Fotoğraflar: Gürbüz ENGİN
Petek Pansiyon isminin Kadıköy’de farklı yaş grupları için bambaşka anlamları var. Gençler için bu isim iki yıl önce çıkan bir albümün adı. Yaşı kemale ermiş olanlar içinse Fenerbahçe’de tarihe tanıklık etmiş bir pansiyon…
Bu iki anlamın ortak noktası ise Cem Pilevneli. Çünkü Fenerbahçe Plajı’na, Belvü Gazinosu’na yakın olan pansiyon şehrin sayfiye kültürünün en güzel örneklerinden biri olarak uzun yıllar Pilevneli ailesi tarafından işletildi.
Kentsel dönüşüm nedeniyle 2014 yılında kapatılan pansiyon Cem Pilevneli tarafından yeniden düzenlenerek konuklarını ağırlamaya başladı. Cem Pilevneli ile Petek Pansiyon’da buluşup, dış cephesindeki resimlerden, kapısındaki kedi Prenses’e ve gelip geçen konuklarına kadar Petek Pansiyon’u, Kadıköy’ü ve müzik yaşamını konuştuk.
FENERBAHÇE’NİN YAZLIK PANSİYONU
Bu binayı bizimkiler yazlık olarak Fransız bir antikacıdan satın almış. Ailenin büyük oğlunu kaybettikten sonra ‘yeni hatıralar başlasın’ düşüncesiyle 1962’de yazlık pansiyona dönüştürmüş. Dedem Mustafa Pilevneli de binada sanatsal çalışmalar yapmış.
Dedem binanın cephesindeki resimleri yaparken Bedri Rahmi Eyüboğlu ile tanışıp arkadaş oluyorlar. Her zaman buraya gelip giden isimlerden biri o. Müşteri olan isimlerden biri Nükhet Duru. Belvü Gazinosu’nda çıkmaya başladığı zaman annesiyle beraber burada kalıyorlarmış. Orhan Peker, Abidin Dino, Ara Güler… Ben sonuna yetiştim ama çok kalabalık akşam yemekleri olurdu.
Babam bütün yaz hep burada oluyordu. Ben de sabahtan akşama kadar hep burada, mahalledeydim. Top oynardık, denize atlardık, milleti sokaktan toplardım burada yemek yerdik.
Sadece yazlık pansiyon olarak kullanılıyordu. 2014’e kadar her yaz açıktı. Artık demodeleşmişti. Kentsel dönüşüm çalışmalarından dolayı kapattık. Çevrede çok fazla gürültü, ses, inşaat çalışması olmaya başlayınca keyifli bir yer olmaktan çıkmıştı.
Tabii ki! Zaten az kaldı gidiyordu. Biraz benim çabamla kaldı. Aslında burası çürümeye terk edilmişti. Bir şeyi renove etmenin zorluğunu ben de yaparken anladım. Her yerden bir sıkıntı çıktı, borusu patlıyor, kablolar birbirine karışmış yani yıkıp tekrar yaptığın zaman çok daha planlı çok daha rahat oluyor.
“BURASI BİR TARİH”
Para bir şekilde gelir. Bir hikâyesi olmadıktan sonra para kazansam ne olur? Benim bir sebebim, bir amacım var. Burası bir aile geçmişi, bir tarih. 1960’ların bu kadar iyi bir örneği kalmadı. Benim dertlerim daha çok o taraflarda. Buraya yeni bir bina yapılsaydı hiç elimizi kıpırdatmadan belki on kazanacaktık şimdi belki iki kazanacağız ama ortada bir şey var. Bir de o kadar laf ettiğim insanlardan biri haline gelme fikri de çok kötü. ‘İstanbul ne hale geldi Allah kahretsin’ deyip duruyoruz. Onlardan biri olmak istemedim. Bir şeyleri değiştirmek için ne yapabiliyorsam onu yapayım diyen bir insanım. Bu da onlardan bir tanesi.
Üniversiteden mezun olduktan sonra albüm yapmak istiyordum. Burası en çok ses yapabileceğim, kimsenin beni rahatsız etmeyeceği bir yerdi. Ayrıca buranın müthiş bir enerjisi var, sıradan bir rezidans dairesindeki ruhsuzlukla hiç alakası yok. Yani hem ses yapabileceğim hem de kalpten bağlı olduğum için buraya taşındım. Dört sene burada yaşadım. Üç sene de renovasyonu ile uğraştım.
Esas mesleğim müzik ama burayı hayata geçirip tekrardan çalışır hale getirmek istiyordum. Pandemi zamanında müzik askıya alındı. Ben de burayı yeniden düzenlemeye başladım.
“MİMARİDEN KEYİF ALANLAR GELİYOR”
Evet. Bizim ailede herkes sanatçı. Doğal olarak çevreleri de sanatçı. Pek çok şey depodaydı. Depodaki eşyaların arasından en uyumlu olabilecek biçimde ayıklamalar yaptım ve böyle bir sonuç çıktı. Çok zordu. Orijinalliğini ve dokusunu bozmadım. Zaman makinesi hissi kalsın istedim. Olabildiğince, elimde ne varsa onları kullanılabilir hale sokmaya çalıştım.
Bu Mısır prensesinin bahçe mobilyası (ferforje bahçe koltuğu), Suadiye’de yaşıyormuş. Vefat ettikten sonra bizimkiler evdeki mallarının satıldığını duymuş ve Suadiye’deki köşke gitmişler, bunları beğenip almışlar. Hatta çok komik bir hikâye var. Dedem evi gezerlerken bir tane resim görüyor, resme âşık oluyor. ‘Ben şimdi bu resmi istersem çok para isterler en iyisi çerçeveyi isteyeyim, belki resmi de verirler’ diyor. Gidip çerçevenin fiyatını soruyor. Komik, ucuz bir fiyat söylüyorlar. Dedem ‘tamam o çerçeveyi beğendim alayım’ diyor. Adam cebinden bıçağı çıkarıp cart diye resmi kesiyor ve çerçeveyi veriyor. Çerçeve hala bizde (Gülüyor).
Petek Pansiyon’un şimdiki konukları kimler?
20 odası var. Depo olarak kullandığımız odalar da var ama 20 oda şimdilik daha ideal geliyor.
“İLLET ETTİĞİM İÇİN ŞARKICI OLDUM”
Niye bilmiyorum çocukluğumdan beri hep müziğe ilgi duydum. Benim doğup büyüdüğüm evin yanında meşhur Stüdyo 18 vardı. Benim odam Şebnem Ferah, Duman, Athena’nın albümlerinin kaydedildiği stüdyonun yanındaydı. Hatta bazen babam sesten dolayı gider uyarırdı (Gülüyor). 13-14 yaşlarındayken okulda davul dersi almaya ve Stüdyo 18’deki ağabeylerin yanına gidip onlarla takılmaya başladım. Vakit geçtikçe müziği daha çok sevmeye başlayıp daha çok içine girince diğer bütün seçenekler kendini elemeye başladı.
Ben önce müziği yapıyordum, onun üstüne vokalleri kaydedip, sözleri yazıyordum. İlk başladığımda insanlara istediğimi anlatana kadar ve insanlarla o vakti bulana kadar çok uğraşıyordum. ‘Geleceğim’ der gelmez, ‘bugün sesim kötü’ der… Hep bir problem çıkıyordu. Artık kendim yapayım bari deyip söylemeye başladım.
(Gülüyor) İllet ettiğim için. İlerde şarkıcı olacağım diye bir şeyim hiç yoktu. Davulcu olacağım diye vardı.
Aşık olunca.
17-18 yaşındaydım.
“Show Me Something” isimli şarkıyla başladım. Üçüncü yaptığım şarkı "Kendimi Gecelere Veremem" sevildi. Sonra da hayat o tarafa ittirmeye devam etti. Sonra Kenan Doğulu’yla tanıştım, beraber bir albüm yaptık. O noktadan sonra bir şarkıcı olmuş oldum.
Yoktu. Süreklene sürüklene oraya gitti. Tabii sonuçtan çok memnunum.
“PANSİYON ALBÜMLE ANILMAYA BAŞLADI”
Burasıyla manevi olarak çok büyük bir bağım var. Burada kaydedildi, müzisyenler burada bir araya geldi. Bu binanın isminin verildiği bir albüm olması beni manevi açıdan tatmin ediyor. Elimdeki şeyi daha kıymetli hale getirmeye çalıştım. Buranın renovasyonuna başlamadan albümle burası yeniden anılmaya başlanmıştı.
Cemal Süreya ve Özdemir Asaf’ı çok severim. Öyle laflar etmişler ki okurken “keşke ben söyleseydim” diyorum.
Çok var.
Mesela Kenan Doğulu’nun “Tutamıyorum Zamanı” müthiş, mor ve ötesi’nin “Bir Derdim Var”ı, Can Güngör’ün “Yalnız Ölmek” şarkısı bunlardan birkaçı.
Hiç melankolik değil. Bağıra bağıra gülerim. Neşem yerindedir. Eskiden daha melankoliktim ama son iki senedir değilim. Büyüdükçe daha az kaygılı bir insana dönüştüm.
“BÜLENT ERSOY İLE SÖYLEMEK İSTERİM”
Bülent Ersoy
Çünkü tek bir örneği var. Çok renkli, eşi benzeri olmayan bir insan. Eminim ki çok deli. Onunla stüdyoda olmak, halini tavrını görmek isterim. Çok enteresan, çok tanımak istediğim biri. Yaptığı müzik de benden çok uzak. O birleşim çok havalı olur.
Yeni bir şey yapmak isterim.
O, kendi tarzında söyleyecek ben de kendi tarzımda. Zaten o birleşim bana heyecanlı geliyor.
İnşallah.
Yarım bıraktığım bir sürü demo vardı. O demoları bir araya getirip ayıkladım. Sözleri eksikti. Sözlerle bütünleştireceğim. Bir rock albümü yapıyorum. Son iki senedir bayağı değiştim, müziğim de değişmiş. Yeni enerjik bir şey yaratmak istiyorum. Duymak isteyeceğim şeyler yapmaya çalışıyorum. Hareketli ve eğlenceli bir albüm olacak
Daha planlamadık ama derdim yazdan önce başlamak ve her ay bir şarkıyı piyasaya sürmek.
“HEP KADIKÖY’DEYDİM”
Hep buradaydım. Okullarım bazen değişti ama bütün arkadaşlarım Suadiye ile Moda arasında yaşıyordu. Yazları küçükken burada Fenerbahçe’de top oynar, evlere gider, kavga eder, pislik yapardık.
(Gülüyor) Tabii. Yumurtalar da attık. Her türlü şeyi yaptık. Büyüdükçe konserler, stüdyolara gitmeye başladık. 14 yaşındayken bir grup kurmuştuk. Üniversite dışında bütün hayatım burada geçti. Hangi detayı versem havalı durur bilmiyorum (Gülüyor).