Organik Pazar 6 yaşında!

Altı yılını dolduran Kadıköy Belediyesi Organik Halk Pazarı, her çarşamba Özgürlük Parkı’nda sağlıklı gıdaları halkla buluşturmaya devam ediyor

28 Ocak 2016 - 13:41
Bircan BİROL
2010 yılının 27 Ocak’ında, karda kışta kurulan Kadıköy Organik Halk Pazarı 6. yılında. Ekolojik Üreticiler Derneği ve Kadıköy Belediyesi’nin işbirliği ile kurulan pazarın açıldığı bir Çarşamba gününü yakalayarak pazarı ziyaret ettik. Hem pazarın kurucularından Levent Gürsel Alev ile enine boyuna organik tarımı hem de üreticilerle organik pazarı konuştuk.
Hem sizi tanıyalım, hem de sizin aracılığınızla organik pazarın kurulma hikâyesini dinleyelim.
Çanakkale Eceabat’ta organik tarım üreticiliği yapıyorum. 2009 yılında Ekolojik Üreticiler Derneği’ni kurduk. Bu dönemde bazı yerel yönetimlerle organik pazarın açılmasına ilişkin görüşmelerimiz oldu. Bunlardan bir tanesi ve ilki Kadıköy Belediyesi’ydi. 27 Ocak 2010 yılında, yine böyle bir mevsimde Özgürlük Parkı içeresinde pazarımızı açmış olduk. Dernek olarak biz Kadıköy Belediyesi ile olan işbirliğimizi 2013 sonuna kadar sürdürdük. Fakat bazı özel sebeplerden dolayı derneği kapatmak gibi bir durumla karşı karşıya kaldık. 2013 sonundan itibaren Kadıköy Belediyesi Organik Halk Pazarı, tamamen Kadıköy Belediyesi’nin denetiminde bir pazar yeri olarak devam ediyor.
■ Pazardan memnun musunuz?
Özgürlük Parkı, üreticiler açısından konum olarak iyi bir nokta; fakat fiziksel olarak bazı zorluklar yaşanıyor. Pazar alanında; kapıdan ürünlerin taşınması, tezgâhın yapılması, profillerin sökülüp takılması vs. çok ciddi maliyetlere yol açıyor. Bizce bu sorunları aşan sabit, pazar yeri gibi kapalı bir alan yapılabilir. Fakat şu andaki fiziksel yapı hala böyle devam ediyor. Bence pazarın tek sorunu bu.

“ÜRETİCİ SERTİFİKALI OLMALI”
■ Organik ürünlerle ilgili bir güvensizlik var. Kadıköy’deki pazarın organik ürün sattığına nasıl emin oluyorsunuz, ne tür önlemler alıyorsunuz?
Organik tarım temiz üretim olduğu için, bugüne kadar alışılmış endüstriyel tarım yapma şeklinden farklı olarak; temelde tohumdan son ürüne kadar olan süreçte, sentetik kimyasal gübre ve ilaçların kullanılmasının yasak olduğu bir tarım disiplini. Bunun için uluslararası alanda sertifika ile kontrol yöntemi gelişmiş. Organik tarıma girmek isteyen her üretici yasal olarak mutlaka bu sertifikaya sahip olmak zorunda. O yüzden sertifikası olmayan bir ürün, yasa ve yönetmelikler gereği organik ürün olarak tanımlanamıyor.
■ Peki, organik pazarlar neden bu kadar pahalı?
Bu bence biraz yanılsama gibi. Neye göre pahalılık meselesi burada çok önemli. Şimdi mesela bazı niş yerler vardır; özel manavlar, sosyete pazarları falan… Mesela o tip yerlerde organik ürün çok çok pahalı. Ama marketlere göre değerlendirirseniz çok büyük fark yok. Herhangi bir semt pazarında bile, o semtin özelliğine göre fiyatlar değişiyor.
İkincisi, bu ürünün üretilmesinde ilaçlı-konvansiyonel tarıma göre çok ciddi kayıplar söz konusu oluyor. Sentetik, kimyasal gübreler kullanmadığınız için endüstriyel tarımdaki kimyasallarla azdırılmış yapay olarak güçlendirilmiş ürünlerde dönümünden tonlarca ürün alıyorsunuz; ama organik üretimde bu kadar verim niceliğine ulaşmanız mümkün değil, yarı yarıya düşer. Bütün bu benzer faktörlerden dolayı pahalı kaçabiliyor.

NİTROJEN BOMBASINDAN GÜBREYE!
■ Her gün ürünlerde kullanılan gıda katkı maddeleri ile ilgili kötü haberler alıyoruz. Sizce cidden bu kadar sağlıksız besinlerle mi karşı karşıyayız?
Bütün mesele, özellikle 2. Dünya Savaşı’nda silah sanayinin ulaştığı AR-GE düzeyinin savaş bittikten sonra üretilmiş bütün kimyasalların tarıma modifiye ile aktarılması stratejisi ile başladı. Örneğin nitrojen bombası tekniği modifiye edilerek nitratlı gübrelere dönüştürüldü.
Vietnam’da Amerika’nın kullandığı portakal gazı adı verilen biyolojik silah yine modifiye edilerek tarım ilaçlarına dönüştürüldü. Bu dünya kapitalist sisteminin ne yazık ki bir parçası. Görsellikle beraber algılar değiştirildi. Daha güzel görünümlü sebzeler daha iyiymiş gibi bir algı yerleştirildi. Kimyasallar pompalandı, yerel tohumlar yerine hibrit tohumlar getirildi, GDO’lar geldi… Açıkçası tarımda sağlık için tehlikeli kimyasal kullanıldığı bir gerçek.
■ Hâlihazırda organik tarımla ve ekolojiyle ilgili alternatif bostanlar, kent bahçeleri gibi oluşumlar da var. Bu oluşumlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu konu da dâhil olmak üzere Gezi direnişi, sivil toplumun aşağıdan yukarıya oluşturmaya çalıştığı bir başlangıç oldu. Çeşitli forumlarda kent bostanları kurmak gibi kararlar alındı. Bunu bir alternatif olarak gördük. Bu tabii ki Türkiye’ye özgü bir durum değil. Dünyadaki gıda sorunu, aslında gıdanın üretildiği yerler ile gıdanın tüketildiği alanlarla ilgili kopuklukla ilgili bir şey. Çok büyük urlaşmış kentler yaratıldı.
Mesela İstanbul… Topraklar ve köyler insansızlaştı ve kentlere yığılma başladı. Bütün dünyada yaklaşık olarak sistem böyle.  Kent bahçeleri, Küba’da, Kanada’da, Viyana’da var. Mesela Havana’da kent bahçeleri, sebzeden meyveye kadar yüzde 40 ile yüzde 70 arası kentlinin gıda sorununu karşılıyor. Türkiye’de de sürekli yeşil alana saldırı olduğu için bu bir karşı tepki yaratıyor. Burada sizin bir şeye “hayır” demeniz yeterli olmuyor. Karşılığını da üretmek gerekiyor. Bu onun bir cevabıdır.


ÜRETİCİLER KADIKÖY’DEN MEMNUN
Mustafa Bay: Açıldığı günden beri buradayım. Sebze meyve üretiyoruz. Her hafta Ankara Kalecik’ten Kadıköy’deki bu pazara geliyoruz. Müşteri iyi ama kışın soğuktan çok gelinmiyor. Pazarın belediye tarafından tanıtılması bizim açımızdan iyi olur. Kapalı alan olsa iyi olur, yeşillikler dondu çünkü açıkta.
Ünsal Yener: Zonguldak’tan bu pazara iki yıldır geliyorum. 11 yıldır bu sektörün içindeyiz. Kışın çok insan olmuyor. Yalan söylemeyeyim, para kazanıyoruz ama zor bir iş. Tezgâhtan buraya gelene kadar bin bir türlü emekle geliyor ürünler. Üniversite mezunuyum ama canım almıyor başka iş yapmayı. Toprakla uğraşmayı seviyorum. Kadıköylü tüketiciyi bilinçli buluyorum.

ARŞİV