaşan bilgiler kapsamında 1774 ile 1789 yıllarında Sultan I. Abdülhamid’in isteği doğrultusunda ilk olarak ordu, sonra da saray ve altın gereksinimini karşılamak amacıyla orada dört yel değirmeninin kurulması doğrultusunda karar verildiğini kayıtlardan anlıyoruz. Bunlardan birinin üç gün içinde kurulduğunu da yine yazılı kayıtlardan öğrenebiliyoruz. Sözü geçen dört yel değirmeninin 18. yüzyılın sonlarından başlayan etkin olma durumları ise 1903 yılı itibariyle son kalıntılarının yıkılmasıyla tarih sayfalarından silinmiştir. Şunu da belirtmekte fayda var, bu sözcük halk arasında kullanılan bir yöre terimidir günümüzde.”

KAÇINILMAZ DEĞİŞİM

“Benim ortaokul yıllarımı içine alan 50’li yıllara dair birkaç anıdan bahsedeyim. O yıllarda Üsküdar ve Kısıklı tramvaylarının gidiş geliş döşenmiş raylarının hemen yanında gibiydik. Rıhtım tarafında eski evlendirme dairesinin olduğu yerden lodos, dalgaları caddenin ortasına kadar getirirdi. Doğal olarak rıhtımda yürüyenler ıslanmamak için var gücüyle yürümek zorunda kalırlardı. Ancak rıhtım genişletildi. Otobüs duraklarındaki insan selinin yanında otobüsler ordusunun motor gürültüleri ve egzozların sebep olduğu hava kirliliği, o güzel rıhtımın bugünlere kalmasına engel oldu.”

 GAZHANE’NİN KOKUSU

“Yeldeğirmeni’nin özel bir kokusu vardır. O da Kadıköy’ümüzün gazhanesidir. Geçmiş yıllar içinde bu gazhane kendi kardeş gazhaneleriyle birlikte etkin haldeydi. Onun reklamını yapan ise iskele önünden kalkıp gazhane durağına giden Üsküdar-Kadıköy Halk Tramvayı olmuştur. Yeldeğirmeni’nde yükselen bu yapı 1 Ağustos 1891 yılında yapılarak işletme yetkisi 50 yıllığına Fransızlara verilmiş. 1924’te yine 50 yıl için bir anlaşma yapılmış ancak 1935’te İETT’ye devredilmiş. 1993’ten bu yana atıl konumda olan fabrikayı müze ve kültür merkezine dönüştürme çabaları sürüyor. Küçüklüğümüzde evlerimizde aile büyüklerimizin yemek pişirmelerini sağlayan ısıtıcı ögeler olurdu. Bir evde havagazı ocağının bulunması lüks konum olarak algılanırdı. Günümüzdeki doğalgazın bir yerde öncülü sayılabilecek havagazı, bizler yani küçükler için bir zenginlik unsuru olarak düşünülüyordu. Konuk olarak gittiğimiz evlerde bunun olup olmadığını gözler ve nasıl yakılıp kullanıldığını büyük bir şaşkınlıkla seyrederdik.”

MAHALLENİN ŞERİFE TEYZESİ

“Ayrılık Çeşmesi Sokağı, küçüklüğümün geçtiği Misak-ı Milli Sokağı’nın kardeş sokağıdır. Kardeş sokağıdır diyorum çünkü 5 yaşıma kadar oturduğumuz Misak-ı Milli sokağının yan evinde oturan Mahmut Dayı ve Şerife Hanım Teyze bu sokağın başındaki ikinci tahta evi satın alıp oraya taşındılar. Bunun doğal sonucu olarak bizler de çok sık o eve gitmek için o sokağa sıkça gitmiş olduk. Çok ilginç bir sokaktı o, belki de bir başka benzeri yoktu. Küçüklüğümde, daha doğrusu Misak-ı Milli Sokağı’nda ikamet ettiğimiz zamanlarda annemin elini tutarak yürüdüğüm o sokak ortaokul çağında da haftada iki gün Altıyol’dan yürüyerek gittiğim sokak oldu. Şerife Hanım Teyze’nin bahçesinde çok sayıda tavuk besleniyordu ve yumurtaları da satmaktaydılar. Rahmetli annem de kız kardeşimin beslenmesi için beni haftada iki kez oraya yumurta almam için gönderiyordu. Sokak bugünkü gibi tek kaldırımlıydı çünkü karşı yanı mezarlıktı. Ancak o yıllarda sokak sakinlerinin çok güzel, örnek oluşturacak bir yönleri vardı, bugün göremiyoruz; her evin sakini kendi evinin karşısındaki duvar dibini kil ile çevirerek bahçe durumuna getirmiş bulunuyor ve o bahçeye çiçeklerin yanında sebzeler de dikiyorlardı. Ne yazık ki Marmaray hattının konuşlanması gereği olarak Şerife Hanım Teyze’nin evi de dahil baştaki birkaç ev yıkıldı ve yerine apartmanlar yapıldı.”

ÇEŞME TARİHE KARIŞMIŞ

“Küçüklüğümde bu eve gitmemden önce rahmetli annem şöyle tembihlerdi beni: ‘Oğlum, önce teyzenin zilini çal, hemen açmazsa 10 dakika kadar bekle ve yine çal, namazda olabilir.’ Şerife Hanım, evin önünden geçenlerin de faydalanabilmelerini isteyerek bir hayrat yaptırmıştı. Su tesisatçısı olan babam da bu hayratta payı olmasını istemişti ve her gideri kendi karşılayarak ücretsiz olarak bu hayratı yapmıştı. Şu anda ne hayrat var ne de ev.”

SOKAKTAKİ SATICILAR

“Yeldeğirmeni, görece daha çok eski ve tarihsel yapılara sahip. Kıyıda nice eski yapıları görebilirken bugün salt iki-üç yapı ayakta kalabilmiştir.Misak-ı Milli Sokağı, etrafındaki sokaklara göre daha az eğimlidir. Bizim 40’lı yıllarda orada oturduğumuz ev 3 katlıydı, en üst katında ev sahibi yaşardı. Evin arkasında uzun bir bahçesi vardı, bahçenin sonunda bir amca yaşardı, orada ufak bir tarlası vardı, beni eve giderken gördüğü zaman yanına çağırıp birkaç salata verirdi anneme götürmem için. Sokağımızın bir özelliği ise sokağın hava gazı lambasıydı, artık yok. Sokaktan geçen klasik satıcılar sırasıyla teneke ve damacanayla su satıcıları, yoğurtçu ve tahin pekmezciler, kışları bozacılar ve sırt torbalarıyla eskiciler olurdu. Eskicilerin söylediği farklı bir şey vardı, ‘çamaşıra mandal’. Boş şişelere karşılık mandal verirlerdi. Hem de plastikten değil ahşaptandı. Şu zamanda yaşayanlar için gerçekten şaşkınlık veren bir durum.”


ARŞİV