“Sinema hafıza tazelemektir”

1966 yılında Muş Varto depremini tanıkların dilinden anlatan Kaf Kaf belgeselinin yönetmeni Metin Dağ “Bu ülkenin bir evladı olarak bu ülkenin hafızasını tazelemek istedim. Bence sinema hafıza tazelemektir” diyor

07 Temmuz 2023 - 07:47

Deprem bu ülkenin en büyük ve en sarsıcı gerçeklerinden biri. Biz her ne kadar bu gerçeği görmezden gelmeye çalışarak yaşasak da o kendini hatırlatıyor. Depreme tanık olmak başka bir çaresizlik yaşamak ise bambaşka bir acı. Aradan yıllar geçse de unutulmuyor. Yönetmen Metin Dağ 19 Ağustos 1966 yılında Muş Varto’da yaşanan depremi, yaşayanların tanıklıklarıyla belgeselleştirdi. Resmi kayıtlara göre 2 bin 394 kişinin yaşamını yitirdiği, bin 500 kişinin yaralandığı 6,9 büyüklüğündeki depremin üzerinden 57 yıl geçmesine rağmen yaşayanlar için acısı hala taze.

Metin Dağ ile Kaf Kaf belgeselini konuştuk.

“SONUÇLARI ÇOK BÜYÜK DEPREM”

* Önce belgeselin adı ile başlayalım neden Kaf Kaf? Kaf Kaf ne demek?

Ben Vartoluyum. Anadilim Zazaca. Ben çocukken ani bir olay, tehlike karşısında yaşlılar "Kaf Kaf" diye bağırırlardı. Günümüzdeki karşılığı “Bismillah Bismillah” demek. Aynı zamanda fay hattının adı da Kuzey Anadolu Fay Hattı yani KAF.

* Belgesel fikri nasıl doğdu?

Kaf Kaf belgeseli ‘toplum için ne yapabilirim’ düşüncesiyle hayata geçti. 1966 Varto depremi sosyal sonuçları büyük olan bir deprem. Mesela göçe neden oldu. Amacım hafıza tazelemekti.

* Anladığım kadarıyla yurtdışı çekimleri de var. Ne kadar sürdü?

2020 yılında Ağustos ayında başladık. 8 hafta Varto çekimlerimiz oldu. Daha sonra hikâyelerin peşine düşerek 8 hafta da Almanya’nın 7 şehrinde söyleşi ve çekimler yaptım. Çekimler toplamda 4 ay sürdü diyebiliriz.

* Çok acı bir tanıklık öyküsü. Belgeseli çekerken nerelerde zorlandınız? Varto Depremi’nde yakınlarınızdan hayatını kaybedenler olmuş muydu? Siz de nasıl bir etki yarattı.

Ailemden birinci dereceden hayatını kaybeden biri yok ama akrabalarım var tabii. Bende yarattığı etkiye gelirsek sanırım altıncı haftaydı sette bir teyzenin bir saat boyunca gözyaşlarının asılı kalması beni çok etkilemişti. Bu nasıl bir derttir, acıdır ki bir insanın gözünden iki yaş düşmez. Bu nasıl bir  acıdır diye düşünmüştüm. O gün seti iptal etmiştim. Benim için çok duygusal bir andı.

“TOPLUMUN EN BÜYÜK ANISI ACILARI”

* Aradan 57 yıl geçmesine rağmen insanlar daha dün duygusu ile anlatıyor. Bu bir travma ve bu travmanın aynı tazelikte korunmasını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Belgeselde “anılarımız acılarımız” diye bir cümle var. Bir toplumun en büyük anısı acıları. Yaşayan bilir diye bir söz vardır. Biz bilmiyoruz. Bu toplumun tamamı için çok büyük bir travma. Şu anda da gene hazırlıklı değiliz. Bence bu tür travmalar hiçbir zaman eskimez. Kamerayı 2020 yılında çalıştırdım şimdi 2023 yılında kamerayı yine çalıştırsam aynı insanlarla aynı söyleşileri yapsak aynı duyguları anlatacak. İnsanların acıları çok taze.

* Belgesel ne zaman bitti?

2022’nin sonunda bitti.

* Çekerken ne gibi zorluklar yaşadınız?

Hiçbir zorluk yaşamadık. Aksine çok kolay bir şekilde çektim. Çünkü çok ciddi bir hazırlık süreci yapmıştım. Kültür Bakanlığı destekli, toplumun çok büyük desteği oldu. Bu projenin etrafındaki bütün bileşenler çok doğru yerde konumlandı ve beni hiç yalnız bırakmadı.

* Yani belgesel bittikten 3 ay sonra deprem oldu. Depremde neredeydiniz? Ne yaşadınız? Ne hissettiniz?

İstanbul’daydım. İlk gün şok yaşadım. Hiçbir şey düşünemedim. Şoku atlattıktan sonra hiç durmadan saatlerce ağladım.

* Varto Depremi ile 6 Şubat depremi arasında sizce nasıl benzerlikler var?

1966 depreminin fiziki yapısıyla 6 Şubat depreminin fiziki yapısı arasında teknik olarak fark yok. 1966’da Varto’nun nüfusu 7 bin 800 civarında. Depremde resmi olmayan rakamlara göre 3 bin beş yüz insan hayatını kaybetti.  Yani şehrin yarısı yaşamını yitirdi. 1966’daki evlerin konsiriksiyon toprak, taş ve ağaç. 2023 yılındaki binaların konsiriksiyonu tamamen beton. Yaşam ve ölüm, depremin yarattığı travma bence aynı.

* İzleyenlerden nasıl tepkiler aldınız?

Gittiğimiz her yerde hafızayı tazelediğimizi gördük. Çok insani bir tepki gördük. Orada doğmamış büyümemiş, belli bir yaş grubunda olan gençler “anlatıldığı gibiymiş, bizimkiler çok kötü şeyler yaşamışlar” gibi tepkiler aldık.

“60 YILDA DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK”

* 6 Şubat’tan sonra gösterimler oldu mu? Nasıl tepkiler aldınız?

Evet Avrupa’da bir çok yerde gösterimler oldu. Hiçbir şey değişmemiş dediler.

* Peki siz 60 yılda hiçbir şeyin değişmemiş olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bence toplumun hafızasını taze tutmak için toplumun o konuda eğitilmesi lazım. Maalesef bu coğrafyada hafızayı tazeleyemiyoruz. Bu biraz da entelektüel bir birikim ister. Devletin entelektüel birikimi ile toplumun entelektüel birikimi birbirine entegre olmalı. Bu noktada bir sorun var. Mesela Türkiye bir deprem ülkesi ama sinemasında depreme dair bir şey göremiyorsun. Hatta Kaf  Kaf bu noktada bir ilk. Kaf Kaf gibi üretimler olursa toplumun hafızasını tazelenir, devlet de buna bir zemin hazırlarsa o zaman bir sinerji oluşabilir. Ama şu an benim yakın gelecekte gördüğüm bir şey yok.

“TÜRK SİNEMASI KENDİ HİKÂYESİNE DÜŞMAN”

* Tam da buradan bir soru ile devam edeyim. Bir kentte yaşayan insanların yarısı hayatını kaybetmiş, sinema böyle bir meseleye neden uzak kalmış?

Türk sinemasının kendi içinde bir problemi var. İthal fikirlerle ayakta kalan bir Türk sineması var. Türk sineması kendi hikâyesine düşman. Bütün fikirler ithal. Mesela burnumuzun dibinde İran sineması var, görmüyoruz. Olaylara da yabancı kalmalarının nedeni entelektüel birikimde insanlar olmamaları. Sinema yapan insanlar da bu toplumun evlatları. Anne- baba yenilenmiyor ki sineması da yenilensin. Tekelleşmiş, basit, bayağı düşünen bir sinema var.

* Hâla öyle olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Ben hâlâ öyle olduğunu düşünüyorum. Bir toplumun hafızasını görsel veya işitsel nitelikte işlerle uyandırırsın. İki büyük fay hattı üzerinde olan bir ülkede nasıl olur da sinema bundan hiç bahsetmez? Türk sineması samimi değil. Türk sinemasının festivalleri de samimi değil. Kendi apolitik manevralarının peşindeler. Ben bu sektöre şah damarı kadar yakın olup Cihangir’e milyonlarca kilometre uzakta olan bir insanım. Bu ülkenin bir evladı olarak bu ülkenin hafızasını tazelemek istiyorum. Bence sinema hafıza tazelemektir. Bu filmi bu ülkenin yararına çektim. Bu ülkenin bir yurttaşı olarak bu ülkenin yurttaşlarına çektim. Amacım hafızayı tazeleyip, toplum için bir şey yapmaktı.


ARŞİV