Parmak ucundaki nefret

Sosyal medyada eleştiri nerede, linç nerede, iptal kültürü nerede başlıyor? İletişimci yazar Ümit Alan, “Sosyal medya anlık işlediği için hemen mahkemeyi kurulup, yargılamadan infaz da ediliyor. Bu ciddi hatalara ve mağduriyetlere yol açabilir” diyor

21 Nisan 2021 - 10:56

İnternet ve sosyal medyanın gelişmesiyle birlikte hemen her konuya dair fikrimizi, tepkimizi, dileğimizi anında ifade edebiliyoruz. Her şey artık parmaklarımızın ucunda. Özellikle akıllı cep telefonları sayesinde sevgimizi, nefretimizi, kızgınlığımızı, kamusal alan diyebileceğimiz sosyal medya sitelerinde anlık ifade ediyoruz. Bu şansın yarattığı devasa sorun ise linç ya da iptal kültürü. İletişimci, yazar Ümit Alan ile sosyal medyadaki linç ve iptal kültürünün nedenlerini, yaratacağı sorunları konuştuk.

  • Kızgınlığımızı, sevgimizi, nefretimizi yani bütün duygularımızı neden sosyal medya gibi kamusal bir alanda ifade etmek istiyoruz?

Ünlü iletişim kuramcısı Marshall McLuhan'ın henüz internet ortalarda yokken ortaya koyduğu "medium is the message" yani "araç iletidir" ilkesine dikkat çekmek isterim. Kullandığımız araçlar bize bunu yapabileceğimizi öğretti ve biz de yapıyoruz. Böylece deşarj oluyor, belki biraz rahatlıyoruz. Ayrıca unutmayalım ki sosyal medyada bir ödül mekanizması var. Like'lar, retweetler, takipçi sayısının artması... Bunlar da bizi motive ediyor. Kendi personamızı inşa edip onaylanma ihtiyacımızı karşılıyor. Onaylanma ihtiyacı en temel dürtülerimizden biri. Facebook 2004'te kuruldu. 2009'a kadar “Like” yani beğen tuşu yoktu. Bence beğen tuşunun icadı da sosyal medyada bir milattır.

İPTAL KÜLTÜRÜ NEREDE BAŞLIYOR?

  • İfade özgürlüğü dediğimiz şey aslında ne? İptal kültürü ve linç ne demek?

İfade özgürlüğü bireysel olarak insanın kendi fikrini, başkalarının haklarına saygı gösterme ve yasalar çerçevesinde ifade etmesi. İptal kültürü ise insanların bir araya gelip birbirlerinden güç alarak, birinin artık manevi olarak yok olmasını isteme hali.  

Kişilerin kendilerini ifade etmesiyle, en uç ifadelerin sosyal medya algoritmalarıyla öne çıkarılması, bunun sonucunda benzer ya da daha da uçta ifadeleri tetiklemesi aynı şey değil. Maalesef algoritmalar öfkeli akışı seviyor ve öfke katlanarak yükseliyor. 

“Hiç eleştirmeyecek miyiz” diye bir yorumlar var. Eleştirmekle iptal kültürü arasında ne gibi fark var?

Eleştirmekle, iptal kültürü arasında fark açık. İptal kültürü eleştirdiğin kişinin tamamen yok olmasına, bir daha eser üretmemesine, konser yapmamasına, film çekmemesine uzanan bir istek listesi sunuyor. Eleştiri aynı şey değil. “Oğur’un yaptığından hoşlanmadım, hayal kırıklığına uğradım, kalbim kırıldı” dememin hiçbir sakıncası yok. Ancak “bir daha bizim belediye Erkan Oğur konseri düzenlemesin, kimse Oğur albümü almasın, plaklarını hep birlikte çöpe atalım” dediğiniz yerde iptal kültürü başlıyor. 

  • Yani iptal kültürü kişiyi ortadan kaldırmak üzerine çalışıyor ve linçten daha kötü?

Evet lincin bir aşama ötesi. Linç edenler, linç edip bir kenara bırakıyor ama iptal kültüründe bırakma yok. Manevi olarak yok olmasını istiyorsunuz. Platformlardan filmlerinin çıkarılmasından kitaplarının artık satılmamasını istemeye kadar varıyor iş. 

Harry Potter serisinin yazarı, J.K. Rowling örneğin trans bireylerle ilgili bir ifadesi yüzünden yoğun bir eleştiri dalgası altında kaldı. Sonra Harry Potter kitapları satılmasın ya da Harry Potter ile ilgili yeni üretilecek eserlerden Rowling’in ismi kaldırılsın istenmeye başladı. İşte o noktada aralarında Noam Chomsky ve Margaret Atwood’un da olduğu 150 yazar ve düşünür iptal kültürüne karşı topluma bir açık mektup yazdı. İptal kültürünün düşünce özgürlüğü ve demokrasiyi yok etme tehlikesine karşı dikkat çekiliyordu bu mektupta. Özellikle vurgulanan bir şey vardı: “Eğer kötü fikirleri teşhir edip tartışamazsak, yazarlar risk almaktan korkarak bazı şeyleri ifade edemezse toplumda ilerleme durur” diyorlardı. Bu önemli. 

“YALAN HAKİKATE DÖNÜYOR”

  • Herkesin kutsalı, kıymetli bulduğu şey ayrı. Birinin beğendiğine, öteki itiraz ediyor ya da inciniyor. Kantarın topuzu nerede, tehlike nerede başlıyor?

Tehlike, sosyal medyada kolayca oluşan yankı odalarında başlıyor. Whatsapp gruplarına, Twitter ve Facebook’ta oluşan arkadaş listelerine bakalım. İnsanlar genellikle kendileri gibi olanları seçiyor. Bu da zamanlama keskinleşmeye ve kendi kutsallarını abartıp karşısındakinden habersiz yaşamaya yol açıyor. Zaten yalan haberin kolayca kabullenilmesini sağlayan da bu. Her grubun daha kolay ikna olacağı yalanlar var. Bunlar kapalı gruplarda pekişince yalan hakikate dönüyor. 

Bu tetikte olma halinde ne mizah yapılabilir ne de düzgün bir eleştiri kültürü yeşerir. Bu sosyal medyadan önce de vardı ama bir araya gelip tepki vermek daha zordu. Sosyal medyada bu saniyeler içinde oluyor. Bir tüzel kişiliğe bile gerek yok. 

Peki sosyal medyanın kuvveti nedir? Yani sosyal medyada çokça konuşulan bir mesele ya da bir insan yok olabilir mi?

Yok olabilir, intihar edebilir, hesaplarını kapatıp gidebilir, manevi olarak da ölebilir. Eskiden televizyon ne kadar kuvvetliyse şimdi sosyal medya o kadar kuvvetli. Aradaki fark şu; TV’deki haber ya da programın bir sorumlusu, bir editörü vardı. Güçlü regülasyonlara tabii idi. Sosyal medyada bu olay kendiliğinden başlayabilir. Hatta kapalı platformlarda daha da tehlikeli. Örneğin; Hindistan’da iki kişi, çocuk tecavüzünden sorumlu tutulup yakılarak öldürüldükten sonra suçlu olmadıkları ortaya çıktı. Haber Whatsapp’tan yayılmıştı. Çıkıp yalanlama olanağınız bile yok. Hakkınızda bir yalan siz görmeden yayılabilir. Böyle şeyleri televizyonda veya diğer mecralarda yayınlamak bir sorumluluktu. 

  • Özellikle twitterda sol tarafta sürekli birilerinin tutuklanması, özür dilemesi, cezalandırılması gibi meseleler ‘TT’ oluyor bunun politik iklimle nasıl bir ilgisi var?

Politik iklim nedeniyle insanların hukuka olan güveninin giderek yok olmasıyla ilgili bir durum bu. Ben baskı yapmazsam adalet sağlanmayacak gibi bir endişe oluştu. Ancak tehlike şu ki insanlar hukuktaki tek cezalandırma biçiminin tutuklama olduğunu düşünüyor ya da savunma hakkını tamamen hiçe sayıyor. Sosyal medya anlık işlediği için hemen mahkemeyi kurup, yargılamadan infazı ediyorlar. Bu da ciddi hatalara ve mağduriyetlere yol açabilir. 

  • Sosyal medya kutuplaşmayı körüklüyor mu bu kutuplaşma gerçek mi? Yani gerçek hayatı da böyle mi yaşıyoruz?

Sosyal medya kutuplaşmayı kendi başına yaratmıyor. Toplum zaten sosyal medyasız da kutuplaşmış durumda. Tek fark kendilerini böyle ifade etmiyorlar. Kimse bir lokantaya ya da kafeye girip, bir otobüse binerek, bağırarak fikrini söylemez. “Deli” derler. Her yerde her an kavga çıkar. Bu yüzden sokakta pek görmüyoruz. Ancak birileri sokak röportajı için mikrofon uzattığı zaman dikkat edin insanlar birbirlerine giriyor. Sosyal medyada bunu her an yaşıyoruz. Her an girip fikrimizi söylüyor, benzer fikirlerle pekiştiriyor zaman zaman gerçeklikten tamamen kopabiliyoruz. Bir de üzerine en uç fikirler sosyal medya algoritmaları tarafından yükseltilince iyice ortalık karışıyor. Bu sağlıksız bir durum. 

  • İnsanlar tanıdıklarına karşı keskin ve sert cümleler kurmazken hiç tanımadıklarına karşı bu kadar hızlı reaksiyona geçip tepki vermesinin nedeni ne? 

Yüz yüze gelmediğiniz birine her şeyi söyleyebiliyorsunuz. Komşunuzla ertesi gün de karşılaşacağınızı bildiğiniz için her ne kadar farklı fikirde de olduğunuz için bir yere kadar nezaketi elden bırakmazsanız. Sosyal medyada böyle bir endişe yok. Görmediğiniz, çoğunlukla tanımadığınız, bir daha yüz yüze gelmeyeceğinizden emin olduğunuz biri söz konusu olunca eli yüksekten açıyor ve aynı şekilde karşılık görüyorsunuz. Yüzüne bakmadığınız birine yalan söylemek de çok kolay ayrıca.

“TIK AVCILIĞINA ÇIKAN AVLANIR”

  • Sosyal medya mı bu kadar öfkeli bir alan yoksa zaten öfkeli miyiz?

Sosyal medya öfkeli bir alan değil ama öfkeli akış seviyor. Öfkeli ve olumsuz iletiler insanın doğasından da kaynaklanan nedenlerle öne çıkıyor. Hepimizin zaafları var ve bunlara yanıt vermek zorunda hissediyoruz bazen kendimizi. Çok da düşünmeden. Son ABD seçimi sırasında Twitter, kullanımı yavaşlatan pürüzler koymuştu mesela. Örneğin; yorum yapmadan rt yapmıyordu. İstiyorlardı ki insanlar bir şeyi paylaşmadan önce birkaç saniye de olsa üzerine düşünsün. Hatta tweet atıp gönder tuşuna bastıktan sonra, tweetin etkinleşmesi için bir sayaç bile koymayı düşündüler. Örneğin yazdınız, göndere bastınız, 10’dan geriye sayan bir sayaç çıkacak şeklinde. Bu sırada düşünüp vazgeçersiniz belki diye. Gerçekleşmedi ama düşünce olarak gündeme gelmişti. 

  • Aslında hepimiz linç edilmenin kıyısında mıyız? Ve bununla karşılaşmamak için ne yapmalı, nelere dikkat etmeliyiz?

Çoğu kez doğrudan sizden kaynaklanmayan nedenlerle gerçekleştiği için buna yanıt vermek zor. Sosyal medya için şunu söyleyebilirim ama trollerle muhatap olmamak, cevap vermemek, yok saymak çok önemli. Çünkü cevap vereceğim derken daha fazla kişinin görmesine yol açabiliyorsunuz. Bu da linçe giden yolda bir ateşleme etkisi yaratıyor. Bir de emin olmadığımız hiçbir şeyi, benim yazdığımı kim görecek ki rahatlığıyla paylaşmamak gerekiyor. Bir takipçiniz bile olsa milyonlara yayılma riski var. Güvendiğiniz bir insana bile gönderdiğinizde onun sosyal medyaya koyup linçinize sebep olup olmayacağından emin olamazsınız.  

  • Sosyal medya gazetecilerin de en sıcak haber kaynağı fakat yalan haberlerin de yayıldığı bir alana burada neye nasıl dikkat etmek gerekli? 

Yavaş gazeteciliğe dönmek zorundayız. Yavaş gazetecilikten kastım aslında gazeteciliğin eski ve normal hali. Bildiğimiz gazetecilik yani. Bir haberi önce girip tık toplayayım derken yalan çıkması halinde yaşadığımız itibar kaybıyla uzun vadede mesleği ve kendi kurumlarımızı yok edebiliriz. Gazeteciliğin en kadim kuralı olan konunun tüm taraflarına ulaşıp görüş alma ilkesi hâlâ çok hayati. Şöyle bir örnek vereyim. Yıllar önce, Gezi direnişinden aylar sonra ama henüz belediye CHP’ye geçmemişken Gezi Parkı’ndaki rutin bir budama faaliyeti, sosyal medyaya “Gezi Parkı’nda yine ağaçları kesiyorlar” diye yansıdı. Kaynak da bir milletvekili idi yanlış hatırlamıyorsam. Birçok haber kuruluşu da bunu haber yaptı. Peki bir gazetecinin yapması gereken nedir? Belediyeyi arayıp sormak. Sosyal medyada şöyle bir lüks var. “Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesildiği iddia edildi” diye haberi yapayım, sonra gerekirse düzeltirim, bu arada da haberim bol bol tıklanır diye düşünülüyor. Oysa haberi okuyan ‘iddia edildi’ kısmını görmüyor bile. Gezi Parkı’nda ağaçları kesiyorlarmış diye tweeti basıyor gitsin. Yani özetle; kaynak sorgulamasını hâlâ eski yöntemlerle konunun tüm taraflarına ulaşmaya çalışarak ve 5N1K’nın tüm unsurlarını tamamlayarak yapmak gerekiyor. Tık avcılığına çıkan önünde sonunda avlanır. 


ARŞİV