Gazete Kadıköy okuyucuları bilirler, sık sık ilçemizi konu edinen akademik çalışmaları sayfalarımıza konuk ediyoruz. Hakkında en çok araştırma yapılan semtlerden biri de Moda. Kendisi de bir Moda sakini olan Dr. Berken Döner de bu semte dair çalışma yapan akademisyenler arasındaki yerini aldı. Dr. Döner, Kocaeli Üniversitesi İletişim Bilimleri Anabilim Dalı’ndaki doktorası kapsamında “Azınlıkların Gündelik Yaşamında Kültürel Süreçler: İstanbul Örneği (Moda, Tatavla, Samatya, Burgazada)” adlı bir tez kaleme aldı.
Çalışmasında bu 4 farklı semtte yaşayan azınlık gruplarının gündelik hayat pratiklerini ve bu pratiklerde etkili olan kültürel bağlamları, kentsel mekân üzerinden sorgulayan Döner ile konuştuk.
Azınlıkların İstanbul’un belirli semtlerinde yoğunlaşmış olmalarından dolayı, çalışmanın bu semtlere odaklanmasının anlamlı olacağını düşündüm. Kent mekânı farklı dillerin, farklı kimliklerin, farklı kültürlerin karşılaşma ve diyalog alanı. Bir kültürel bellek mekânizması olarak kentsel mekân, kültürün üretilmesi sürecinde bireysel dinamiklerin yerini toplumsal dinamiklere bıraktığı bir alan. İstanbul ise geçmişten günümüze çok çeşitli etnik ve dini grupların yaşadığı bir kent. Bu dört semtin her biri farklı ekonomik, kültürel ve mekânsal bir yapıya sahip. Farklı sosyo-kültürel yapıları ve etno-dinsel çeşitliliği ile kentin tarihsel süreç boyunca taşıdığı özgün yapısını koruyor. Ve her biri farklı bir azınlık grubu ile anılıyor. Semt içinde her azınlık grubunun anıtsal ve yapısal izleriyle karşılaşmak mümkün ve hala yaşayan bir nüfus var. Semtlerin kendine özgü yapısını gözlemleme fırsatı bulmam ve birbirinden farklılaştığı noktaları tespit edebilmem için çalışmam dört semt üstünden şekillendi.
Azınlık kavramı ülkemizde ve dünyada, güncelliğini yitirmeyen önemli bir sorun.Son yıllarda da epeyce çalışma yapılmaya başlandı bu konuda. Yine de eksik kaldığını düşünüyorum. Azınlıklara yönelik çalışmalar içerisinde Rum, Ermeni ve Yahudi azınlığın sosyal ve kültürel yapıları hakkında pek fazla bilgi bulunmadığını fark ettim. Tarihsel süreç boyunca azınlık gruplarının demografik görünümü, yakın geçmişin azınlık politikaları, ulusal ve uluslararası azınlık hakları üzerine çalışmalar yapılmış; ancak günümüzde nasıl yaşadıkları üzerine çalışmalar yeteri kadar yapılmamıştı. Çalışmaya başlamadan önce gözlemlediğim kadarıyla özellikle geniş toplum tarafından azınlık kültürlerinin tanınmaması veya yanlış tanınması, azınlık gruplarının anlaşılabilmesine, doğru tanıtılabilmesine ihtiyaç duyulmasına sebep olmaktaydı. Çünkü yapılan araştırmaların geneli tarih ve kimlik kapsamındaydı. Bu nedenle azınlık gruplarının aidiyet bağlarını, geniş toplumla olan iletişim süreçlerini ve kültürel belleklerini, gündelik hayat pratikleri çerçevesinde araştırmak istedim. Çünkü fark ettim ki bir Rum da, bir Ermeni’nin nasıl yaşadığını bilmiyor. Veya tam tersi… Özellikle Yahudiler hakkında hiçbir şey bilinmiyor. Kapalı bir toplum olarak algılanıyorlar günümüzde. Oysa ki Yahudi toplumu uzun zamandır ‘geniş toplumla bütünleşme, dışa açılma’ süreci yaşıyor.
MODA’NIN 3 ‘ANİ’Sİ
12 yıldır Moda’da yaşıyorum. Bu nedenle ‘Modalı’ tanımlamasına ‘gerçek İstanbullu’lar kızacaktır. Çünkü semtimizin yerlileri ‘7 kuşak Modalı’ olmakla çok övünür. Ben ancak Moda’yı çok sevdiğim ve korumak için çabaladığım için Modalı’ sayılabilirim. Onun dışında büyük sözlerden kaçınırım. Fakat o ‘gerçek Modalı’lar tarafından her zaman desteklendiğimi, korunduğumu ve en önemlisi sevildiğimi hep hissettim. Komşularımın çoğu farklı azınlık grubuna mensup kişiler. Dolayısıyla bayramlarını, törenlerini, kutlamalarını, yeme-içme kültürlerini, ev düzenlerini kısaca yaşama biçimlerini yakından izleme şansım oldu. Onlar da benimle kültürlerini paylaşmaktan dolayı mutlu oluyorlardı kanımca. Bu nedenle kendi yaşam tarzımı oluşturmamda etkileri büyük.
Sokakta karşılaşmaktan her zaman mutluluk duyduğum Moda’nın üç “Ani” sini anmadan geçmek istemem. Aya Triada Kilisesi’nin bahçesinde Mari hanımın ikram ettiği kahvelerin kırk yıl hatırı vardır. Rengarenk paskalya yumurtalarını ve çöreğini zarif bir paket yaparak her sene bana da vermeyi unutmayan Digin Linda’nın kalbimde özel bir yeri vardır. Nita hanımın zarafeti ise eminim ki Modalılarca hiçbir zaman unutulmayacaktır.
Rumların, İstanbulluların zihninde her zaman rahat iletişim kurulan bir toplum olarak kodlandığını anladım. Bilinçaltlarında da öyle, zihin dünyasında da öyle. Meyhane kültürü, müzik kültürü ve yaşam sevinci ile özdeşleşmiş bir toplum olarak algılanıyorlar. Dolayısıyla ben de rahat iletişim kurabileceğimi düşündüm. Çalışmaya başlarken böyle bir varsayımla hareket ettim. Fakat belki size bu ilginç gelecek ama en fazla Rumlara ulaşmakta zorluk çektim. Ermeni toplumu ve Yahudi toplumuyla daha rahat temas kurdum. Rum toplumu söz konusu olduğunda çok kapalı bir toplum yapısı ile karşılaştığımı rahatlıkla ifade edebilirim. Bu nedenle yola çıkarkenki düşüncelerimin tam tersi, endişe halinde bir toplum profiliyle karşılaştım. Nüfusun azalmasına bağlı olarak din kökenli bir sosyalleşme var Rum toplumunda. Dolayısıyla bu sosyal hareketliliğin içine girmek, görüşme için ikna edebilmek çok zor oldu.
AZINLIKLAR KENDİLERİNİ ANLATIYOR…
Anlatıların pek çoğu kişisel algıları yansıtmakla birlikte, yaptığım mülakatlar üzerinden, nesilden nesile aktarılan tanıklıklar ve deneyimler aracılığıyla kültürel belleğin farklı boyutlarını anlamam mümkün oldu. Görüşme yaptığım kişiler sadece “ünlü”, “kanaat önderi” değil, çoğunluğu oluşturan ve o ana kadar bilinir olmayan insanlardı. Amacım da yazılı kaynaklar tarafından önemsenmemiş, göz ardı edilmiş ve belgelenmemiş anlatıları ortaya çıkarmaktı. Görmezden gelinen, önemsenmeyen pek çok olayın farklı bağlamlarını ortaya koymaya çalıştım. Bu nedenle görüşme yaptığım kişilerin eğitim durumu, meslek, etnik grup, cinsiyet, yaş, maddi olanaklar bakımından farklılık göstermesine dikkat ettim.
Görüşme yaptığım kişilere kartopu tekniği kullanarak ulaştım. Yüksek lisans tezimde de İstanbul’daki azınlık gruplarını çalışmıştım. Mahallemden dolayı özellikle Ermeni toplumuyla çok yakın komşuluk ilişkilerim vardı. Dolayısıyla zaten ben Rum, Ermeni ve Yahudi toplumlarının içindeydim. Az önce de ifade ettiğim sorunlar dışında büyük bir engelle karşılaşmadım. Her görüşmeci bana yeni bir kapı açtı, yeni birisine yönlendirdi. Üstelik görüşmelerin büyük çoğunluğunu ev ortamında yaptım. Dolayısıyla okumaların dışında pratikte de yaşamlarını yakından inceleme olanağı buldum. Hatta bu nedenle “ev düzeni”ni ayrı bir başlık altında bile değerlendirebildim ki bu başlık sonradan şekillendi. Kendilerini bana içtenlikle anlattıklarına, gerçeği yansıttıklarına inanıyorum. Fakat sözlü tarihten yararlanılan çalışmalarda görüşmecilerin kendi görüşlerini romantize veya idealize etme olasılığı her zaman vardır.
(Kadıköyü Bilim Kültür ve Sanat Dostları Derneği’nce (KADOS) “Hatırla: Kadıköy’de kültürel çeşitlilik” adıyla Moda Kültür Cemiyeti’nde düzenlenen etkinlik serilerinde; Ermeni, Rum ve Yahudi cemaatleri temsilcilerinin katılımıyla seminerler yapılmıştı)
“ÇOKKÜLTÜRLÜ YAPIYA AÇIKLIK GETİRMEK…”
Bu konuyla ucundan kıyısından ilgilenen her Kadıköylü’nün rahatlıkla anlayacağını düşünüyorum. Daha öncede ifade ettiğim gibi çalışmamda Moda, Tatavla, Samatya ve Burgazada’da yaşayan azınlık gruplarının gündelik hayat pratikleri ve bu pratiklerde etkili olan sosyo-kültürel bağlamları mekân üzerinden sorguladım. İstanbul’un kent kültürünün kökeninde, farklı dinlerin ve etnik grupların beraberlerinde getirdikleri alışkanlıklar, yeme içme kültürleri, müzik pratikleri, tören ve ritüelleri, ev düzenleri, giyim anlayışları, konuşma ve ifade biçimleri yer alıyor. Gündelik hayat pratikleri bu bağlamda incelendiğinde kentin çokkültürlü yapısını belirgin biçimde açığa çıkarmaya son derece olanaklı. Ben de bu olanaktan yararlanmaya çalıştım. Günümüz İstanbul’unda, Rumların, Ermenilerin ve Yahudilerin gündelik hayat pratiklerini, kültürel iletişim modeli bağlamında, seçilen dört semt üzerinden elde edilen veriler ışığında betimlemeye çalıştım. Bu inceleme sürecinde azınlık gruplarının hem kendi içlerindeki hem de geniş toplumla aralarındaki iletişim süreçlerini ele aldım. Bunu yaparkenki amacım da İstanbul’un çokkültürlü yapısına açıklık getirmekti.
Çalışmaya başlarken tek yönlü bir hedefe ulaşmayı amaç edinmek yerine, gözlenmiş ama araştırılmamış olan, azınlıkların İstanbul’daki günlük yaşamına yönelik bulgular elde etmeyi amaçlamıştım. Nispeten bunu başardığımı da düşünüyorum. Nispeten dedim çünkü bu tarz çalışmalarda hep eksik kalan bir şey olur. Geriye dönüp bakınca ‘Şunu da yazsaydım’ dediğim epey şey var.
Her ne kadar sosyo-ekonomik, kültürel ve mekânsal süreçlerden dolayı semtin yapısı değişikliğe uğrasa da “çokkültürlü yapı”nın korunabildiğini; azınlık gruplarının kendilerini gündelik yaşamda görünür kılabildiğini söyleyebiliriz. Kadıköy’ün aristokrat semti olarak ünlenen Moda, bu ayrıcalıklı yapısını Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar korudu. Bu kimliğin pekişmesinde semte yerleşen levanten ailelerin Batılı hayat tarzı ve varlıklı devlet mensuplarının kültürel yapısı da etkili oldu. Bunun dışında Moda semti her zaman Rum, Ermeni ve Yahudi toplumlarına ev sahipliği yapmış, her üç azınlık grubuna da rahat bir yaşam imkanı sağlamıştır. Azınlık gruplarının yerel bazdaki varolma/yokolma şekillerine bakmak bu noktada son derece önemliydi. Hala var olan Rum ve Ermeni cemaat altyapısı semt içindeki görünürlüğü sağlamaya yardımcı oluyor. Bu “yapı”dan kastım okul, ibadethane ve dernekler.
Yahudi toplumu için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Yahudiler, maalesef Moda’da bu üç kurumsal yapıdan hiçbirine sahip değiller. Dolayısıyla semt içindeki görünürlükleri belirgin değil.
(Kadıköyü Bilim Kültür ve Sanat Dostları Derneği’nce (KADOS) “Hatırla: Kadıköy’de kültürel çeşitlilik” adıyla Moda Kültür Cemiyeti’nde düzenlenen etkinlik serilerinde; Ermeni, Rum ve Yahudi cemaatleri temsilcilerinin katılımıyla seminerler yapılmıştı)
"MODA DİĞER SEMTLERE ÖRNEK”
Moda son 50 yıldır politik gelişmelere bağlı olarak kültürel, ekonomik ve demografik olarak büyük bir değişim yaşanmakta. Buna rağmen, diğer semtlerle kıyaslandığında Moda’da varlığını sürdüren azınlık grupları gündelik hayat pratiklerine sahip çıkıyor, yaşam tarzını koruyabiliyor. Moda semtinde uzun yılları bulan bir zaman dilimi içerisinde bir arada yaşamış olan Rum, Yahudi ve Ermeni azınlık grupları, birtakım önyargı ve ötekileştirmelere rağmen bir çokkültürlülük pratiği ortaya koyabilmişlerdir. Semtte yaşayan geniş toplum üyeleri de azınlık kültürel pratikleri hakkında bilgi sahibi. Özellikle Rumlara yönelik nostaljiyle örülü bir söylemi paylaşıyorlar. Sanki Rumlar, İstanbul’un masal yıllarının simgesi bir toplum olarak “yangında ilk kurtarılacak” bir nüfus olarak yeniden keşfediliyor gibi. Dolayısıyla Moda’da azınlık gruplarının ve geniş toplumun bir arada yaşaması, farklılıkların değil, benzerliklerin öne çıkmasını sağlamış. Bu durum etnik-merkezcilik referanslarının önüne geçilmesinde önemli bir rol oynuyor. Bu bağlamda toplumsal alanda yaşanan çatışmaların ortadan kalkmasının ve barış içinde bir arada yaşamanın olanaklı kılınmasının bu etkileşime bağlı olduğu rahatlıkla söylenebilir. Bu açıdan Moda diğer semtlere de örnek bir yapı teşkil ediyor. Çoğulcu bir yerel tarihi oluşturmanın zamanı geldi de geçiyor!
AZINLIKLARA DAİR NELER YAPILMALI?
Tezin son kısmında yer alan öneriler bölümü şöyle:
• Türkiye’deki azınlıklar üzerine yapılan gündelik hayat ve kültür temelli disiplinlerarası çalışmalar arttırılmalı.
• Geniş toplum ve azınlık grupları arasındaki kültürel etkileşimin nasıl ve ne yönde olduğun dair çalışmalar yapılmalı.
• Azınlık gruplarının kendi içindeki ötekileştirme sorunu hakkında çalışmalar yapılmalı.
• Azınlık gruplarının gündelik hayatta ve kamusal alanda görünürlüğünün sağlanmasına yönelik çalışmalar yapılmalı. Böylelilikle farklı kültürlerin birbirini tanıması, mevcut sorunların tartışılması ve çözümünün zemini hazırlanabilir.
• Demokratik, paylaşımcı, katılımcı ve müzakereci yapısıyla öne çıkan sivil toplum kuruluşları, azınlıkların toplumsal hayatta görünürlük kazanmasında görevler üstlenmeli. Bu bağlamda sivil toplum kuruluşlarının etkinliği ve sayısı arttırılmalı.
• Azınlıklara ait vakıflar, kültürel devamlılık, görünürlük ve ilerleme bağlamında büyük önem taşımaktadır. Azınlık vakıfları ve sivil toplum kuruluşlarının birbiri ile ilişki kurabilmesine ortam hazırlanmalı.
• Geniş toplum ve azınlıklar arasında diyaloğun geliştirilebilmesi için yeni kurumlar ortaya konmalı.
• 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi, İstanbul’da Yahudi semtlerine düzenlediği gezilerle, Yahudi kültürünün tanıtıldığı özel günlerle, anma günleriyle, özel sergilerle geniş topluma Yahudi kültür ve tarihini göstermede önemli bir rol oynamaktadır. Rum ve Ermeni toplumlarının da kendi tarihsel gelişimlerini ve kültürel değerlerini anlatacakları müzeler oluşturulmalı. Ülkemizdeki kültürel çeşitliliğin çoğu zaman önyargıların hedefinde olduğu biliniyor. Azınlıkların kendi tarihsel serüvenlerini anlatacakları, kültürlerinin özgün yanlarını gösterecekleri müzelerin sayısının çoğalması, toplumsal sorunların çözümüne de katkıda bulunacaktır.
• Vakıf, dernek ve sivil toplum kuruluşlarının toplumsal hafıza ve arşiv oluşturmaya yönelik girişimlerine katkıda bulunulmalı.