Cumhuriyet devriminin en önemli kilometre taşlarından, Eğitmen Kursları ile başlayıp Köy Enstitüleri ile süren eğitim atılımının 77. Yılı Kadıköy’de anılıyor. Köy enstitüleri dönemine ilişkin tüm zenginlikleri, birikimleri yeni yüzyıla taşımayı, köy enstitülerinin yetiştirdiği tüm aydın ve sanatçıların birikimlerini yeni anlayışlarla değerlendirmeyi amaçlayan Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği, 26 Şubat Çarşamba günü "Bilimsel Demokratik Eğitimin Özgün Kurumu Köy Enstitüleri” adlı bir panel düzenledi. Emekli edebiyat öğretmeni, yakın tarih araştırmacısı Cengiz Öksüz ve Mimar Sinan Üniversitesi öğretim görevlisi, Sosyolog Firdevs Gümüşoğlu’nun konuşmacı olarak katıldığı panelde Köy Enstitüleri dinleyicilere anlatıldı. Derneğin 22 Nisan’da Barış Manço Kültür Merkezi’nde açtığı, köy enstitülerini fotoğraf ve belgelerle anlatan sergi ise 19 Mayıs’a kadar devam edecek
EN ÖNEMLİSİ KİTAP OKUMAK
Konuşmacıların aktardığı bilgiye göre, köy enstitülerinde eğitim, kurama dayanmıyor. Yani kuramdan uygulama değil, uygulamadan kuram çıkartılıyor. “İşin içinde eğitim” ilkesine uygun olarak kişi, iş ile sınanıyor. Öksüz’ün aktardığına göre köy enstitülerinin amacı sadece öğretmen yetiştirmek değil, köye yararlı eleman yetiştirmek. “Dışarıdan köyü canlandırmak aydınlatmak mümkün değil” diyen Öksüz, şöyle devam ediyor: “Köyün içinden çıkacak insanlar kendi arkalarında kalanları aydınlatacaklar. Dolayısıyla köy enstitüleri sadece eğitme yetisine sahip insan değil; demirci yetiştiriyor, duvarcı yetiştiriyor, sıvacı yetiştiriyor, aşıcı yetiştiriyor, sağlıkçı yetiştiriyor, ziraatçı yetiştiriyor, veteriner yetiştiriyor. Dolayısıyla hem sebzecilik, hem meyvecilik, hem arıcılık, balıkçılık yapan nesiller yetişiyor. Önce 21 yere açılıyor bu okullar. 3 ile 1 okul düşecek şekilde… O yörenin tarımsal, zirai, coğrafi özelliklerine göre programlar hazırlanıyor. Dersler haftada 44 saat ve bunun 22 saati kültür dersi. 11-11 bölünmüş ziraat ve teknik dersler. Köy enstitülerinde tekniğe, müziğe, resme, beden eğitimine ve en çokta kitap okumaya önem veriliyor.”
“SESSİZLİK KÜLTÜRÜNE KARŞI BAŞKALDIRI”
Firdevs Gümüşoğlu’nun aktardığına göre, Köy Enstitüleri’nin en büyük hedeflerinden biri de özgüveni yüksek bireyler yetiştirmekti. Gümüşoğlu yoksulların ve ezilenlerin sessizlik kültürüne sahip olduğunu söylerken, köy enstitülerinin “sessizlik kültürüne karşı bir başkaldırı hareketi olduğunu şu sözlerle anlatıyor: “Biz bir köye araştırmaya gittiğimiz zaman, onun bilgisinden faydalanmaya çalıştığımızda, ‘ben bilmem’ der. Bu kadınlarda daha yaygındır: “Ben bilmem beyim bilir” der, eşine yönlendirir. Sessizlik kültürü yoksulların ve ezilenlerin kültürüdür. Köy enstitüleri tamda bu sessizlik kültürüne karşı bir başkaldırıdır aynı zamanda. Nitekim Mahmut Makal’ın bu konuyla ilgili bir anlatısı var: İsmail Hakkı Tonguç sınıflarına geliyor ve devletin vatandaşa karşı görevlerini soruyor. O zaman Makal okula yeni başlamış küçük bir çocuk. Ayağa kalkıyor fakat yanıtlayacak cesareti kendinde bulamadığından susup kalıyor. Bunun üzerine Tonguç diyor ki: ‘Çocuğun konuşamamasını bir hata saymıyorum. Bunlar yüz yıllardır sustukları için elbette birden bire konuşamazlar. Onları konuşmaya ve düşünmeye alıştıracağız.’ Nitekim Makal, eserleri 10’u aşkın dile çevrilen bir aydın oluyor.”
İŞİ USTALARINDAN ÖĞRENDİLER
Köy Enstitüleri ile birlikte gelen bir yenilikte usta öğreticiler… Yetkin ve üretim yapan birçok alandan insan köy enstitülerinde eğitim veriyorlardı. Sebahattin Ali’yle Aşık Veysel onlarca usta öğreticiden sadece ikisi.
KIZ ÇOCUKLARINA POZİTİF AYRIMCILIK
Gümüşoğlu’nun aktardığına göre, 1940’lı yıllara baktığımızda kız çocukların eğitim alması köylülerin gözünde büyük bir tabu. Fakat Köy Ensitütüsü öğretmenleri bu tabuyu yıkmak için Anadolu’yu karış karış dolanarak köylülerin kapısını çalıyor ve aileleri ikna için çabalıyorlar. Nitekim bu çabalar sonucunda binlerce kız çocuğu köy enstitülerine kazandırılıyor. Gümüşoğlu, kız çocuklara uygulanan “pozitif ayrımcılığın” 1940’lı yıllara bakıldığında Türkiye için büyük bir başarı olduğunu söylerken, Cengiz Öksüz o kız çocuklarıyla ilgili şunları dile getiriyor: “Bu fotoğraflarda gördüğümüz kızlarımız okudular, öğretmenlik yaptılar, bilgilerini yeni kuşaklara aktardılar. Bu ’laikçi teyzeler’ diye bıyık altından gülüp alay edenler varya... İşte laikçi teyzeler bunlar. Laikliği özümsemiş, Türkiye’nin nereye gittiğini bilen ve bu konuda hassasiyeti olan insanlar işte bunlar. Çünkü bunlar biliyorlar ki eğitim ortadan kalkarsa, laik cumhuriyet ortadan kalkarsa, bu önce kadının başına biner. Bunu bildikleri için hassasiyetleri vardı.”
ÖĞRENCİLER KENDİLERİNİ YÖNETİYOR
Öksüz’ün aktardığına göre köy enstitülerinde hiyerarşi yoktu. Öğrenciler de yönetimde söz sahibiydiler. Bunun vücut bulmuş hali ise Cumartesi akşamları düzenlenen “eleştiri geceleri”. Öksüz, köy enstitülerindeki öğrencilerinin yönetime katılımını, “Cumartesi akşamı eleştiri gecesi oluyor. Bu eleştirilerden müdürlere kadar nasibini alıyor. Ünlü yazarımız Talip Apaydın’ın anlatısına göre, İsmet İnönü köy enstitülerini ziyarete geldiğinde öğle yemeğinde İnönü’ye özel yemek çıkıyor. İnönü gittikten sonra cumartesi toplantısında örenciler bunu eleştiriyor. ‘Cumhurbaşkanına özel yemek yapıldı. Ben bunu eleştiriyorum. Bu yanlış’ diyor. Okul müdürü söz alarak İnönü’nün şeker hastası olduğunu ve özel yemeğin bu sebepten yapıldığını söylüyor.” Böyle bir hesap verilebilirlik söz konusu. Zaten okuldaki bütün öğretmenler öğrencilerle birlikte aynı yemeği yiyor. Öğrenciler zaten yönetimde. Her aşamada öğrenci var.” sözleriyle anlatıyor
KÖY ENSTİTÜLERİ KAPANDI GÖÇ BAŞLADI
Cengiz Öksüz’e göre Türkiye’de köylerden kente göçün ve bunun sonucunda şehirlerdeki gecekondulaşmanın, çarpık yapılaşmanın artmasının sebeplerinden biri de köy enstitülerinin kapatılması. Öksüz bu görüşünün sebebini şöyle açıklıyor: “Köy enstitüleri eğer kapatılmasaydı üniversiteleşecek, köy enstitülerinin yakınlarında yeni yüksek köy enstitüleri açılacaktı. Bölge okulları açılacaktı. Bu öğrenciler önce akademiye sonra üniversiteye gideceklerdi. Zaten köy enstitülerinin programından kaynaklı çok yetkin kişiler olacak çocuklar çevrelerine ışık yayacaklardı. Köy enstitüleri bunun dışında bulunduğu bölgede tarıma ve hayvancılığa büyük katkılarda bulunuyordu. Mesela, tohumluk buğday, damızlık hayvan, tavuk, civciv veriyorlardı köylülere. Bölge okulları da örnek çiftlikler olacaktı. Dolayısıyla tarım bitmeyecek, 1950’den sonra köylüler topraktan kopup, akın akın göç etmeyeceklerdi büyük şehirlere. Tarım, hayvancılık ve eğitim ülkenin her tarafına yayıldığı için bölgelerde dengeli bir nüfus dağılımı olacaktı. Dolayısıyla bu kentlerin azmanlaşması gecekondulaşması olmayacaktı. 1950lerde Türkiye’de okuma yazma bilmeyen kalmayacaktı. 1960lı yıllarda 8 yıllık eğitime geçilecekti. “
KENDİ OKULLARINI KENDİLERİ YAPTILAR
Öksüz’ün aktardığına göre, köy enstitülerinin hedeflerinden biri de dayanışma ruhunu arttırmak ve imece kültürünü topluma benimsetmek. Öyle ki bazı köy enstitüsü binaları bile köy enstitüsü öğrencileri ve mezunları tarafından imece usulüyle yapılmış: “İmece sihirli bir sözcüktür. Köylü yaşamında imece önemli bir yer tutar. 1941 yılında 15. köy enstitüsü olarak kurulan Hasanoğlan Köy Enstitüsü daha önce açılan 14 köy enstitüsü öğrencisi ve mezunu tarafından inşa edilerek tarihte az rastlanır bir imece örneğidir. Hatta Adapazarı depreminde depremden sonra yıkılan evlerin bir bölümünü de Arifiye köy enstitüsü yapıyor. Devlet 6 yıl için köy enstitülerine 51 milyon para veriyor. Bu bütün binalar ahırlar kümes hayvanları vs. 51 milyon lirayla yapılıyor. Yani bunlar yük olmuyorlar devlete. Bir zamandan sonra her köy enstitüsü kendine yetecek kadar ürün elde etmeye başlıyor. Turşusundan tutun da peynirine kadar…”
NİYE KAPATILDI?
1940 yılında açılan, 1946 yılında programı değiştirilen köy enstitülerinin, 1954’te kapatılması senelerdir tartışma konusu. Öksüz, enstitülerin kapatılmasının sebeplerinden birinin, dönemin toprak ağlarına tehdit oluşturmasına, diğer sebebinin ise 2.Dünya Savaşı yıllarında Türkiye’nin Amerika’yla yakınlaşması olarak yorumluyor: “Köy enstitüsünden çıkan öğrencinin eli işliyor. Kafası da işliyor. Zaten sorun burada. Bir insanın hem eli hem kafası işler ise o insan tehlikelidir. Kime karşı tehlikelidir? Köyde kim yetkiliyse ona karşı tehlikelidir. Onlarda toprak ağları yani egemenlerdir. Bunu hemen sezmişlerdir. Ve o zaman CHP içinde bulunan toprak ağaları köy enstitülerine büyük bir muhalefet yapmışlardır. Köy enstitülerinin kapatılışını anlatabilmek için 1940’lı yıllarda Amerika’yla yapılan silah anlaşmasını, 46’da Truman Doktrinini, 48’deki Marshall Planını 47’deki Dünya Bankasını 48’deki İMF’yi analtmak gerekiyor. 2. Dünya Savaşı’nda Türkiye dümenini batıya doğru kırıyor. Amerika’yla ilişkiye başlıyor. Dolayısıyla Amerikalı uzmanlar 46’dan sonra 5 yıllık kalkınma planlarını ve köy enstitülerini Sovyet sistemine benzeterek uygulamaların kaldırılmasını talep ediyor… Önerilerin içinde Karabük demir çelik tesislerinin kapatılması bile var. Ki Kırıkkale silah fabrikasını kapattırmışlardır."
DOSTLAR KOROSU BÜYÜLEDİ
Panelin ardından sahneye 1936 yılında kurulan, Türkiye’nin köklü korolarından Ruhi Su Dostlar Korosu dinleyicilerin kulağının pasını sildi.