Otobüs camından öteki İstanbul...

Toplu ulaşım araçlarının camından 13 sene boyunca İstanbul’u fotoğraflayan akademisyen-fotoğrafçı Gülay Doğan, “Bu sergiye gelen biri, ‘güzel İstanbul, yedi tepeli İstanbul’ bulamayacak. Duvar yazıları görecek, arada kalmışlıklar görecek, bir kağıt toplayıcısının gölgede kalan yüzünü görecek...” diyor

04 Şubat 2025 - 16:21

Binlerce yıllık köklü bir geçmişi olan İstanbul, bugüne dek birçok sergiye konu olmuştur. Ancak pek azı bu görkemli güzelliğin ötesine odaklanır. İşte onlardan biri “Teğet Geçtim” başlıklı fotoğraf sergisi. Sergi, tarihi ve kültürel olarak büyük anlatıların, Boğaz manzarasının uzağında; otobanlardan ara sokaklara uzanan öteki manzaralara bakıyor. İzleyiciyi de bu fotoğraflara sadece bakmaya değil, bu manzaraları tekrar okuyup  sorgulamaya ve hatta (sergi mekanındaki kartpostallar aracılığıyla) yazmaya davet ediyor.

Deklanşörün ardındaki isim ise akademisyen-fotoğrafçı Gülay Doğan. İstanbul’u otobüs, tramvay gibi toplu ulaşım araçlarının pencerelerinden fotoğraflayan sanatçı, sergisinde kentin gözden kaçan manzaralarına odaklanıyor. Cihangir’deki Fotografevi’nde 1 Şubat’ta izleyiciyle buluşan sergi, 15 Şubat’a dek açık kalacak.

Gülay Doğan anlatıyor.

  • Önce sizi tanıyalım.

Fotoğrafçılık alanındaki lisans eğitimimi Yıldız Teknik; yüksek lisansımı Marmara ve sanatta yeterlik programımı da Mimar Sinan Güzel Sanatlar üniversitelerinde yaptım. Henri Cartier Bresson ve Robert Capa gibi usta fotoğrafçıları anlatan kitapların hem editörlüğünü hem de ortak çevirmenliğini yaptım. Ulusal ve uluslararası karma sergilere katıldım. Çalışmalarımdaki başlıca temalar kentsel mekânda hafıza ve toplumsal yabancılaşma.

  • “Teğet Geçtim” ismi, serginin ruhunu güçlü bir şekilde yansıtıyor. Nasıl seçtiniz?

Bu isim hem benim hem de toplu ulaşım araçlarını kullanan milyonlarca insanın gün içerisinde kentle kurduğu ilişkinin niteliğini ifade ediyor. Göz ucuyla dokunduğumuz, ama müdahale edemediğimiz bir gerçeklik akışı içerisinde seyrediyoruz kenti ya da gördüğümüz manzarada kendimizi... Sergi teğet geçilen noktalara dair benim fotografik fragmanlarımdan oluşuyor.

FOTOĞRAFIN BÜYÜSÜ BELİRSİZLİĞİNDE...

  • Fotoğrafları hangi tarihler arasında ve şehrin hangi bölgelerinde çektiniz? Sergi seçkisinde neleri öne çıkarmaya çalıştınız?

2011-2024 aralığında çekildi. Merkezlerden yola çıkan ve kentin çeperlerine giden toplu ulaşım araçlarının güzergahlarını seçtim. Bağcılar’dan Ümraniye’ye, Kayaşehir’den Tuzla’ya geniş bir aralık olduğunu söyleyebilirim. Ya doluluk içerisinde boğulmayı ya da arada kalmayı ifade eden anlara odaklanmaya çalıştım. Örneğin toplu konutların olduğu çitlenmiş bir alanda duvarda ‘katil’ yazıyordu ve üzeri karalanmıştı. Kimdi katil? Katilin üzerini örten kimdi? Birçok fotoğrafımda bu nedenle izleyicinin kendi hikayesine girebileceği boşlukları önemsedim. Fotoğrafın kendisi zaten başlı başına belirsiz bir medyumdur. Altyazı ya da onu açıklayacak biri olmadığı durumda biraz eksik kalır yahut büyüsünü bu belirsizlikten alır. Tercihe bağlı bir okumadır bu. Benim için her ikisi de aynı anda var olabiliyor. Kenti bölen, görmeye kapatan çeşitli ayraçlar; bina cepheleri, reklamlar, yansımalar, çelişkiler, sanıyorum ki bunlardı öne çıkarmak istediklerim.

  • Toplu taşıma araçlarının içinden İstanbul’a bakmak, kenti nasıl farklı bir perspektiften görmenizi sağladı? 

Toplu ulaşım araçları, güzergahları belirli olmasıyla bence dikkat çekici. Aynı manzarayı kat etmek demek... Bu yönüyle aslında içinde olan için kör edici de bir durum. Kentin tasarısıyla kurduğumuz edilgen ilişkiyi gösteren bir perspektif aslında. 

Fotoğrafik açıdan düşündüğümde tam da geçip giden ana, mekana, zamana bir çentik atarak yeniden görme, inceleme olanağı sunması, İstanbul’un milyonları ortaklaştıran manzarasını da yansıtıyor bence.

“İSTANBUL BOŞLUĞUNU KAYBETTİ”

  • İstanbul’un hızlı değişen dokusu içinde en çok kaybolduğunu düşündüğünüz şeyler neler?

Boşluk... Birbiri üstüne yığılıyor her şey; imajlar, insanlar, yapılar. İstanbul hep çok katmanlı ve eklektik olmuştur. Ama yıllar içerisinde ekonomik ve toplumsal ayrışmanın daha net çizgilerle kentin yüzeyinde kurgulandığını, buna rağmen okumak ya da görmek için mesafemizi -hem fiziksel hem de zihinsel anlamda- yitirdiğimizi düşünüyorum.

  • Kentsel dönüşüm ve toplumsal ayrışma konuları eserlerinizde nasıl işleniyor?

Kent yenilenirken, toplumsal katmanların haritası da yeniden çiziliyor. Ama hiçbir durumda yoksulların kaderi değişmiyor. Gecekondu mahalleleri yerini toplu konut yapısıyla gelen yabancılaşma ve güvensizliğe bırakıyor. Fotoğraflarımda bu mesele çoğunlukla manzarada ve onun detaylarında yer alıyor. Bir bina cephesine yapılmış bir kır manzarası, kentin en çok yapı bloklarının bulunduğu yerlerden geçtiğinizde anlamlı bir temsil olabiliyor. Arzulanan bir şeyin dışavurumu gibi... Ya da kent peyzajı için çalışan işçilerin dinlenirken yine aynı çimene uzanıp yatması, kentin hangi alanlarına kimler erişebiliyor sorusuyla birlikte okunabilir. Fotoğraflarımda doğrudan cümleler yok, bunun yerine görsel ipuçlarının bir araya gelmesi ve bir his yaratmasını tercih ettim. Bu kimi zaman bir semt pazarının dışarıya doğru çıkıntı yaratan demiri olabiliyor, kimi zaman sel basmış yollardan geçen araçları seyre dalan bir kişi yahut deniz kenarında birbirinden kopuk gençlerde ortaya çıkıyor. Nihayetinde bütün bu fotoğrafların verili, sunulmuş, fiziksel mekanla ilişkisi gerçeklik üzerinden şekilleniyor fakat benim onlara yüklediğim anlam gereği bana ait bir gerçeklik kurgusu olduğu da ortada.

İZLEYİCİ FOTOĞRAFI YAZARAK ANLATIYOR

  • Bu sergiyi gezen bir izleyicinin nasıl bir deneyim yaşamasını umuyorsunuz?

Sergi mekanının da sağladığı avantajla fotoğraflar, kompartmanlar şeklinde hem birbirini izliyor hem de kolonlar vasıtasıyla birbirinden ayrılıyor. Bu nedenle her bir alanda kendi içinde bir bütün oluşturan farklı büyüklüklerde fotoğraf yer alıyor. Bu sergiye gelen biri, güzel İstanbul, yedi tepeli İstanbul, medeniyetler beşiği İstanbul bulamayacak. Onun yerine kimi zaman bir nehirde gibi akıp giden veya parçalanmış gibi görünen bir yansımada özneyi bulmaya çalışacak. Duvar yazıları görecek, arada kalmışlıklar görecek, bir kağıt toplayıcısının gölgede kalan yüzünü görecek. 

Benim bu sergiyi gezen bir izleyicinin yaşamasını umduğum şey, kendi toplu ulaşım deneyiminin nasıl bir duyguya karşılık geldiğini düşünmesi ve benim fotoğraflarımda bu duyguya karşılık gelen bir şeyler bulmasıdır. Bu nedenle sergi mekanında, duvarda yer alan fotoğraflardan çok daha fazlası kartpostal şeklinde bulunuyor. Bu fotoğraflara, üzerinde “Bir fotoğraf al, bir cümle bırak ki; eğrinin yanından geçen doğrularımız kesişsin” ibaresi bulunan bir kart eşlik ediyor. Bu kartların arkasında yazanların bana bu deneyimi taşımasını umuyorum.

  • Kadıköylüsünüz diye hissettim, doğru mu? Sergide Kadıköy’den fotoğraflar var mı?

Bu projeye ailemle birlikte yaşadığım Bağcılar'da başlamıştım. Şu anda ise 12 yıldır Kadıköylüyüm. Elbette Kadıköy'den fotoğraf var; biri yoğun yağışla birlikte göle dönen yolları, diğeri ise Uzunçayır tarafında salı pazarının kurulduğu yerdeki çadırı ve arkasındaki gökdelenleri gösteriyor. Fikirtepe'nin 2024 kuşatmasını gösteren bir fotoğraf da var fakat sergiye dahil etmedim.

 


ARŞİV