Sosyal medya diyeti bu kitapta

28 gün boyunca sosyal medyaya ara veren Kadıköylü genç yazar Sezen Ahıskal, bu ilginç deneyimini anlattığı ilk kitabı ‘’Blackout’’u (Karartma) yayınladı.

12 Şubat 2018 - 12:52

Değil birkaç gün, 1 saat bile sosyal medyaya bakmadığınızı hayal edebiliyor musunuz? Bunu yapabilir misiniz? O yaptı, hem de tam 28 gün! Sonra da deneyimlerini yazdı.

Eski bir gazetecilik ve reklamcılık çalışanı, şimdinin yeni yazarı Sezen Ahıskal’dan bahsediyoruz. Sosyal medya diyetini kaleme alan Ahıskal’ın ilk kitabı ‘’Blackout’’u (Karartma) okuyucuyla buluştu. ‘How I Found My True Self Once I Logged Out Of Social Media’’ (Sosyal Medyayı Bırakarak Nasıl Kendime Döndüm) altbaşlığını taşıyan kitap, yazarının deyimiyle ‘küçük bir kendini keşif hikayesi’

‘’Medya detoksunu yaptıktan sonra benim kişisel olarak vardığım sonuç sosyal medyadan tamamen kaçmak değil, onun kaosunu tenimizden içeri geçirmeyecek kadar etkilerinin farkında olduğumuz ve kullanım sıklığımızı, biçimimizi daha bilinçli şekilde düzenleyebildiğimiz bir kişisel rutine ulaşmaktı’’ diyen Sezen Ahıskal’ın hikayesine kulak verin…

Çiçeği burnunda bir yazar olarak kendinizi okurlarımıza tanıtır mısınız?

Üniversitede reklamcılık ve gazetecilik olmak üzere iki bölümü de başarıyla bitirdikten sonra yaklaşık 10 yılı aşkın bir süre her iki endüstride de farklı pozisyonlarda çalıştım. Dünyada ses getiren pazarlama projelerinde yer alma fırsatı buldum. Yaklaşık iki sene önce de kariyerimi geride bırakmaya karar verip kendi içimde bir yolculuğa çıktım. Bu yolculuğun sonunda da eski hayatımı, çocukluğumdan beri devam eden yazma sevgimle takas ettim. Şanslıyım ki yolculuğun sonunda ortaya böyle güzel bir meyve çıktı ve ben bugün sizinle ilk kitabım hakkında konuşabiliyorum….

Öyleyse bir yazara sorulacak ikinci klasik soruyla devam edelim; neden böyle bir kitap yazdınız?

 Yıllarca pazarlama alanında çalıştıktan sonra, hayatımda o ana kadar aldığım tüm kararları sorguladığım bir döneme girdim. İşimi bıraktım ve son zamanlarda kendi jenerasyonumda pek çok kişide şahit olduğum; hayatın, kariyerin yeniden kurgulanabildiği gerçeğiyle yüzleştim ve ben de yeni hayatımı kurgulamak için bir yolculuğa çıktım. Yola çıkarken öngöremediğim şey, kim olduğumu ve hayallerimi kurgularken dış dünyadan gelen mesajların ne kadar belirleyici olduğunu fark edememekti. Eski bir reklamcı olarak, kendi yarattığım dünyanın tuzaklarına düşeceğimi hiç düşünmemiştim.

 Arka arkaya pek çok yanlış hayali kovaladıktan sonra, özüme dönmek ve sosyal medyada ‘like’ almayacak olsa bile hayal ettiğim kişi olabilmek için bir medya detoksu yapmaya karar verdim. Medyanın kadın kimliğimi belirleyemediği, markaların kim olduğumu söyleyemediği ve ne yöne gideceğimi belirlemeden önce içinde yaşadığım topluluğun gittiği yönü kontrol ederek bir ön onayın ihtiyacını duymayacak bir ‘ben’ için 28 gün kendimle baş başa kalmak istedim.

 Kendime giden yoldaki tüm engelleri kaldırabilmek içinse minimalizmin gücünden faydalandım. Sahip olduğum her bir objenin faydasını ve yeni ürün satın alma gerekliliğini sorguladığım gibi, hayatıma dahil ettiğim tüm online mecraların ve uygulamaların geçerliliğini de sorgulayıp bana zarar verdiğini ya da beni yolumdan alıkoyduğunu fark ettiğim her şeyi filtrelemeye başladım.

Hepimizin internete göbekten bağlı olduğu bu dönemde 28 günlük sosyal medya diyeti yapmak nasıl bir deneyimdi? Neleri keşfettiniz bu süreçte?

BLACKOUT bir yolculuk olduğu kadar bir deneydi benim için aslında. Sonucunda ortaya ne çıkacağını bilmeden yaklaşık bir ay boyunca yol aldım ve işe bu süreç boyunca yaşadığım her değişikliği not alarak başladım. Duygu durumum, aklıma gelen sorular, fark ettiğim çok temel sorunlar... Deneye devam ederken bir yandan da ortaya çıkan bulgular üzerinde çalışmaya başlayarak bazı savunma yöntemleri geliştirdim. Yaşadıklarımda yalnız olmadığımı fark edip, bu durumun dünya üzerindeki yansımalarını araştırdım. Sonra da hepsini lineer bir yolculuk hikayesi olarak geniş kitlelerle buluşturabilmek adına bu kitapta bir araya getirdim.

  Bu yolculuğun sanırım en zor yanı, kitapta da bahsettiğim ‘kısa anlar problemi’ oldu. Trafikte beklerken, arkadaşının gelmesini beklerken, siparişin gelmesini beklerken... Gerçek bir etkinlikle harcayamayacağımız kadar kısa zaman dilimleri içinde beklerken sürekli olarak kendimizi sosyal medyaya maruz bırakıyoruz ve tam olarak bu noktada alışkanlık dediğimiz bir davranış bağımlılığa dönüşmeye başlıyor. Zaman zaman hala baş etmeye çalıştığım ve bu yolculuğun da en kritik noktalarından birisi buydu sanırım.

 Bu süreçte ilginç gelen, sizi şaşırtan neler oldu?

 BLACKOUT boyunca en çok şaşırdığım şey, düşündüğümden ne kadar ciddi bir biçimde sosyal medyaya bağımlı olduğumu fark ettiğim andı çünkü bu deneye başlamadan önce birisi benim için bu tespiti yapsa haklı olduğunu düşünmezdim. Bence ben sosyal medyayı o kadar da fazla kullanmıyordum. İletişim amacı dışında pek yorum yapmaz ya da sosyal mecralarda çok fazla açıklamada bulunmazdım. Haftalarca bir şey paylaşmadığım oluyordu örneğin. Bu durumda bağımlı olmadığımdan kesinlikle emindim. Ancak ne zamanki telefonu elime alıp, her bir uygulamanın yasak olduğunu fark ettikten sonra telefonumu masaya bırakmak zorunda kaldım ve ne zamanki bir cafede arkadaşımı beklerken telefonuma bakamadığım için kendimi çıplak gibi hissettim, o noktada bağımlılığımla yüzleşmek zorunda kaldım. Sürecin oldukça başında olmama rağmen, burada yaşadığım şaşkınlık kesinlikle çok önemliydi ve sonraki adımlar için beni hazırlayarak iyileşmeme yardımcı oldu.

Bu 28 gün sonunda vardığınız nokta ne oldu?

Ulaştığım yeni ‘ben’… Bu yolculuğun sonucunu, geçtiğimiz günlerde çok ilgi gören bir videoya benzetiyorum. Bu video, 200 yıllık bir portrenin üzerinde dış etkenlerden dolayı biriken kirin ve tortunun bir solüsyon ile yavaş yavaş akıtılarak temizlenişini gösteriyor. Bu medya detoksu sonucunda geldiğim yerde ben de kendimi o portredeki kadın gibi hissediyorum. Medyadan, reklamlardan ve gerekli gereksiz binlerce mesajdan sonra kendime hiç benzemeyen bir kadın haline gelmiştim. Bugünse tüm birikmişlerden arındım ve sonunda özgürüm.

Kitabı okuyanlar ne görecekler ne bulacaklar?

28 gün süren bir medya detoksunun baştan sona ve tüm samimiyetiyle anlatıldığı kişisel bir yolculukla karşılaşacaklar en temelde. Bu yolculuk benim detoksum boyunca karşılaştığım tüm duyguları, zorlukları ve değişiklikleri içeriyor. Tıpkı bir okurun da bu detoksa başlasa karşılaşacakları gibi...

 Bir yandan bunları tespit edip bir yandan da incelediğimiz ve bunu yaparken de günlük hayata dair pek çok hikayeyi gözlemleyebildiğimiz bir yolculuk bu. Özellikle kadınların kendilerinden çok şey bulabileceği bir hikaye olduğunu düşünüyorum çünkü bizler medyada neredeyse her markanın ulaşmak istediği kurgusal varlıklar olarak yansıtılıyoruz çoğu zaman.

  Fakat sorunları sadece tespit etmekle kalmayıp, her bir bölümün sonunda bu sorunları çözmeye de çalışan bir kitap bu. Özellikle bölüm sonlarında yer alan ipuçları bu anlamdaki savunma taktiklerini geliştirmeye yönelik. Teknolojiyi kullanırken dikkat edebileceğimiz şeyler, bu konu özelinde yaşadığımız toplum baskısıyla başa çıkma yolları, negatif içerikten kaçma yöntemleri... 

  Kitapta 12 tane ipucu veriyorsunuz. Herkes yapabilir mi? Yada şöyle sorayım; neden yapsınlar?

Kesinlikle herkesin yaşayabileceği bir deneyim ve evet, bence büyük resmi görebilmek ve sosyal medya başta olmak üzere gün boyunca maruz kaldığımız mesajların bizde yarattığı sessiz travmayı fark edebilmek adına mutlaka denenmesi gereken bir detoks. Ancak hayatımızdan çıkardığımız noktada sosyal medyanın gerçek etkisiyle tanışabiliyoruz. Bu biraz spor yaptıkça iyi hissetmek ve bu iyi davranışı devam ettirecek gücü bulabilmek gibi benim gözümde. Başlamadan önce insanın hayatına ne kadar büyük bir etkisi olacağını keşfetmek mümkün olmuyor. Sonrasında da ise tahmin edilenden daha kolay olduğu gibi daha da yararlı bir davranış olarak hayatımıza katılıyor.

İnternetle birlikte birbirimize daha çok bağlanıyor gibi gözüküyoruz ama aslında öyle de değil bir yandan. Sizin yorumunuz nedir?

  Bu sorunun cevabı bence içinde bulunduğumuz yüzyılın kanayan yarası kesinlikle. Beni tüm bu detoksu yapmaya iten ana sebeplerden bir tanesi de buydu. Hayatımın yüzde doksanı, online platformlarda diğer insanlarla iletişim halinde geçtiği halde kendimi sürekli olarak canım sıkılırken buluyordum. Bence ilk olarak fark etmemiz gereken şey şu; online bir teknoloji yardımıyla iletişim halinde olmak ile bir insanla gerçekten sohbet etmek, bağ kurmak ve hatta konuşmak arasında bile çok büyük bir fark var. Beğenilerin ve yorumların yerini alamayacağı pek çok iletişim yöntemi var. Bir beğeni asla bir sarılmayla aynı güce sahip olamaz. Birinin profiline bakarak onun hayatındaki gelişmelerden haberdar olmakla, o kişiyle bir kahve eşliğinde bunları konuşmak arasında da müthiş bir fark var.

   Dolayısıyla da asıl iletişim yöntemini yaşamak yerine sahteleri tercih ettiğimiz her gün, aslında yavaş yavaş yalnızlaşıyoruz. John Berger’ın Görme Biçimleri kitabında bahsettiği, yağlı boyalardaki kadın portreleri gibi biz de hayatımızın gözetlenmesine izin veriyor ve bir yandan da gözetliyoruz. İletişimin ve haberleşmenin ötesine geçtiğimiz her adımda aslında bu müthiş teknolojiyi amacının dışında kullanıyor ve kendimize de zarar veriyoruz bence. Biriyle buluşmaya giderken geç kalacağımızı otobüsteyken haber verebilmek tabi ki mükemmel ama aslında o gün ne yediğimizi, hangi tatile gittiğimizi herkes bilmese de olurdu pekala.

Yıllarca dijital pazarlamada çalışmış biri olarak sosyal medyanın iş ve özel hayatımızdaki önemi nedir sizce? Ve onsuz olabilmek mümkün müymüş?

Bu soru hem deney boyunca hem de sonrasında benim de kendi içimde sürekli tartıştığım bir nokta aslında. Bir ay boyunca tüm medya platformlarından uzak durabilmeyi başardığım halde, uzun vadede bu tarz bir yaklaşımın sürdürülebilir olduğunu düşünmüyorum. Belki de sürdürülmesine gerek de olmayabilir üstelik.

 Ancak kitaptaki yolculuk sırasında da bahsettiğim gibi, bu detoksun amacı bir bağımlılığın önünü keserek konuya bir adım öteden bakabilmemizi sağlamak. Biraz perspektif kazandıktan sonra da alışkanlıklarımızı sorgulamak ve yeniden belirlemek... Örneğin bazı mecraları tamamen hayatımızdan çıkarırken bazılarının sadece sıklığını azaltmak ya da kullanım biçimimizi değiştirmek mümkün. Uzun vadede bence bir konuyu tamamen itmek yerine onunla yaşarken zarar görmemeyi öğrenmek, kişisel tercihlerimizi daha sağlıklı bir şekilde yapabilmek çok daha kıymetli. Kitapta da zaten tam olarak bunun için faydalı pek çok yöntemden bahsediyorum.

   Bu yüzden öncelikle, şu anda çoğumuzun nostaljik duygularla hatırladığı sosyal medyanın hayatımızda olmadığı döneme geri dönmenin bir yolu olarak Blackout deneyini yapmak çok önemli. İçinde bulunduğumuz stresli alışkanlıkların farkına varabilmemizin tek yolunun bu olduğunu düşünüyorum.

Kitap neden İngilizce?

 Bu yolculuk boyunca fark ettiğim en önemli şeylerden biri yaşadığım problemin hiçbir şekilde lokal bir yanı olmamasıydı. Sosyal medya ağırlıklı olmak üzere tüm kaynaklardan üzerimize yağan mesajların çokluğu ve bunun sonucunda kendimizi algılayış biçimimizin zarar görmesi ve bazen de tamamen bozulması, aslında oldukça global bir problem.

Global pazarda ‘self-published’ yani yayıneviyle çalışmayan yazar dediğimiz bir sistemden faydalanarak kitabı yayınladım. Hiçbir yayıneviyle çalışmadan, tamamen global platformları kullanarak ilerledim. Teknolojinin hayatımıza gerçekten katkıda bulunduğu birkaç kritik alandan biri de bu bence.

Bu kadar global bir konuda deneyimlerimi aktarırken, mümkün olan en fazla sayıda okura ulaşma fırsatını yaratmam gerektiğini düşündüm. Bugün ana dil olarak İngilizce konuşanlara, ikinci dil olarak kullananları eklediğimizde yaklaşık olarak 1 milyar insanın İngilizce konuştuğunu söylemek mümkün. Bizler de bu kitlenin bir parçası olarak sosyal medya bağımlılığı sorununu yaşayan jenerasyonun başında geliyoruz. Ve belki de bugüne kadarki tüm jenerasyonlar arasında dünya vatandaşı olabilme hissini en çok biz yaşıyoruz. Bu yüzden bu kadar güncel ve global bir sorunla ilgili bir kaynak yaratmak için İngilizce çok güzel bir fırsat olduğu kadar çok da gerekli bir adımdı. Bu ortak dil sayesinde hep birlikte yaşadığımız bir problemi, yine hep birlikte çözebileceğimizi ve birbirimizin deneyimlerinden daha rahat faydalanabileceğimizi düşünüyorum.

Bu arada dijital dünyaya ara vermeyi anlatan bir kitabın e-kitap olarak yayınlanması bana ironik geldi. Ne dersiniz?

   Bu soruyu çok seviyorum. (gülümsüyor) Aslında buradaki önemli konu bence dijital dünyayı, dijital medyayla karıştırmamak olmalı. Kitap içerisinde bahsi geçen ve diyetine girdiğim her şey aslında birer dijital medya. Sosyal platformlar, reklamlar, üyelikler... Bunların hepsi, çoğunlukla bizim iznimiz olmadan alanımıza giren dijital içerikler üretiyor ve biz de farkında olmadan günümüzün çok büyük bir çoğunluğunda bu içeriklere maruz kalıyoruz. Ortalama bir insanın bir günde karşılaştığı mesaj sayısı Adweek’te yayınlanan bir makaleye göre 2013 senesinde toplam 54.000 kelime ve 1000 adet tıklanabilir linke eşitti. Geçtiğimiz senelerde bu rakamın daha da arttığını gözlemlemek gayet mümkün.

   Oysa ki bir kitap, dijital ya da basılı olmasından bağımsız olarak, hiçbir şekilde okurunun alanına izin almadan giremez. Dijital kitabın özelinde de, e-kitap okuyucu cihazları dijital nesneler olmakla birlikte asla önümüze ilgisiz kitapları çıkarmazlar. Normalden farksız olarak onları da okur olarak satın almamız ve kendi isteğimizle açıp okumamız gerekir.

   Dolayısıyla dijital dünyayı bu anlamda genellememek bence en doğrusu. Dijital teknolojiyi kullanarak geliştirilmiş medya ve platformlar ile teknolojinin kendisini birbirinden ayırmak lazım. Zira ikincisi gerçekten hayatımıza olumlu katkıda bulunan, eşi bulunmaz bir disiplin.

   Ek olarak biliyorsun kitapta aslında medya kullanım alışkanlıklarımızı minimalizm merceğinden de inceliyorum ve özellikle de savunma taktiklerinde bu akımdan pek çok açıdan faydalanıyorum. Dolayısıyla minimalizme gönül vermiş birisi olarak elimden geldiğince dijital yaşayarak kağıt tüketimimi azaltmak da benim için çok kıymetli bir alışkanlık. Bu anlamda ben kitabın içeriğiyle yayınlandığı platformu tam aksine oldukça tutarlı görüyorum.  

Okurlar kitaba nerelerden nasıl ulaşabilir?

Türkiye’den kitaba erişim için en iyi seçenek Kobo platformu. Kobo ile entegre çalıştığı için D&R ve Idefix platformları üzerinden de satın almak mümkün. Dünyada ise Amazon, iBooks ve Nook olmak üzere tüm platformlarda şu anda satışta.

Siz Kadıköylüsünüz. Sosyal medyaya girmediğiniz diyet günlerinde Kadıköy sokaklarında dolaşıp, kafelerinde kitabını mı yazdınız? Burası size nasıl bir ilham verdi?

Medya detoksunu yaptıktan sonra benim kişisel olarak vardığım sonuç sosyal medyadan tamamen kaçmak değil, onun kaosunu tenimizden içeri geçirmeyecek kadar etkilerinin farkında olduğumuz ve kullanım sıklığımızı, biçimimizi daha bilinçli şekilde düzenleyebildiğimiz bir kişisel rutine ulaşmaktı. Gariptir, Kadıköy ve özellikle Moda, benim İstanbul ile olan ilişkimde de çok benzer bir noktaya dokunuyor. Üniversite yıllarımdan başlayarak çoğunlukla Kadıköy’de yaşadım ve buranın en sevdiğim yanı bir yandan İstanbul’a uzak kalmazken bir yandan da onun kaosundan beni bir şekilde koruyabiliyor olmasıydı. İstanbul’un içinde başka bir İstanbul burası. Tadını alanın bırakmak istemediği...

   Bu yüzden kitap için medya detoksuna girdiğim günlerin birçoğunda da zamanımı Moda’da geçirmeyi tercih ettim ve onun sakin sokaklarında, uyumlu rutininde kendime dönebilme fırsatı buldum. Moda, benim farklı disiplinler için tüm hayatıma yaymaya çalıştığım yalınlığın, huzurun ve samimiyetin mekan olarak vücut bulmuş hali. Bu yüzden de hem benim için hem de ilk kitabım için bu sokakların kıymeti çok başka.

www.sezenahiskal.com

Kitap Linki: https://www.kobo.com/tr/en/ebook/blackout-how-i-found-my-true-self-once-i-logged-out-of-social-media


ARŞİV