Son yıllarda heykellerle kavgalı uygulamalara şahitlik etsek bile özellikle İstanbul’da anıtlar şehrin toplumsal ve sosyal tarihinin izdüşümüdür. İlk basımı 2010 yılında Evrensel Basım Yayın tarafından yapılan “Öyküleriyle İstanbul Anıtları, İBB Kültür Yayınları tarafından kent tarihine katkı için yeniden basıldı. 2015 yılında aramızdan ayrılan şair Sennur Sezer ve Adnan Özyalçıner’in birlikte kaleme aldığı kitap içeriği yeni baskı için güncellendi.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun sunuş yazısını yazdığı kitap 29 bölümden oluşuyor. Haliç, Eminönü, Topkapı, Sultanahmet, Fatih, Bakırköy, Galata- Karaköy Beşiktaş- Sarıyer gibi Avrupa yakasındaki anıt yapılara geniş yer verilen kitapta, Asya Kıtasının El Uzattığı Yer Anadolu Yakası başlığı ile Kız Kulesi. Haydarpaşa ve Kadıköy Anıt Yapıları, Selimiye- Üsküdar Anıt Yapıları, Boğaz’ın Anadolu Kıyısı Anıt Yapıları ve Marmara’nın Prensleri Adalar başlıkları ile Anadolu Yakası anıtları ve anıt yapıları öyküleriyle anlatılıyor.
Kitapta yer alan anıtların öykülerinden kısa derlemeler hazırladık:
MOĞOLLARIN MERYEMİ KİLİSESİ (Panagia Muhliotissa)
Fener’de Firketeci Sokak ile Tevkii Cafer Mektebi Sokak arasında, yüksek duvarlı küçük bir avlu içindedir. Kanlı Kilise olarak da adlandırlır. Zafer Karaca’ya göre “İstanbul’da Fetih’ten önce inşa edilmiş ve günümüze kadar Rum Ortodokslar’ın ibadet mekanı olarak işlevinin sürdürmüş tek Bizans yapısıdır.
Panagia Muhliotissa adı, tahrif edildiği sonradan anlaşılan bir belgedeki olaya bağlanır. Bu belgeye göre VIII. Mihail’in kızı Maria Paleologina, Moğol Hanı Hülagu ile evlendirilmek üzere Orta Asya’ya gönderilir. Hülagu’nun ölümü yüzünden evlilik gerçekleşmez ve Maria’nın Hülagu’nun oğlu Abaka Han ile evlendirilmesi kararlaştırılır. Abaka Han’ın 1282 yılında öldürülmesiyle geri dönen Maria şehrin Haliç’e bakan yamacındaki kilise, hamam, bahçe ve bağları Maria Akrapolitissa’dan alarak burada bir kadınlar manastırı kurar. Manastır Moğolların Meryemi olarak adlandırılır.
SANTRALİSTANBUL
Bilgi Üniversitesi’ne bağlı müze, Silahtarağa Elektrik Santrali’nin dönüştürülmesi sonucu hayata geçirilmiştir. 1913 yılında Kağıthane’de kurulan santral, Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk kent ölçekli elektrik santralidir ve 1952 yılına kadar İstanbul’u tek başına besledi.
SANKİ YEDİM CAMİİ
Fatih’ta Sinanağa Mahallesi’ne bağlı Kırbacı Sokağı’nda bulunan camii Keçeci Hayrettin Camii olarak da bilinir. Camiye adını veren öykü şöyle: 18. yüzyılda yaşayan Keçeci Hayrettin Efendi, eli sıkı bir adammış. Bir lokantanın önünden geçerken canı yemek isterse lokantaya girer, yemekleri gözden geçirdikten sonra dışarı çıkarmış. Ardından kendi kendine gülümser “Sanki Yedim” diyerek, yemeğe harcaması gereken parayı kesesinden ayırıp bir kenara koyarmış. Bu iş yıllarca sürmüş ve sonunda biriktirdiği paralarla bir cami yaptırmış. Yaptırdığı cami de bu yüzden “Sanki Yedim” adını almış.
TURAN EMEKSİZ ANITI
28 Nisan 1960’ta İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin Beyazıt’ta, Menders Hükümeti’ni protesto amacıyla gerçekleştirdikleri mitingde vurularak öldürülen Orman Fakültesi öğrencilerinden Turan Emeksiz adına dikilen anıttır. Hürriyet Anıtı olarak da bilinir. Semahat Acuner tarafından 1963 yılında yapılmıştır.
CELLAT ÇEŞMESİ
Cellat Çeşmesi, cellatların işlerini bitirdikten sonra araç gereçlerini yıkadıkları bir çeşme olarak tarihe geçti. Cellatlar, sarayın güvenlik birimi olan bostancıbaşılığa bağlı olarak çalışırlar, öldüklerinde Eyüp’te onlara ayrılmış bir mezarlığa gömülür ve baş uçlarına yazısız kaba bir taş konurdu.
PERİLİ KÖŞK (Yusuf Ziya Köşkü)
Rumeli Hisarı’nda yer alan köşk dönemin ihracatçılarından Yusuf Ziya Paşa isimli bir tüccar tarafından 1910’lu yıllarda yaptırılmış ama savaş ve krizler yüzünden yarım kalmış. Hikayesi ise şöyledir: Yusuf Ziya Paşa çok güzel bir kıza aşık olmuş ve onunla evlenmiş. Karısını çevresinde dolaşan gençlerden uzaklaştırmak için kulenin en üstündeki bölümü yaptırmış. Binanın içinde tamamlanan tek bölüm de orası olmuş. Bir süre orada yaşamışlar, binanın geri kalanı ise, 1995-2001 yılları arasında Mimar Hakan Kıran tarafından yeniden yapana kadar hiç kullanılmamış.
Çevre sürekli köşkün “peri gibi güzel sahibesinden söz ederken bu söz ağızdan ağıza dolaşarak Perili Köşk’e dönüşmüş.
HAYDARPAŞA İSKELESİ
Neoklasik üslubun öncü mimarlarından Vedat Tek yapmıştır. Dikdörgen planlı bir yapıya sahip iskelenin önüne sekizgen bir gişe yerleştirilmiştir. İskelenin dış cephesi, tek renkliden çok renkliye uzanan çinilerin yanı sıra neoklasik dönemin özelliğini yansıtan taş işçiliğiyle bezelidir. İskelenin Kütahya’da üretilen çinilerini Mehmet Emin Bey yapmıştır.
OSMAN AĞA CAMİİ
Kurucusu 1. Ahmed döneminin (1603- 1617) Bâbüssâade Ağası olan Osman Ağa’dır. Söğütlüçeşme Caddesi üzerinde yer almaktadır. Osman Ağa, Mekke ve Medine ahalisine gönderilen armağanlar arasında yer alan kendi icadı olan buhurdan dolayı Buhuri Osman Ağa olarak da bilinir. Zaman içinde harap olunca 1811 yılında II. Mahmud tarafından yenilenmiştir. 1878’de Kadıköy’de çıkan yangında yanınca aynı yıl içinde bugünkü cami yapılmıştır.
AYİA EUPHEMİA KİLİSESİ
Rum Ortadokslara ait olan kilise Halkedonlu (Kadıköylü) Azize Eufemia’ya adanmıştı. Kadıköylü varlıklı bir ailenin kızı olan Eufemia, Hristiyanların izlendiği bir dönemde, inancı yüzünden 303 yılında öldürülmüştür. Hristiyanlık, Bizans’ta I. Konstantin (324-337) döneminde tanınınca mezarının bulunduğu yere ailesi küçük bir anıt mezar yaptırdı. Eski kaynaklar bu azize adına, İstanbul’da bugün var olmayan 4 kilise olduğundan söz eder. Bugünkü kilise, 1694’te Kadıköy Metropoliti Gabriel tarafından yeniden yaptırıldı.
SURP TAKAVOR KİLİSESİ
Kadıköy’de Muvakkithane Caddesi’nde olan kilise Ermeni Gregoryenlere aittir. Bina, Patrik Abraham döneminde, Harutyan Amira Nordukyan’ın maddi yardımlarıyla onarılarak 1814’te ibadete açılmıştır. 1855’te yanınca, Erzurumlu Murat Garabetyan’ın katkılarıyla mimar Mıgırdıç Kalfa’nın projesi çerçevesinde yeniden yapılmıştır. Bu onarımda Hamazasbyan Muradyan adıyla bir okul eklenmiştir. 1862’de ölen Murat Garabetyan kilisenin avlusunda gömülüdür.
İstanbul’da itfaiye teşkilatı olmadığı dönemde, bu kilisede kendine ait bir tulumbacı takımı kurmuştu. Tulumbacıların koğuşu Güneşlibahçe Sokağı’na bakıyordu. Tulumbacılık tarihe karışınca koğuş yıkılarak kâgir iki katlı bir dükkâna dönüştürüldü.
TOPTAŞI
Üsküdar’da Atik Valide Külliyesi’ne bağlı kervansaraydır. 1570’li yıllarda Nurbanu Sultan tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Toptaşı Cezaevi olarak anılan bina, 1852'de, yoksul vatandaşların tedavilerinin yapıldığı bir hayır kurumuna dönüştürüldü. 1865'te de İstanbul'daki kolera salgını süresinde kolera hastanesi olarak kullanıldı. Bir süre askerî depo olarak kullanılan yapı, 1873 yılında akıl hastanesi olarak hizmet vermeye başladı. Bu hizmet, 1927'de Dr. Mazhar Osman'ın buradaki akıl hastalarını Bakırköy'e nakletmesine kadar sürdü. Bir süre Gümrük ve Tekel Bakanlığı'nca tütün bakım atölyesi olarak kullanılan bina daha sonra cezaevi olarak kullanıldı. Topbaşı, cezaevi olarak kullanıldığı sürede Nazım Hikmet Rıfat Ilgaz, Can Yücel, Yılmaz Güney gibi isimler burada kaldı. Bina günümüzde Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi bünyesinde sanat merkezi olarak kullanılıyor.
ÜRYANİZADE CAMİİ
Kuzguncuk’ta nakkaş Mezarlığı’nın önünde bulunmaktadır. Güzel bir ahşap mimarisi olan yapının kırk gün içinde yapıldığı söylenmektedir. Şerefesi saçaklı minaresi, İstanbul’daki ahşap minarelerin en zengin ve dikkat çekici örneklerinden biridir. 1987’de yanan cami, Cengiz Bektaş’ın röleve çizimlerine uygun olarak yeniden yapılmıştır.