Film ve dizi sektöründe kangren haline gelen telif hakkı sorunu Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda yapacağı değişiklikle yeniden gündeme geldi. Senaryo ve Diyalog Yazarı Sinema Eserleri Sahipleri Meslek Birliği (SENARİSTBİR), kanunda yapılacak olan telif hakkı düzenlemesiyle ilgili bir açıklama yayımlayarak kampanya başlattı. “Eser ve bağlantılı hak sahipleri aleyhine yapılması düşünülen bu değişikliğe şiddetle karşıyız” denilen açıklamada Kültür ve Turizm Bakanlığı’na “Telif anlayışında Avrupa Birliği standartlarından geri adım atılmamalıdır” çağrısı yapılıyor.
Dizi ya da filmleri farklı ülkelerde gösterilen yönetmen, oyuncu ve senaristler bu gösterimlerden ya da tekrar yayınlardan telif geliri elde edemiyor. Yurt dışında ise telif hakları yasalarla güvence altına alınmış durumda. Yani Avrupa standardı demek tekrarı yayınlanan eserlerden tüm emek sahiplerinin telif alması anlamına geliyor.
Telif konusunu, SENARİSTBİR yönetim kurulu üyesi senarist İlker Barış ile Kadıköylü senaristler Ali Tanrıverdi ve Sinan Biçici’ye sorduk.
İLKER BARIŞ: ASLA KABUL ETMEYECEĞİZ
Mevcut yasanın hâlihazırdaki uygulamasında ve yapılması düşünülen değişiklerde elma ile armut karıştırılıyor. Bir yanda elma var; yani eser sahibi ile yapımcı arasında yapılan ticari sözleşmeler... Diğer yanda armut var; yani eser sahibinin uygun bedel hakkı, bir başka deyişle telif...
Elma, yani ticari sözleşmede muhatap yapımcıdır. Eser sahibi bu sözleşme ile eserinin ticaretini yapması için yapımcıya hak devreder, bunun karşılığında da bir ücret alır. Bu ücret, eser sahibinin pazarlık gücüne göre değişir. Ayrıca yapımcının bu ticareti yaparken elde ettiği her türlü kazançtan eser sahibinin ekstra ne ücret alacağı, ticareti yapılırken yapımcıdan alacağı paylar da bu sözleşme ile önceden belirlenir. Pazarlık gücü yüksek olan eser sahibi, bu ekstra kazançlardan da fena sayılmayacak paylar alır, ancak bu eser sahiplerinin sayısı iki elin parmaklarını geçmez. Eser sahiplerinin yüzde 90’ı, yapımcı karşısında pazarlık gücü zayıf olduğundan, ilk aldığı ücret dışında yapımcıdan herhangi bir pay koparamaz.
Gelelim “armut”a, yani telife. Telifte muhatap yapımcı değildir. Muhatap; yapımcının ticarete sunduğu eseri son kullanıcıya ulaştıran TV yayıncıları, internet/dijital yayıncılar, sinema salonları, eseri umumi mahallerde son kullanıcıya ulaştıran otel, uçak vs, bu iletime aracılık eden uydu şirketleri vs’dir. Eser sahipleri yukarıda sayılan mecralardan bir uygun bedel, yani telif hak eder. Bunu da eser sahipleri adına meslek birlikleri toplar ve eser sahiplerine dağıtır. Bu haklar eser sahibi ölene kadar ve öldükten sonra da 70 yıl vardır ve bu tartışılamaz.
Problem, elma ile armudun karışmasından doğuyor. Yapımcı diyor ki, ben ticari sözleşme yaparken bir ücret ödüyorum ve bu ücret armudu da kapsıyor. Elma ile armut burada karışıyor. Birincisi, yapımcı burada bunu söyleme hakkına sahip değil, çünkü bedel talep edilenler yapımcılar değil. Yani, yapımcı durumdan vazife çıkarıyor. İkincisi, ölene kadar ve öldükten sonra 70 yıl boyunca var olan haklara paha biçilemez.
Yasa değişikliğinden beklediğimiz bu karışıklığı ortadan kaldırması. Bu hakların eser alenileşir alenileşmez başladığının ve devredilemez olduğunun yasaya konulması, aksi yoruma yer bırakmaması... “Bir ay sonra başlar, bir yıl sonra başlar, beş yıl sonra başlar” gibi tamamen eyyam olduğu su götürmez ibarelerin lafının dahi edilmemesi. Bu şekilde konulacak her türlü zaman ötelemesi, mevcut yasanın arkasından dolanarak yapılan hak gasplarının legalleşmesi anlamına gelecektir. Eser sahipleri olarak böyle bir düzenlemeyi asla kabul etmeyeceğiz.
ALİ TANRIVERDİ: ÖRGÜTSÜZLÜK EN BÜYÜK ENGEL
Çok uzun zamandır gündemde fakat televizyon dizilerinin yurtdışına satışı ile gelinen nokta bu meseleyi vitrine taşıdı. Ama işin Yapımcı/Senarist/ Yönetmen tarafında olan birisi olarak fikrim; henüz netleşmemiş bir mesele bu. Daha da netlik kazanması lazım. Anlık şahsi çıkarlar, problemin kökten çözüme ulaşıp sistematik bir hale gelmesine engel oluyor.
Diziler için ise haklar genelde yayımlanan kanalların oluyor. Orada da bu anlaşmaları yapan oyuncular var. Siz senarist olarak sözleşmenize “farklı kanal ve ülkelerde yayımlandığında şu kadar pay alırım” dediğinizde hemen başka senarist ile anlaşılıyor. Dizi sektörünün getirisi yüksek maddi kazancı büyülü geldiği için bir senarist kabul etmezse diğer bir senarist işi kabul ediyor. “Örgütsüzlük” bu sorunun çözülememesinin önündeki en büyük engel.
Teliflerle ilgili bir sorunun çözülmesi için karar vericilerin ana tartışma omurgasına “telif” temasını yerleştirmesi gerekir. Yüzeysel değil, ilgili komisyonlar tarafından dehlizlerine kadar araştırılmış tartışmalar lazım. Ve tabii ki bizim yaratıcıların kendi arasındaki yüksek sanattan gelen egolarını bir kenara bırakıp, düşüncelerini ifade ederek bir ortak ağız oluşturmalı. Yek vücut hareket edememek bizde genetik bir problem.
Senaryo film zincirinin ilk halkası. Senarist yazmazsa ortada bir eser olmaz. Hem sanatsal açıdan hem de bir filmin yaratacağı istihdam açısından. Dizi ya da sinema filmi fark etmez. Projeleriyle ilgili yapım şirketleriyle anlaşırken sözleşmelerine kendi çıkarlarını koruyan maddeler ekletmeliler. Bu tabii ki de yapımcıyı zora sokmamalı. Dünyadaki yüzde 3-5 oranı ideal bir orandır. Ve “hak arayışı” konusunda daha dirayetli olmak ve kamuoyu oluşturmak lazım. Yani bugünü kurtarmak için yarına çelme takmamalı.
SİNAN BİÇİCİ: MÜZİSYENLER KADAR ETKİLİ MÜCADELE EDEMEDİK
Müzisyenler otobüste, otelde, kafede yayınlanan klipleri için bile telif alırlar. Hatta yayınlanan film ya da dizinin müziğinden de alırlar. Ama aynı film ya da dizinin senaryo yazarı herhangi bir telif ödemesi almaz.
Türkiye’deki senaristlerin hakları fiili olarak dünyadaki meslektaşlarından oldukça güdük. Mesela bir dizi defalarca tekrar eder, bundan reklam geliri alınır ama yazarına telif ödemesi yapılmaz. Yurt dışı satışları aynı şekilde. Normalde hem tekrar yayınlardan hem de yurt dışı satışlarından telif ödemesi yapılması gerek.
Başta yapılan anlaşmalarda senaristler bütün haklarını yapımcıya devrettiğinden bir hak arayışına da giremiyor.
Diğer bir sorun da hikâyelerin, senaryoların bir kanala ya da yapım şirketine sunulduğunda rahatça çalınma riski. Ufak tefek değişikliklerle, ya da iki ayrı hikayeyi kolaj yaparak proje tasarladığını düşünen birçok kişi var piyasada. Konu mahkemeye taşındığında yıllar sürdüğü için çok tercih edilmiyor ve bundan cesaret alanlar “yürütmeye” devam ediyor.
Bu mesele sadece hukuki değil, aynı zamanda sektör denge ve dinamiklerinden kaynaklanıyor. Senaryo yazarları müzisyenler kadar etkili bir mücadele yapamadılar ne yazık ki.