Şu an dünya korona virüsü salgını ile mücadele ederken, çok değil yaklaşık 90 yıl öncesinde de Türkiye’de verem salgını insanların hayatını olumsuz yönde etkilemişti. Şimdiki adıyla Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi, 1932 yılında sanatoryum olarak açılan hastanelerdendi. Uzun yıllar boyunca tüberküloz hastaları burada tedavi edildi. Olgu Demir’in “Sanatoryumdan Akıl Hastanesine: Erenköy Sağlık Yerleşkesinin Tarihi” adlı tezi, hastanenin kuruluşundan yani 1932 yılından 2018’e kadar olan dönemde yaşadığı dönüşümü ele alıyor. Demir, “Bugün yine hayatlarımızı hastalıklar üzerinden düşündüğümüz bir dönemdeyiz, yaşadığımız ortamın sağlıkla ilişkisi üzerine düşünmenin tam zamanı sanki. Erenköy Sanatoryumunun bize bu konuda anlatacağı çok şeyin olduğunu düşünüyorum.” diyor.
Erenköy’ü neden incelediniz, özel bir sebebi var mı?
Aslında bu tez çalışması genel olarak “Delilik ve Siyaset”, özel olarak da “Türkiye’de Ruh Sağlığı” şeklinde özetleyebileceğim daha geniş bir ilgi alanında yaptığım çalışmalardan biri. Bir gün sevgili Fatih Artvinli hocamla bu konular hakkında sohbet ederken ondan Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin bahçesinde bir heykel olduğunu öğrendim; bu bilgi bana gerçekten çok ilginç geldi, Bakırköy’ün meşhur heykeli biliyor ama buradakini bilmiyordum. O gün başladı Erenköy’e olan ilgim diyebilirim.
Bahsettiğiniz heykelin adı Umuda Dokunuş. Bir hikayesi var mı ya da neyi sembolize ediyor?
Umuda Dokunuş heykeli de, bize bu kurumun dönüşümlerinden bir tanesinin hikayesini anlatması açısından ilginç bir örnek olduğunu düşünüyorum. 2006 yılında Sağlıkta Dönüşüm Programı kapsamında hastane Sağlık Bakanlığına devroluyor. SSK döneminden sonra yapılmak istenen dönüşümü gerçekleştirmesi için atanan ilk başhekim yaklaşık 2 yıl içinde hastanede köklü değişimler yapıyor. Bu dönem hastane yönetimi akıl hastanelerinin bir heykeli olduğunu düşünerek, yani Bakırköy’ün model alınarak hastaneye sponsorlar aracılığıyla bir heykel yapılmasına karar vermişler. Sponsor firmanın, heykelin yapımı için anlaştığı iki heykeltıraş hastane yönetiminin de yönlendirmeleriyle heykel hazırlanıyor. 2008 yılında heykelin yapımı tamamlanıyor ve hastanesinin çam ağaçlarıyla kaplı büyük bahçesinde, küçük ve gösterişsiz bir törenle açılıyor. Anlatılana göre heykeldeki üç kişi de farklı düzeylerdeki psikiyatrik sorunlardan muzdarip. Ucundan çekiştirdikleri örtü ise onlara umut olan, hayata tutunmalarını sağlayan tedavileri sembolize ediyor.
Umuda Dokunuş heykeli
Buraya dair hangi sonuçlara ulaştınız?
Çalışmanın birçok sonucu oldu ama en önemlisinin bu sağlık yerleşkesinin gerek kent gerek tıp tarihimiz açısından önemli olduğunun ortaya çıkmış olmasıdır diye düşünüyorum. Erenköy Sanatoryumunun cumhuriyetin ilk yılları politikalarıyla da beraber okunabilecek kendine özgü minör bir tarihe sahip olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca salgın zamanında sağlık söylemlerinin ülke genelinde imgeleşmesinde önemli bir katkı sağlayan, örnek gösterilen bir yer olması açısından da gerçekten çok önemli. Sanatoryum ayrıca sağlık hizmeti alanında 60’lı ve 70’li yıllarda sendikalaşma hareketlerinin de odağında olmuş. Sağlık-İş 1962 yılında kurulduktan sonra ilk toplu iş sözleşmesini 1963 yılında Erenköy Sanatoryumunda yapmış. 1975 yılında ise çalışanların tümü oylamayla Devrimci Sağlık-İş’i seçmişler ve onlarda ilk toplu iş sözleşmesini burada imzalamış.
Sözlü tarih çalışmalarında sanatoryumun kapanmasından sonra yerleşkenin devrine ve SSK tarafından atanan ilk hekimleri ve personelinden bazılarına ulaştık. Yerleşke bir akıl hastanesine dönüştürülmeden önce yaklaşık 1 yıl tadilat yapılıyor ve sonrasında eski binalardan Akbaytugan Binası ilk servis olarak hasta kabul ediyor.
Erenköy Sanatoryumu’nun açılışının yıldönümü kutlaması (1951). Kaynak: Muazzez Yazıcıoğlu Kişisel Arşivi.
BİTMEYEN DÖNÜŞÜM
Biraz da bu yerleşkenin mimari ve sosyal açıdan yaşadığı dönüşümü konuşalım istiyorum. Burası nasıl bir değişim dönüşüm geçirmiş?
Cumhuriyetin kuruluşunun ilk yıllarında Osmanlı’dan kalan önemli miraslardan biri de tüberküloz yani verem salgını olmuş. 1927 yılında İstanbul özelinde bu salgınla mücadele amacıyla kurulan İstanbul Verem Mücadelesi Cemiyeti, dönemin bilinen en geçerli tedavisi olan ve temelde hastanın bünyesini güçlü tutmaya odaklanmış özel bir verem hastanesinin kurulabilmesi için çalışmalara başlamış. Yapılan araştırmalar sonucunda Erenköy’de geniş ve çamlık bir arazi satın alınmış. 1932 yılında, burada hâlihazırda mevcut olan ahşap köşk ilk yataklı servis olarak düzenlenmiş ve böylelikle Erenköy Sanatoryumu ilk hastalarını kabul etmeye başlamış. Yaklaşık 50 dönümlük arazi içerisinde, ahşap köşke ilaveten bağışlarla elde edilen gelirlerle yeni binalar inşa edilmiş ve daha sonra sanatoryum 1970’li yılların başına kadar hem yatak kapasitesi hem de tesisler açısından genişlemeye devam etmiş. Verem hastalığına yönelik etkili ilaçların keşfi ve verem hastalığının kontrol altına alınmaya başlamasıyla birlikte, diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de uzun süreli ve yatarak bakım sağlayan sanatoryumlara duyulan gereksinim azalmış. İşletme maliyetlerinin yükselmesi gerekçeleriyle Erenköy Sanatoryumunu olarak kurulan yerleşke, 1976 yılında neredeyse tüm taşınmazlarıyla beraber SSK’ya satılmış, hatta bazı personel de SSK’ya devredilmiş. SSK satın aldığı yerleşkeyi, bu dönemde kuruma ait bir akıl hastanesi bulunmaması nedeniyle akıl hastalarına yataklı hizmet veren bir akıl hastanesine dönüştürmüş. SSK Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi 28 yıl boyunca sigorta kapsamındaki işçilerin faydalanabildiği SSK’nın tek akıl hastanesi olarak çalışmış bu dönemde. 2005 yılında da Sağlıkta Dönüşüm Programı’yla Sağlık Bakanlığına devredilmiş. Ertesi yıl, 2006’da ise Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne dönüştürülmüş.
Pul Pavyonu (Servisi) inşaat halinde, 17 Mart 1942. Kaynak: İstanbul Verem Savaşı Derneği Arşivi.
Bu hastanenin kendine özgü özellikleri nelerdi?
Bir sağlık yerleşkesi olarak kendine özgü birçok özelliği var, bağışlarla yapılan ve anılan binaları, heykeli. Fevziye Çam Sever Çam Ormanından bahsedebilirim, ismi bu değil ama neden olmasın. 50’lerde çocukların tedavisi için kullanabilecek şekilde sanatoryumu genişletmeye karar veriyorlar. Hemen bitişikte bulunan, Fevziye Çamsever’e ait olan yaklaşık 45-50 dönümlük araziyi satın alıyorlar. Fevziye Hanım anladığımız kadarıyla doğaya düşkün bir İstanbul Hanımefendisi. Ailesinden miras kalan, içinde bir de köşkü olan bu araziye tek tek kozalaklardan çıkartıp filizlendirdiği fideleri dikiyor. Ne bir yardımcı ne de bir bahçıvanın yardımını almadan bu çam ormanını oluşturuyor. Bu açıdan bu ormanın şahsına münhasır ve önemli olduğunu düşünüyorum.
SALGIN GÜNLERİNDE ERENKÖY
Siz sözlü tarih çalışması da yaptınız. Biraz da bu çalışmadan bahseder misiniz?
Sözlü tarih çalışmasını Erenköy Hastanesi Tarih Araştırma Grubu ile beraber gerçekleştirdik. Çalışmalarda özellikle yerleşkenin 1970’lerdeki SSK’ya devri sonrasından bugüne kadar geçirdiği dönüşümleri bizzat yaşayanlardan dinleme fırsatı verdi. Bu gerçekten çok çok önemliydi. Zira dönüşümlerin öznesi sadece mekânlar olmuyor, dönüşümlerle birlikte direkt ya da dolaylı olarak yaşam pratikleri de dönüşüyor evriliyor. Yaptığımız çalışmanın bu bağlamda özellikle yerleşkenin akıl hastaneleri dönemini aydınlatabilmede çok önemli bir kaynak sağladığını söyleyebilirim.
Hemşirelik Okulunun ilk öğrencileri. Kaynak: İstanbul Verem Savaşı Derneği Arşivi.
Bu hastanede hangi tedavi yöntemleri kullanılmış? Ya da örnek olabilecek çalışmalar yapılmış mı?
Akıl hastanesi döneminde genel olarak yaygınca kullanılan tedavi yöntemleri uygulanmış. 2005’teki dönüşümle birlikte terapinin tedavide öneminin arttığına şahit oluyoruz. Sanatoryum dönemi ise bu açıdan daha ilginç galiba, tedavi yöntemi için düzenli ve sağlıklı bir hayat sunan sanatoryum aynı zamanda bir yaşam öğretisi gibi de görülmüş. Şehrin ve şehir hayatının getirdiği olumsuzluklarına karşın kırsal hayatın iyileşmeye olan etkisini gündeme getirmesi açısından önemli bir örnek teşkil ettiğini düşünüyorum. Bugün bu sorunun bir kere daha önemli bir hale geldiğine şahit oluyoruz galiba.
Evet, aslında bu noktada hastanenin bugün yaşadığımız viral durumla da bağlantısı kurulabilir. Uzun yıllar önce doğayla bütünleşik böyle bir yapının inşa edilmesi bugünlerde karşılaşacağımız bir durum değil.
Tüberküloz salgınına çare bulunması çok uzun sürmüş. Sanatoryum bu uzun ve bir çok insanın hayatını yitirdiği bekleyişte ortaya çıkmış. Sanayileşmeyle artan şehir nüfusuna karşılık altyapının yetersizliği ve kirliliğin hastalığın ortaya çıkma sebebi olarak görülüyor. Kentin bu kötü etkisinden uzak doğal bir yaşam alanının hastalık kapmış kişileri iyileştirdiği gözlemlenmesine dayanıyor ilk çıkışı. Bugün de ortamın hastalıklar üzerine olumlu etkisi hakkında birçok çalışma yapılmakta. Bugün yine hayatlarımızı hastalıklar üzerinden düşündüğümüz bir dönemdeyiz, yaşadığımız ortamın sağlıkla ilişkisi üzerine düşünmenin tam zamanı sanki. Erenköy Sanatoryumunun bize bu konuda anlatacağı çok şeyin olduğunu düşünüyorum.
İkinci Ahşap Köşk: Kadınlar Pavyonu (Servisi). Kaynak: Bülent Çintan, İstanbul Verem Savaşı Derneği Erenköy Sağlık Tesisleri Kuruluş, Gelişim ve Çalışmaları, İstanbul, 1973
YENİDEN İNŞA EDİLECEK
Hastalar hakkında çalışmanız oldu mu, ilginç hikayelere rastladınız mı?
Öncelikle yaptığım çalışmanın yerleşkenin mekânsal ve kurumsal tarihine ve dönüşümlerine odaklandığını söylemeliyim. Bu açıdan çalışmada hastalarla dolaylı bir yoldan ilgilendim. Hastaları da içerecek bir çalışmanın daha titiz ve kapsamlı olması gerektiğini düşünüyorum, özellikle de akıl hastalıkları konusunda. Ama yerleşkeye dair araştırmayı sürdürürken hastanenin altından geçen sanatoryum döneminden kalma kalorifer tünellerine dair bir olayı duyduk, ondan bahsedebilirim. 80’lerde bir hasta ortalardan kaybolmuş, hastaneyi aramışlar ama nafile. Aramalardan ümit kesilmiş kaçtı ama bir şekilde döner umuduyla 1 hafta bekledikten sonra birileri aşağıdan gelen sesi duymuş. 1 hafta sadece o dar, eğilip durabileceği tünellerde yaşamış. Bulunduğu zaman çağrılan doktorun ifadesiyle karnı acıkmış ya da canı sıkılmış. Ben de bir yandan bu hikayeleri biriktirmenin yanında hâlâ anlamaya çalışıyorum diyebilirim, öğretici bir alan.
Geçtiğimiz ay sonuçlanan mimari yarışma ile birlikte burası yeniden inşa edilecek. Ne düşünüyorsunuz?
Yerleşke bir kere daha büyük bir dönüşüm geçirecek. Hastane yönetimini bu dönüşümü yerleşkenin tarihi ve doğal yapısını koruma konusunda attığı bu cesur ve yapıcı adım için tebrik ediyorum. Ayrıca yarışma jürisi ve düzenleyen ekibin de bu konuda titizlikle çalıştıklarına şahit oldum. Kazanan projenin de üretim aşamasında aynı titizlikle hayata geçirileceğini umuyorum. Bir yandan da ortaya çıkardığı proje ve raporlardan oluşan külliyat açısında da bu yarışmanın çok değerli olduğunu düşünüyorum.