Her pazartesi başlanan diyetler, spor salonlarına yaptırılan kayıtlar, kalori hesapları, yani kilolarla bitmeyen dertler… Kilo problemi yaşayan bireylerle psikodiyet çalışmaları yapan ve “Psikodiyet” kitabının yazarı psikolog Senem Eke Yıldız, yaşam şekli ile beslenme arasında paralel bir ilişki olduğunu söylüyor. Senem Eke Yıldız ile beslenme bozukluklarını, bitmeyen diyetleri ve neden zayıflamaya çalıştığımızı konuştuk.
* Önce Senem Eke Yıldız’ı tanıyalım. Kimdir ne yapar?
19 yıllık psikoloğum. İstanbul Üniversitesi mezunuyum. Marmara Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık Bölümü’nde Yüksek Lisans yaptım. Yetişkinliklerle ilgili her alanda çalışmakla birlikte psikodiyet özel alanım diyebilirim.
* Psikodiyet çalışmalarına nasıl başladınız? Ve Psikodiyet kitabı nereden çıktı?
İnsanlar çok fazla kiloya ve bedene takılıyorlar. ‘Bu konuyla ilgili bir şey yapmam gerekiyor’ diyerek yola çıktım ve psikodiyet çalışmalarına başladım. Sonra bu deneyimlerle de kitap çıktı.
“SAKİNLEŞMEK İÇİN YİYORUZ”
* Kitapta bahsettiğiniz “Duygusal yeme bozukluğu” ne demek? Ruhumuz neden aç? Nasıl doyuracağız?
Duygusal yeme bozukluğu son yıllarda fark edildi. Duygulara bağlı yeme diyoruz. Kötü hissettiğimizde yemeklere yöneliyoruz. Neden; sakinleşmek için. Kendi kendini sakinleştirmeyi öğrenmemiş insanlar yemeklerle, besinlerle kendini sakinleştirmeyi tercih ediyorlar. Çünkü çok konforlu bir şey, elimizin altında çikolata ya da yemek var. Onu yemek bizi sakinleştiriyor.
* Sakinleştiriyor mu peki?
Biyolojik olarak 15-20 dakika sakinleştiriyor. Sonra tekrar kötü hissediliyor. Tekrar yeniyor. Ve bu bir kısır döngüye dönüşüyor. Sonrası da kilo alımı olarak geri dönüyor. Duygusal yeme bozukluğu dediğimiz duygularla başa çıkmayıp yemeğe yönelmek demek. Bunların hepsi beslenme ve hayatla ilginin bozulması.
Çeşitli duygusal problemlerle başa çıkmak için besinleri kullanabiliyoruz. Bu bir takım nöral yollar oluşturuyor. Beyin ‘stres hissettin git bir tabak makarna ye’ diyor ve bu bir noktadan sonra bağımlılığa dönüşüyor. Biz bunu değiştirmeye çalışıyoruz.
* Bunu nasıl değiştiriyorsunuz?
Eylemlerle yapıyoruz. Mesela o yiyeceğin yerine ne koyabiliriz? Diyetisyenler yiyeceği yiyecekle kompanse ediyor. Ben ödül olarak yiyecek verilmesini de onaylamıyorum. Örneğin ‘çok güzel bir hafta geçirdin, kilo verdin, hafta sonu tatlı yiyebilirsin’ diyorlar. Bunu onaylamıyorum. Hafta içi de miktarına dikkat ederek tatlı yiyebilir. Ben eylemleri öneriyorum. Mesela kötü hissettiğinde ne yaparsa iyi gelir onu soruyorum. Kimi ‘doğaya çıkmak’, ‘yürümek’ diyor, kimi ‘yüzmek’, kimi ‘duş almak’ diyor. Biz bunları yani günlük yaşamdaki eylemleri besinlerin yerine koymaya çalışıyoruz.
* Peki psikodiyet bu demek mi? Ya da psikodiyet ne demek?
Evet psikodiyet bu demek. Ben gruplarımda veya bireysel seanslarımda kilo ile ilgilenmiyorum. O işi diyetisyen halletsin. Ben nasıl yaşadığına bakıyorum. Bana nasıl yaşadığını anlatıyor. Ben de nasıl beslendiğini anlıyorum. Ya da nasıl beslendiğini anlatıyor nasıl yaşadığını anlıyorum. Çünkü ikisi birbirine paralel. Nasıl yaşıyorsa öyle besleniyor, nasıl besleniyorsa öyle yaşıyor.
* Burayı biraz açabilir misiniz?
Mesela asosyal yaşıyorsa besinlerle daha yakın bir ilişkisi oluyor. Mesela çok hızlı yiyenler vardır. Hayatı da böyle hızlı yaşıyorlar. Hiçbir şeyin tadına varamıyorlar. Yemeği yavaşlatmak, hayatı da yavaşlatıyor. Yani hayata dokununca her şey yoluna giriyor.
* Psikodiyet gruplarını nasıl belirliyorsunuz?
Başvurular içinden psikiyatrik rahatsızlığı olmayanları tercih ediyorum. Psikiyatrik bir rahatsızlık varsa psikodrama çok güçlü bir yöntem olduğu için başka şeyler tetiklenebilir.
* Hemen psikodrama nedir onu da açalım.
Psikodrama bir eylem terapisi yöntemi. Tamamen eylemlerle yaptığımız bir çalışma. Uzun uzun konuşmalar, sohbetler olmaz. ‘Anlatma, yap’ ilkesi vardır. Herkes duygusunu somutlaştırır. Biz bu somutlaştırmalar üzerinden çok hızlı yol alırız. Somutlaştırınca dışarıdan bakma imkanı da oluyor. Kişi göremediği noktaları görebilir hale gelir. Psikodramanın kurucusu Moreno “İnsan toplum içinde hastalanır, insanın iyileşeceği yer yine toplumdur” Psikodramada mikro bir toplum oluşturuyoruz. Orası güvenli bir ortam. Eleştiri, yorum, yargı asla yok. Kişi orada bir takım şeyleri deneyimleyip dışarıya aktarıyor.
“SEVGİYİ GÖSTERMEYİ BİLMİYORUZ”
* Yaşadığımız coğrafyanın beslenme alışkanlıklarımızla nasıl bir ilgisi var? Mesela bizim ülkemizde hamur işi çok sevilir.
Hamur işine çok düşkünüz çünkü böyle yetiştirilmişiz. Bizim kültürümüzde sürekli yedirme hali var. Bence bu sevgiyi ve ilgiyi göstermeyi bilmediğimizden oluyor. O yüzden birinin evine gittiğimizde mükemmel sofralar hazırlanır. Çünkü sevgiyi göstermenin tek yolunu yemek ve yedirmek olarak algılıyoruz. Kişi yemediğinde üstümüze alıyoruz. Yemek zorunda kalan kişi de ayıp olmasın diye yiyor. Rahatsızlığı olsa bile hayır diyemiyor. Besini ödül veya ceza olarak kullandığımızda oluyor.
* Beslenme bozukluğu kadınlarda ve erkeklerde farklı mı görülüyor yoksa böyle bir ayrım yapmak doğru değil mi?
Kadınlarda daha fazla görülüyor. Ben bunu toplumsal normlara bağlıyorum. Kadın eskiden kutsaldı. Toprak ana diyorduk. Sanayileşme ile birlikte kadının rolü de değişti. Birçok işi bir arada yapan rollere geçti. İşe gidiyor, evi çekip çevirmeye çalışıyor. Hepsi bir arada olunca kadın yalnızlaştı. Böylece en yakınındaki şeye yemeklere sarıldı.
“MÜKEMMEL DİYET YOK”
* Erkeğin kilolu olması konuşulan, insanların dert ettiği bir şey değil fakat kadının kilolu olması bir dert. Kadınların da zayıf olma gibi bir derdi ve telaşı var. Niye?
Bu baskı kadınlara daha çok yapılıyor. Erkek kilolu olduğunda güç simgesi olarak tanımlanıyor ama kadın kilolu olduğunda beğenilmiyor. Yakınlarımız dahil toplumdan kadının zayıf olması gerektiğine yönelik bir baskı var. Medyada da sürekli bu pompalanıyor. Zayıf insanlar sürekli göz önüne çıkarılıyor ve şu mesaj veriliyor; bu bedene sahip olursan mükemmel bir hayatın olur. Kadınlar da maalesef buna uyum sağlamaya çalışıyor.
* Yeme bozukluğu ile kilolarımız arasında bir bağlantı var ama kilo verme telaşı ile duygularımız arasında bir bağlantı yok mu? Niye illa kilo verme telaşımız var?
Değerli, iyi hissetmek için zayıflama telaşı var. Onay almak ve arkadaş grupları içinde de kabul görmek için. Genelde kilolular içe kapanık insanlardır, dışarı çıkmak, bedenlerini göstermek istemezler. Bedenlerini gösterebilmek, sosyal hayata karışabilmek için de bazı insanlar zayıf kalmaya kendini mecbur hisseder.
* Yaza doğru kilo verme telaşı da bu yüzden bağlıyor o zaman.
Evet bedenler ortaya çıkacak. “Mayo giyeceğiz” diyorlar, o yüzden mükemmel bir diyet yapıp mükemmel bir bedene sahip olmak zorunda olduklarını düşünüyorlar. Ama mükemmel bir diyet de yok, mükemmel bir beden de yok.
* Sürekli diyete başlayan ve sürekli yarıda bırakan insanlar var. Bu neden oluyor?
Buna diyet olarak nitenlendirmeyip yaşam tarzı olarak baksa çözülecek. Ama sürekli diyet yapıyor ve bu diyetler genelde çok katı oluyor. O kadar katı diyetler yapıyor ki bir süre sonra bırakıyor. Benim önerim sürdürülebilir ve yaşam tarzına dönüştürülebilir bir beslenme tarzı. Sürdürülebilir ve yaşam tarzına dönüştürülebilir olması gerekiyor ki sürekli diyetisyene gitmek, diyet yapmak kendimizi diyetle cezalandırmak zorunda kalmayalım. Niye cezalandırmak diyorum. Diyet Latincede “belirli bir yaşam tarzını sürdürmek” demek ama Arapçada “bedel ödemek” demek. Biz Arap kültürüne daha yakın olduğumuz için bedel ödüyoruz. Çok yedik şimdi bir şey yemeyelim diyoruz. Böyle bir şey yok. Beslenmek kutsal bir eylem. Bunu bilerek yiyelim.