O kulaklar neler duydu?

“Bu Kulaklar Neler Duydu-Türkiye’de Konferans Çevirmenliğinin 50 Yılı” kitabında, hep başkalarına ses olan konferans çevirmenleri, şimdi kulaklıkları çıkarıyor ve mesleklerinin hikâyesini anlatırken Türkiye’nin yakın tarihine bir başka yönden tanıklık ediyor

27 Ocak 2020 - 16:14

Bir efsane haline gelen “Şota Arveladze’yi Türkçe’den Türkçe’ye tercüme eden çevirmen(!)’i bilirsiniz; hani 94 senesinde Aston Villa maçından bahseden Trabzonsporlu futbolcu Şota’nın kırık Türkçesi’ni ‘sözde’ düzgün Türkçe’ye çeviren tercüman/mihmandar…

 Ne zaman tercümanlık denilse aklıma bu komik çeviri gelir. Peki ya tercüman kimdir, nasıl çalışır, Türkiye’de simültane (eşzamanlı) tercüme ne zaman başladı, nasıl ilerledi, tercümanlar neler yaşıyorlar?

Tüm bu soruların yanıtları “Bu Kulaklar Neler Duydu-Türkiye’de Konferans Çevirmenliğinin 50 Yılı” adlı kitapta bulunuyor. 1969’da kurulan Türkiye Konferans Tercümanları Derneği'nin (TKTD), kuruluşunun 50. yılı vesilesiyle hazırlattığı geçen yılın sonlarında h2o kitap tarafından yayımlanan  kitapta, üç kuşağı temsil eden 35 konferans çevirmeniyle röportajlar yapıldı. 350 sayfalık kitaptaki röportaj ve yazılar Kadıköylü Somnur Vardar tarafından kaleme alındı, fotoğraflar da yine Kadıköylü olan fotoğrafçı Erhan Şermet tarafından çekildi.

TKTD Başkanı Bahar Çotur, “Amacımız konferans çevirmenlerini temsil eden ilk ve tek meslek örgütü olarak, üç kuşak boyunca koruduğumuz bu mirası gelecek kuşaklara aktarmaktı. Kaynak niteliğindeki bu kitabın sadece konferans çevirmenleri açısından değil Türkiye’nin 50 yıllık hikâyesiyle ilgilenenler açısından ilgi çekici olacağını düşünüyorum” dedi.

( Türkiye Konferans Tercümanları Derneği Başkanı Bahar Çotur ve kitabın derleyicisi Somnur Vardar)

60’LARDAN 2000’LERE…

Kitapta anlatıldığına göre her şey 1960’ların ilk yarısında Ekonomik ve Sosyal Etüdler Konferans Heyeti’nin gazetelere verdiği ilanlarla başlamıştı; “İleri derecede yabancı dil bilen, genel kültürü zengin, iyi yetişmiş gençler” aranıyordu. Amaç verilecek eğitim yoluyla konferans çevirmeni yetiştirmekti. Başvuranların çoğu o güne dek böyle bir mesleğin varlığından bile haberdar değildi. Ama oldular. İlk konferanslarından bugüne, sendika toplantılarından, zeytinciliğe, çok farklı alanlarda sözlü çeviriler yaptılar; ülkenin ve anadillerinin yıllar içinde değişimini gözlemlediler. Üniversitelerde bölümler kurdular, yeni nesil çevirmenleri yetiştirdiler; gazete ilanıyla tesadüfen seçtikleri işi saygın bir mesleğe dönüştürdüler.

İlk olarak 1991’de, Körfez Savaşı televizyonlardan canlı olarak yayınlanırken ekranların alt köşesinde açılan küçük kutucukta gördük onları. İngilizce yayını Türkçe’ye çeviriyorlardı. Ama 1983’te, İstanbul Film Festivali’nde Türkçe altyazısı olmayan filmlerin gösterimi sırasında beyazperdede konuşulanları anı anına çevirenler de onlardı. Başbakanların, cumhurbaşkanlarının kulağının dibinde de görmüşlüğümüz vardır bu “hanımefendiler ve beyefendileri.”

Bomba haberine ördekli sansür!

Kitapta röportajı yer alan çevirmenlerden Kadıköylü olan birkaç ismin ilginç anıları şöyle:

  • Fatma Artunkal: Öğrencilerime hep söylerim; terim ezberlemeye çalışmayın, sonra gelecek düşünceyi tahmin edebilme becerinizi geliştirin. Leb demeden leblebiyi anlayın. Gözlem yapın. Karşındaki hanım ne giymiş? Eğer Ankaralı bürokrat gibi gelmişse eyvah kesinlikle kağıttan okuyacaktır… Tercüme iyi yada kötü olamaz. Konuşmacı iyi ya da kötüdür. Bazen kötü konuşmacıya sinirlenip kötü tercüme ettiğimi bilirim. Çünkü niye düzelteyim onun abuk sabuk cümlelerini?!
  • Verda Kıvrak:  Eskiden masaüstü kabinler vardı. Yani masanın üstüne bir kutu koyuyorlardı kabin diye. Sonraları Ankara’nın çeşitli devlet dairlerinde yapılmış kabinler vardı, onlarda güzel anılarım vardır. Bir afet kongresi sırasında bizim kabindeki florasan lamba süreli yanıp sönüyordu, sonra masaya düştü yanmaya başladı! Böylelikle afet tatbikatı olabildi! (....) Körfez Savaşı sırasında Ankara bombalanacak diye Saddam’ın bir tehdidi vardı. Biz o sırada TRT’de çalışıyorduk. CNN’de onunla ilgili haber çıkınca TRT yayını kesmek istiyordu. Bize ‘Bununla ilgili haber çıkınca bize söyleyin’dediler. Yayını kestiklerinde de ördeklerin yüzdüğü bir klip gösteriyorlardı. Biz de öyle bir haber çıkınca, alttan kameramana iki elimizle ördek gibi yüzme hareketi yapıyorduk!
  • Zeynep Bekdik: İnsan hakları konusu devreye girmeye başladıktan sonra mesleğimiz daha anlam kazandı. Mesela Avrupa Konseyi’nde İşkence ve Kötü Muamelenin Önlenmesi Komitesi vardı. Buradan her sene görevliler Türkiye’ye gelip, cezaevlerini gezerek, hem cezaevi personeli, hem de mahkûmlar ve aileleriyle görüşürdü. Orada tam bir duruşma düşünün, davalı ve davacılar. Davacılar arasında yabancı avukatlar da vardı. Kürt avukatlar da vardı. Bize verilen komut ‘ne diyorsa onu söyle!’ Adam ‘cigerim yaniyi’ dedi. Ben de ‘my lung is on fire’ dedim. Bundan memnun kaldılar. Cigerim yaniyi… O lafı hiç unutmayacağım… O adamın canı yanıyor. O yanan canı doğru aktarmak lazım ki, diğeri de olayı doğru kavrayıp kararını ona göre verebilsin.

(portre fotoğrafları: Erhan Şermet)


ARŞİV