İki tweet atmayı küçümseyenler de var hayatının önemli bir kısmını sosyal medyada geçirenler de. Sosyal medyaya yönelik yapılan yasal düzenlemeleri destekleyenler de var, sansür olduğunu söyleyenler de. Özellikle son 10 yıldır hayatımızda önemli yer kaplayan sosyal medyanın etkisini ve gücünü Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS ) Akademi Direktörü Orhan Şener ile konuştuk
2008-2012 arası “sadece like’layıp, fav’lamanın ya da paylaşmanın insanlar gerçekten sokağa dökülmedikçe bir şey olmaz” deniyordu. Karşı taraf ise “hayır bu çok büyük bir bilinirlik sağlıyor” diyordu. Aslında ikisi de doğru. Mesela bir eylemi bir milyon kişi beğenmiş ama eyleme 100 kişi geliyor. Bu doğal bir şey. Like’lamak, favlamak sadece bir saniyenizi alıyor. Ve bedel de ödemeyeceksiniz ama sokağa gittiğinizde coplanabilir, gaz bombası yiyebilir, gözaltına alınabilirsiniz. Bu sebepten iki sayı arasında bir uçurum oluyor. Ancak bu sosyal medyada yapılan paylaşımlar hiçbir işe yaramıyor demek değil. Çok işe yarıyor. Sessizlik sarmalı dediğimiz şeyi kırıyor. İnsanlar bu davayı sizinle birlikte destekleyen milyonlarca insan olduğunu biliyor. Görünürlük sağlıyor, görünürlük sayesinde kamuoyu oluşturuluyor. O yüzden Twitter’da bir şey gündem olursa markalar olsun siyasetçiler olsun kendilerini bir şeyler yapmak zorunda hissediyorlar.
Kısaca sosyal medya tabiî ki işe yarıyor ama en çok sokak eylemleriyle, gerçek eylemlerle birlikte yapıldığında işe yarıyor.
“ETKİSİ TÜRKİYE’DE DAHA FAZLA”
Evet, sosyal medyanın etkisi Türkiye’de dünyanın çoğu yerine göre daha fazla. Bunun bir insanların hukuka güvenmemesi, gazetecilerin Twitter’i çok yoğun kullanması, siyasetçilerin buraya bakıyor olması gibi birçok sebebi var. Basın, merkez medya güçlü olsaydı, her görüşten insanın okuduğu ana akım bir mecra olsaydı ama bizde bu ana akım medya çöktüğü için onun yerini biraz sosyal medya dolduruyor.
Kendi meşrebimize yakın insanları takip ediyoruz ama biz normalde de böyleyiz. Örneğin belli haber kanalını takip ediyor, belli bir gazeteyi alıyoruz. Bunun sosyal medyada da böyle bir tezahürü oluyor. Ama tam tersi birazcık uğraşan insanın hiç alakası olmayan, hiç göremeyeceğin görüşlere, fikirlere denk gelebileceğin bir yer sosyal medya. Doğru kullanıldığında tam tersine belli bir kümeye hapsolmuşluğu kırabilecek bir gücü de olduğunu düşünüyorum.
25 kişi gönderilerimi görüyor meselesi doğru değil. Teyit org bununla ilgili bir haber yaptı. Algoritma böyle çalışmıyor. Bir şeyin Facebook’ta çok görünmesi için bildiğimiz algoritma öğeleri şöyle; hızlı bir şekilde yorum gelmesi, yorumda bazı duygusal kelimelerin olması, özellikle emojilerin olması, yoruma yorum gelmesi. Özetle 25 meselesi doğru değil.
“MECRA DOĞRU SEÇİLMELİ”
Gündemleri farklı, farklı insanlar kullanılıyor. Facebook dünyada ve Türkiye’de en çok kullanılan mecra. Ama aktif hesap az. Yaş grubu ekseriyetle 45-50 yaş üstü. Genellikle aile paylaşımı yapılıyor. Eskisi gibi haber içeriliklerini Facebook çok öne çıkarmıyor. Twitter’in kullanıcı sayısı daha az ama siyasette etkili. Algoritması da metni önceliyor. Türkiye’de okur yazarlığı yüksek siyaseten angaje, 25-40 arası kitleler kullanıyor. Bu arada twitter çok erkek ağırlıklı.
Instagram bir tık daha kadınların daha yoğun kullandığı yaş olarak çok daha genç, genellikle insanların kendilerine ait bir şeyleri paylaştığı görsel ağırlıklı bir mecra. Facebook’un daha genci gibi düşünebiliriz. Instagram’da genellikle pozitif içerikler paylaşılırken Twitter’da negatif içerikler paylaşılıyor. Tik Tok ise bunların hepsinden farklı; video ve müzik ağırlıklı. Yapay zekası çok güçlü. Kimseyi takip etmesiniz de içerik sunuyor. Yaş ortalaması çok küçük. Türkiye’de dünyada farklı olarak sosyal ekonomik olarak gelir ve eğitim seviyesi düşük kitleler arasında yayıldı.
Bu mecraları etkin kullanabilmek için her mecranın kendi kullanıcı demografisine ve içerik yapısına uygun içerikler paylaşmak gerekir.
Bu çok kompleks bir soru. Mecranın doğru seçilmesi lazım, sesinizi gazetecilere duyurmak istiyorsanız Twitter kullanmalısınız, insanlara gerçekten ulaşmak istiyorsanız Instagram ve Facebook daha anlamlı olabilir. Hasthagların doğru kullanılması gerekir. Çok takipçili hesaplara kendinizi duyurmakta fayda var. Kısaca her mecranın kendine özgü kuralları var.
Sosyal medyadaki kimliğimizle gerçekteki kimliğimiz arasında bir fark olabilir. Sosyolog Erving Goffman insan sosyal etkileşimini bir performans olarak görür ve der ki; “biz farklı rolleri oynuyoruz ve ancak yalnızken sahnenin arkasındaki tiyatrocu gibi kendimiz olabiliyoruz.”
Sosyal medyada da herkesin gördüğü bir alanda olduğunuzdan ve sizin kimi gördüğünü bilmediğinizden ve de yazdığınız şeyler orada kalıcı olduğundan insanlar daha dikkatli olmaya çalışıyor. Başkalarının duyarlı olduğu konularda siz de duyarlı olmaya katılmıyorsanız çok ses çıkarmamaya çalışıyorsunuz, çünkü linç edilebilirsiniz. Tek başınıza kaldığınızda asıl tavrınız neyse onu yapıyorsunuz. Bir de herkes sosyal mecralarda değil. LGBTİ+ karşıtı söylemler burada kınanıyor ama birçok insanın böyle bir tartışma döndüğünden bile haberi yok. Kendi hayatında nefret saçabiliyor.
Orada bir performans icra ediyorsunuz ve farklı bir kimliktesiniz. Bir çok insanın anonim bir isimde bir hesabı da olabiliyor. Siyasetçiyseniz ciddi olarak var olmak zorundasınız. Hepimiz farklı şapkalar takıyoruz. Dersteki ben ile kendi ailemin içindeki ben değilim. Hayatın gerçeği bu. Doğal olarak sosyal medyada da farklı bir kimliğimiz olabiliyor. Hatta her sosyal mecrada farklı kimliklerimiz olabiliyor.
“SANSÜR YASASI”
Malum bir de sosyal medya düzenlemeleri ya da yasakları gündemde. Öncelikle dünyada bu düzenlemeler nasıl yapılıyor? Türkiye bir düzenleme yapılmalı mı? Ve bu düzenleme nasıl yapılmalı?
Sosyal mecralar artık bizim fiziksel hayatımızdan çok farklı bir yerde değil. Orada biri size bir iftira atarsa bunun bir karşılığı var. Siz bir suç işlediyseniz ve orada paylaşırsa bunun da karşılığı var. Gerçek dünyadaki hukuki kurallar orada da geçerli ama bunları uygulamak zor. Bu sebepten bir düzenleme lazım. Ama düzenleme var, düzenleme var. Mesela Almanya’daki örnek iktidar tarafından çok dile getirildi. Almanya’da sosyal medyanın düzenleniyor olma sebebi sansür ya da iktidarı eleştiren insanların susturulması değil, nefret suçlarını engellemek. Türkiye’de ise iktidarın sansürle ilgili tutumu belli. İfade hürriyetinin ne durumda olduğu da belli. Birçok rapora göre Türkiye basın özgürlüğünde son sıralarda yer alıyor. Böyle bir ortamda insanlar bir tek sosyal medyayı kendilerini ifade edebiliyor, iktidarı eleştirebiliyor, sorunlarını ortaya koyabiliyorken sanki susturulmayı amaçlayan bir yasa algısı oluştu ki bunda çok büyük haklılık payı var. İktidarın son 10 yılda yaptığı düzenlemeler baktığımızda daha çok yasak olduğunu görüyoruz.
Mevcut düzenlemeye Avrupa’dan gösterilen örnekler bizim için ifade etmiyor. Onlarda spesifik, tanımlanmış ve dar tutulan bir düzenleme var. Biz de ise ucu açık bırakılmış, bunun nasıl uygulanacağını hepimiz göreceğiz. Yoksa bir düzenlemeye gerek var. İftira, linç bunlar sosyal medyada çok kolay yapılıyor ve bunlar için bir düzenleme gerekirdi. Ancak şu anda yapılmak istendiğinde sosyal mecralara istendiği zaman sorulsun, sosyal mecra o hesabın kime ait olduğunu versin. Biz de gerekirse tepesine binebilelim gibi bir algı var. O sebepten bu son tahlilde bir sansür yasasıdır diyebiliriz.
ORHAN ŞENER KİMDİR?
TGS Akademi Direktörü Orhan Şener, aynı zamanda Akademi bünyesinde gazeteciliğin dijital dönüşümü, online haber formatları, yeni nesil gelir modelleri gibi konularda eğitimler veriyor ve Journo.com.tr'ye benzer konularda katkıda bulunuyor.
Lisans eğitiminde işletme ve iktisat okuyan Şener, City University London’da Enformasyon, Toplum ve İletişim alanında yüksek lisans yaptı, şimdilerde Galatasaray Üniversitesi'nde 'Enformasyona Erişim ve Filtreleme Pratikleri: Türkiyeli Gazeteciler Üzerine Çalışma' başlıklı doktora tezini yazıyor ve Bahçeşehir Üniversitesi'nde ve çeşitli eğitim programlarında dersler veriyor. Kendisinin teknoloji ve toplumun etkileşimine dair çeşitli konularda akademik makaleler ve kitap bölümleri bulunuyor.
Şener, podcast ağı Podfresh için eleştirel teknoloji programı Dündem'in iki yapımcısından biri. Aynı zamanda uluslararası kitlelere Türkiye'den insan hikâyeleri aktaran InsideTurkey.news'te editörlük yapıyor.