Mimar Sinan Üniversitesi mezunu şehir plancısı Gizem Kıygı ve peyzaj mimarı Başak İncekara öğrencilik yıllarından beri arkadaş. Çocuklarla sıkı ilişkiler içinde olan Kıygı ve İncekara, arkadaşlıklarını ortak bir proje oluşturarak devam ettiriyor. 2015’te başlattıkları Kent ve Çocuk şehircilik girişimiyle Türkiye’nin farklı noktalarından çocuklar için atölyeler düzenliyorlar. Atölyelerde, çocukların kentle ve mekanla kurdukları ilişki maketlerle, çizimlerle tasarlamaları sağlanıyor. İstanbul, İzmir, Ankara, Muş ve Erivan’da atölyeler düzenleyerek hem kentteki hem de kırsalda yaşayan çocuklarla buluşan Başak İncekara ve Gizem Kıygı ile gittikçe büyüyen kentlerde çocuk olma hallerini konuştuk.
Proje nasıl oluştu?
Gizem Kıygı: Öğrencilik yıllarımdan beri Bir Umut Derneği’nde gönüllü olarak çalışıyorum. Kentsel dönüşüm süreçlerini takip ettiğim sırada çocuklarla çalışma fırsatım olmuştu. Mahallede çocuklarla beraber çalışınca çocukların yaşadıkları mekana katılım kısmının literatürde de akademide de meslekte de eksik olduğunu fark ettim. Ayrıca çocuklarla çalışmak çok verimli ve zevkli. Başka şeyleri görmeye başlıyorsunuz. Mimar Sinan Üniversitesi’nde beraber okuduk Başak’la. O da akademik alanda çocuklara eğiliyordu. Bu konuda artık bir şey yapalım dedik. Atölye formatı üzerinden Kent ve Çocuk’u oluşturduk.
Farklı yerlerde atölyeler düzenliyorsunuz. Neler yaptınız şimdiye kadar?
Başak İncekara: Katılım söylemini uygulamaya taşımak isteyen bir ekibiz. Çocuk atölyelerini bu anlamda çok fazla önemsiyoruz. Çocuklar bizimle nasıl iletişim kuruyor? Onların gözüyle bakıp, dillerini anlamak zorundayız. Üç boyutlu maketler üzerinde çalışıyoruz. Duyuları işin içine kattığımız atölyelerimiz oldu. Bu çalışmalardan çeşitli veriler elde ettik.
Gizem Kıygı: Çeşitli bilgileri elde edebilmek için olabildiğince farklı disiplinlerden bir araya gelmeye çalışıyoruz. Çocuk psikologlarıyla çalıştığımız atölyelerimiz oldu. Çünkü biz çocuklara mesleki birikimle yaklaşıyoruz ama bu bir anlamda tehlikeli. Çocuğun çizdiği ya da maketle oluşturduğu her şey hayal ettiği ya da istediği bir şey olmayabilir. Bu anlamda psikologlar devreye giriyor. Kendi meslektaşlarımız atölyelerimize katılıyorlar. Gönüllü olmak isteyen arkadaşlarımız bir şekilde bize ulaşıyor. İşbirlikleri üzerinden çalışıyoruz. Meslek örgütleri, dernekler ya da yerel yönetimlerle bir araya gelip çocuklarla buluşuyoruz.
Başak incekara ve Gizem Kıygı
Atölyelerde tam olarak neler yapıyorsunuz?
Başak İncekara: Öncelikle çocuklara kentin fiziksel olarak hangi öğelerden oluştuğunu anlatıyoruz. Ondan sonra da çocuklardan kendi dünyalarındaki kenti yaratmasını istiyoruz. Çocuklar sözcüklerle anlatamadıklarını uygulamayla anlatabiliyorlar. Uygulama genel olarak maket üzerinden gerçekleşiyor. Çocuklar sadece maket yapmıyorlar aynı zamanda çizim de yapıyorlar.
“KENT ONLAR İÇİN OYUN ALANI”
Şimdiye kadar gözleminiz ne oldu. Neler çıktı atölyelerden?
Başak İncekara: Her atölyenin sonunda farklı sonuçlar çıkıyor. Ama çocuklar genel olarak kenti çok büyük bir oyun alanı olarak algılıyorlar. Kendilerini çok net ifade ediyorlar. Neyi istiyorlar, hayalleri neler? Sözün sınırından çıkıp bunu maketlerle ya da çizimlerle çok net söylüyorlar.
Gizem Kıygı: Köy okullarında çalışmaya gitmiştik. Bizim için kırsal alanda çalışmak ilk olmuştu. Kamuoyunda kırsalda okuyan öğrencilerin kaliteli eğitim alamadıklarına dair yaygın bir kanı var. Bu da algıda kentli olmayan çocukları dezavantajlı bir noktaya taşıyor. Ancak durum bu kadar siyah beyaz değil. Biz çocukların inanılmaz bir harita okuma kabiliyetiyle karşılaştık. Ellerine haritayı alıp dağlardan, yollardan ve nehirlerden yollarını buldular. Bizim oryantosyonumuz yapılı çevreden gelen referanslarla şekilleniyor. Bu nirengi noktasıdır. Çocukların nirengi noktası ise tamamen doğayla ilişkili. Biz kendimizi doğada kaybederiz. Ama çocuk kendisini buluyor.
Başak İncekara: Binalar dışında oranın coğrafi özelliklerini de hesaba katarak mekanı tasarlıyorlar. Sanırım bu; çocukların doğada var olma durumuyla ilişkili.
“EV-OKUL-AVM ÜÇGENİNE SIKIŞIYORLAR”
Şehirde yaşayan çocukların durumu farklı mı?
Başak İncekara: Çocuğun yaşadığı, gündelik hayatta İçinde bulunduğu fiziksel çevre, çocuğun mekan algısını da etkiliyor. Bu anlamda kapalı bir sitede yaşayan çocuk ile mahallede yaşayan bir çocuğun mekan belleği ve tasarımı farklı. Sitede yaşayan bir çocuk kent mekanını daha izole olarak yorumlayabiliyor. Ülke nüfusunun büyük bir çoğunluğu aslında çocuklardan oluşuyor. Kentin her kesime hitap etmesi gerekiyor. Yetişkinler için de uygun olması gerekiyor. Herkesin yaşadığı alana dair söz söyleme hakkı var. Çocuklar da buna dahil.
Gizem Kıygı: Çocukluk hayatımızın ilk dönemleri. Birçok algımızın geliştiği ve belleğimizin kurulduğu bir dönem. Büyüdükçe bellek kırılmalar yaşıyor ama bir çocuk bir mekanı güvenli diye işaretliyor. Bu yavaş yavaş değişiyor. Aslında biz ilginç bir dönemde yaşıyoruz. Kentte sürekli bir değişim ve dönüşüm var. Ölçekler çok değişti. Binalar yükseldi, yollar genişledi. Çocuklar için bu ölçekler çok büyük geliyor. Bizim biriktirdiğimiz çocukluk deneyimleriyle şimdiki çocukların mekan deneyimleri çok farklı. Atölyelerde bunun bilgisini topluyoruz ama kapsamlı bir bilgiye sahip değiliz. Akademi henüz bu konuda yeterli derecede çalışmıyor. Genel olarak kent tasarımları erişilebilirlik üzerinden konuşuluyor. Parklar, eğitim yapıları üzerinden tartışma yürütülüyor. Çocuğun bütün kenti kullanılmasına henüz geçemedik.
KENTSEL DÖNÜŞÜM VE ÇOCUK
Kentsel dönüşüm çocukları nasıl etkiliyor?
Gizem Kıygı: Kentsel dönüşümün çok fazla tartışıldığı bir süreç en çok çocukları etkiliyor. Anne ve babalar çevresinin güvenli olduğu, yeşil alanla parkların yer aldığı okula yakın olan binaları tercih ediyor. Kentsel dönüşüm projeleri başladığında ilk olarak bu projelere sınıfsal bir tepkiyle karşı konulmuştu. Ama mevzuya çocuk hakkı perspektifinden bakınca durum değişiyor. Çünkü lüks konut tercihinde bulunan sınıfta yaşayan çocuğun da kent hakkı gasp ediliyor. Çocuğun kentteki dolaşımı site-okul-AVM üçgenine sıkıştırılıyor.
Başak İncekara: Kadıköy’de yaşanan kentsel dönüşüm daha farklı. Günde 40 binanın yıkıldığı bir kentte ciddi sağlık sorunu ortaya çıkıyor. Bu çocuklar için ciddi sağlık sorunu yaratıyor. Bir sokakta 5 binada inşaat çalışması sürüyorsa bu; o sokağın şantiye alanı haline gelmesi demek bir anlamda. Çocuklar sadece sağlık sorunu yaşamıyor, sokağa da çıkamıyor. Bunun dışında çocuklar yaşadıkları yerle aidiyet duygusu oluşmuyor. Çünkü sürekli bir yıkım var.
Gizem Kıygı: Kentsel dönüşüm meselesi ailelerin ve bireylerde sürekli bir tedirginlik yaratıyor. “Buraya taşındık ama acaba yıkılacak mı” sorusunu sürekli gündemde. Büyükler bu konuları tartışırken çocuklar da durumun farkında olarak tedirgin oluyorlar. Kent içinde bir göç hareketi var. Kentin içinde hafriyat kamyonları var. Çocuk servise bindiğinde ya da sokağa çıktığında sürekli bu tehlikeyle karşı karşıya.
Sizce ne yapılmalı?
Gizem Kıygı: Kamu kurumlarının süreç takibine inancın zayıfladığı bir dönemdeyiz ne yazık ki. Ancak böyle olmamalı. Ebeveynler inşaatlarda gördükleri sorunları, kendilerini ve çocuklarını sokaktan, mahallelerinden uzaklaştıran durumları yerel yönetimlere mutlaka şikayet etmeli ve takip etmeliler. Bunun her aşamasını da çocuklarıyla birlikte yapabilirler. Bu kentlilik ve yurttaşlık bilincini de geliştirecek en güzel yol. Yılmasınlar. Takip eden kazanıyor.
Atölyeleriniz ve çalışmalarınız devam ediyor. Son olarak neler söylemek istersiniz?
Başak İncekara: Atölyelerimize devam edeceğiz. Bizimle çalışmak isteyen her kurumun işbirliğine açığız. Bunun dışında uygulama alanında katılımcı tasarım yöntemleri kullanmak isteyenlerin işbirliklerini de bekliyoruz. Sosyal medya hesaplarımızdan bize ulaşabilirler.