“Sosyalleşme şansımızı kullanacağız”

Yakın İlişkiler platformunun kurucusu ve direktörü Dr. Gizem Sürenkök ile salgının, sosyal ilişkileri nasıl etkilediğini, salgından sonra nelerle karşılaşacağımızı konuştuk. Sürenkök, “Pandeminin tam anlamıyla sonunun gelmesi ne kadar sürer bilemiyoruz ama sosyalleşme şansımız doğar doğmaz bunu sonuna kadar kullanacağımıza inanıyorum” dedi

08 Nisan 2021 - 09:41

Kalabalık iş toplantıları, doğum günü kutlamaları, komşu ziyaretleri, iş çıkışı arkadaş buluşmaları…Salgından önce hayatımızın bir parçası olan sosyal ilişki biçimleri, son bir yıldır ya tamamen kesintiye uğradı ya da çevrimiçi platformlara taşındı. Evde daha çok zaman geçirir olduk. Peki, bir yıl boyunca evde, ofiste, sokakta neler değişti? Salgından sonra bizi nasıl bir yaşam bekliyor? Eski alışkanlıklarımıza hızlıca dönebilecek miyiz? Akademisyen ve psikolog, Yakın İlişkiler’in kurucusu ve direktörü Dr. Gizem Sürenkök ile bu soruların cevaplarını konuştuk. Sürenkök, “Bazılarımız için ev yatmadan yatmaya gittiğimiz, ona dair bir şey hissetmediğimiz bir alandı. Artık evimiz hem yaşam hem çalışma alanımız. Bazılarımızın okulu oldu” diyor.

-Salgının bir yılını geride bıraktık. Bu bir yılda neler değişti?

Pandemi ile birlikte birçoğumuzun hayatına yeni stres faktörleri eklendi. Sağlıkla ilgili endişelerin yanı sıra iş hayatı, evden çalışma, bütün gün aynı insanlarla evde olmak, sosyal hayatın kısıtlanması, eğitimin evden devam etmesi gibi pandemi sonucunda ortaya çıkan değişiklikler ile baş etmeye çalışıyoruz. Tüm bu değişiklikler ve bilinmezlikler kaygı ve stres seviyemizi artıyor. Bireysel olarak kaygı ve stres seviyemizin artmasının ilişkilerimize yansıması da kaçınılmaz oluyor haliyle. Pandeminin ilişkilere olumsuz etkilerini inkar edemeyiz. Zaten olumsuz hisler barındıran ve kötü giden ilişkiler pandemiden şüphesiz daha çok etkilendi ve o ilişkilerde var olan sorunlar daha çok gündeme gelmeye başladı. Diğer taraftan, sağlam temeller üzerine kurulmuş ilişkiler için pandemi aşılması gereken bir engel işlevi gördü. Birbirine anlayışla yaklaşan, problem çözme odaklı, sevgi ve ilgi gösteren çiftler için pandemi bir nevi ilişkilerini daha da güçlendiren bir aşama oldu diyebiliriz.

-“Yakın ilişkiler” kuramaz noktasına geldik mi?

Bu süreç boyunca online uygulamalar sayesinde temasta kalmaya çalıştıysak da eskisi gibi birbirimize sarılamamak, istediğimiz anda görüşememek ya da yeni bir insanla ilişki kuramamak gibi problemlerle karşılaştık. Örneğin, pandeminin başında bir ilişkisi olmayan ve bir ilişkide olmayı isteyen insanlar için yeni biriyle tanışmak için online uygulamalar neredeyse tek opsiyon haline geldi. Tabii, düşününce bir ilişkisi olmayan kişiler için bu süreçte biriyle tanışmak için tek yol olarak online buluşma uygulamaları kaldı. Özellikle yeni bir insanla tanışma ve o insana güvenli bir şekilde bağlanma sürecinde dijital ortamda kurulan iletişim işleri zorlaştırabiliyor. Bir yandan da her ne kadar online dating(randevulaşma) uygulamalarının sayısız potansiyel partner sunması olumlu bir özellik gibi görülse de bu kadar fazla seçenek olunca içlerinden birini seçmek daha da zor hale geliyor, seçim felci dediğimiz durum ortaya çıkıyor.

Ayrıca bu uygulamaların sunduğu değerlendirme süreçleri kişiyi yanlış yönlendirebiliyor. Üstelik nasılsa elimde opsiyon çok diye düşünen bireyler, ilişki kurma süreçlerini de çok kötü yönetebiliyorlar. Çok yüzeysel, çok hızlı başlayan ve çok hızlı biten ilişkiler kurulabiliyor. Dijital olarak iletişim kesmenin kolaylığı da durumu olumsuz etkileyebiliyor. Çok fazla insan kendini yüz üstü bırakılmış hissedebiliyor. Tabii ki online uygulamaları sadece kötülemek değil amacım. Online olarak kurulup çok güzel ilerleyen ilişkiler de var, sadece pandemi döneminde ekstra temkinli yaklaşmak gerekiyor diye düşünüyorum.

-Salgın sürecinde ayrılıklar artmış olabilir mi?  

Öncelikle pandemi dönemini bir kriz olarak ele alırsak daha önce ilişkilerinde herhangi bir kriz yönetmek durumunda kalmamış, ilişkilerinin nispeten başında iken aynı evde kalan ve pandemiyi birlikte geçirmek zorunda kalan çiftlerin bu dönemde daha çok zorlanabileceklerini söylemek mümkün. Çünkü her ne kadar pandemi hepimizin için alışılmadık bir durum olsa da daha önce partnerinizle birlikte bir kriz atlattıysanız veya zor zamanlardan geçtiyseniz birbirinizin stresli durumlara verdiği tepkiyi veya kaygıyla başa çıkma yöntemlerini az çok biliyorsunuz demektir. Bu aşinalık, uzun süredir birlikte olan çiftler için pandemide bir arada yaşamayı biraz daha kolaylaştıracaktır diyebiliriz. Buna ek olarak ilişkilerinde halihazırda problemler olan çiftleri, pandeminin daha çok zorlamış olması da kaçınılmaz.

Her ilişkide sorunlar olur fakat ilişkinin sürdürülmesi için kritik olarak gördüğümüz sevgi, ilgi, anlayış, şefkat, güven, sağlıklı tartışma gibi konularda problem yaşayan çiftlerin pandeminin getirdiği stres ile birlikte ilişkilerini sürdürme konusunda daha çok zorlandıklarını görüyoruz. Çiftler bu dönemde hem kendi psikolojik ve fiziksel iyilik hallerini hem de partnerleriyle aralarındaki ilişkinin iyiliğini gözetmek durumunda. Fakat işten çıkarılma veya bir psikolojik problemle baş etme gibi durumlarda kendi sakinliğini ve iyilik halini korumak daha da zorlaşıyor. Bu doğrultuda ilişki üzerindeki tehdit de artıyor.

“ŞİDDET DAHA YOĞUN YAŞANIYOR”

- Bu bir yılda özellikle evin önemi de arttı.

Eskiden bir çoğumuz mekanla bu kadar ilişki kurmuyorduk. Bazılarımız için ev yatmadan yatmaya gittiğimiz, ona dair bir şey hissetmediğimiz bir alandı. Evde, odamızda neye ihtiyacımız var, bu alandan beklentilerimiz neler, nasıl daha iyi hale getirebiliriz gibi soruları sormuyorduk. Artık evimiz hem yaşam hem çalışma alanımız. Bazılarımızın okulu. Üstelik birden çok kişinin paylaştığı bir ev söz konusuysa hele, mekanda kendime nasıl bir özgürlük ya da kendilik alanı yaratabilirim soruları da önemli. “Bize iyi gelen aktiviteleri evin içine nasıl yerleştirebiliriz, neler alanımızı daraltıyor, evin içinde nereye duygusal anlamda sığınabilirim” bunları düşündük, bulduk, bulmaya çalıştık. Ben mesela balkonla başlayıp giderek yayılarak küçük bir bahçeye dönüştürdüm evi. Salonumuz evin içindeki üç insanın ve iki kedinin ana yaşam alanı oldu. Ortak alanlar daha önemli oldu belki hepimiz için ama bir yandan da kendi alanımızı belirlemek ve kendi başımıza kalabilmek için de çaba harcamamız gerektiğini anladık kendi evlerimizde.

-Ev içi şiddete maruz bırakılan kadınların sayısının da arttığını gösteren araştırmalar var. Buna dair ne söyleyebilirsiniz?

Maalesef pandemi ile birlikte arttığını biliyoruz. Hatta bazı kaynaklar ev içi şiddeti pandeminin içindeki pandemi diye tanımlıyorlar. Ev içi şiddete maruz bırakılan bireyler kendilerine şiddet uygulayan insanlarla aynı evin içine mahkum hale geldiler. Çıkabilecekleri, uzaklaşabilecekleri alanlar ortadan kalktı. Üstelik pandeminin getirdiği stres, ekonomik sıkıntılar ve diğer problemler şiddetin yoğunluğunu da artırdı. Bunun yanı sıra pandeminin mecbur bıraktığı sosyal izolasyon hali bireylerin yardım istemesini de zorlaştırıyor. İzolasyon bireyin kendisini daha da çaresiz hissetmesine yol açıyor. Üstelik şiddetin faili ile aynı alanı çok daha uzun süreli paylaşmak da fiziksel şiddet kadar duygusal şiddetin de daha yoğun bir şekilde yaşanmasına sebebiyet veriyor. Bu sebeple pandeminin en kötü etkilediği grupların başında ev içi şiddete maruz kalanlar, özellikle de kadınlar ve çocuklar, geliyor.

 “YAŞLILAR İÇİN DAHA YIKICI”

-Bu süreci, yalnız yaşayanlar mı yoksa kalabalık evlerde yaşayanlar mı daha avantajlı geçirdi?

Bu sorunun cevabı farklı dinamiklerden çok etkilenebilir diye düşünüyorum. Her iki koşulun da kendince avantajları ve dezavantajları var. Bu süreci yalnız yaşamak, başkası adına endişelenmemek ve kendi bireysel ihtiyaçlarını sonuna kadar, bir başkasını gözetmek durumunda kalmadan giderebilmek adına daha konforlu olabilir. Diğer taraftan uzun süren ve özellikle de kendi tercihimizle oluşmamış yalnızlıklar bizim psikolojik ve fizyolojik sağlığımıza hiç iyi gelmiyor. Kalabalık bir ortamda olduğumuzda ihtiyaçlarımız el birliğiyle karşılanıyor, belki kendimizi daha az yalnız ve izole hissediyoruz, daha fazla bakım alabiliyor, bakım verebiliyoruz. Ama bu durumda da hem diğerlerinin sağlığıyla ilgili daha fazla endişeleniyoruz, hem de kalabalık bir ortamda kendi alanımızı yaratmak, kendi ihtiyaçlarımızı yeri geldiğinde önceliklendirmek zor olabiliyor. O yüzden de her iki durumu ayrı ayrı ele almak gerekir.

-Salgının mahkumları yaşlılar ve gençler oldu. Bu iki kesim nasıl etkilendi süreçten?

Yaşlılar için sosyal izolasyonun etkileri daha yıkıcı diye düşünüyorum. Çünkü telafisi daha zor. Örneğin, yalnızlığın Alzheimer riskini artırdığını gösteren çalışmalar var. Yaşlılık döneminde sosyal ilişkiler bilişsel gerilemenin önüne geçebiliyor. Evden çıkamayan yaşlıların kaslarının erimesi, hareket kabiliyetlerini daha çabuk yitirmeleri gibi durumlar da söz konusu. Dışarıya çıkıp sosyal uyaranlar alamamak, diğer insanlarla etkileşimden mahrum kalmak onların hızla gerilemesine yol açıyor. Teknolojik gelişmeleri de pek çoğu takip edemediği için genç kesimin yararlandığı kadar online görüşme fırsatlarından faydalanamıyorlar.

Üstelik sevdikleri insanları, torunlarını, çocuklarını, arkadaşlarını görebilecekleri bu çok değerli zaman geçip gidiyor. O yüzden bu durumun onlara etkisi beni çok üzüyor. Gençler en azından teknolojik imkanları güzel bir şekilde kullanarak birbirleriyle iletişimde kalmayı başarabildiler. Etraflarında olup biteni takip edebiliyorlar, evde de olsa kendilerini aktif tutabilecek imkanlara daha fazla sahipler. Tabii ki onlar da hayatlarının sosyal olarak en aktif olmaları gereken dönemi evde geçirdikleri için onlar için de çok üzücü bu durum ama yaşlılara kıyasla bu durumu daha iyi yönetebildiklerini düşünüyorum.

- Salgının ilişkileri kalıcı bir biçimde değiştireceğini düşünüyor musunuz?  Yoksa salgının etkisi zayıflayınca eski rutine döner miyiz?

Pandemi sonrasında kendimizi hızla toparlayacağımıza inanıyorum. Tabii pandeminin tam anlamıyla sonunun gelmesi ne kadar sürer bilemiyoruz ama sosyalleşme şansımız doğar doğmaz bunu sonuna kadar kullanacağımıza inanıyorum. Sosyal varlıklar olarak hepimiz bağlarımıza ihtiyaç duyuyoruz ve bu yoksunluk hali fırsat verilir verilmez telafi edilecek bence. Ancak, salgının bazı tür ilişkilere kalıcı etkisi olacağını düşünüyorum. Örneğin, iş ilişkileri ciddi bir şekilde farklılaşacak bence. Bazı şirketlerin evden çalışmayı kalıcı hale getirdiğini okuyoruz. Bu durumda bu şirketler için eski tip bir iş ilişkisi söz konusu olamayacak.

Yüzde yüz evden çalışmanın da çok verimli olmayabileceğini düşünüyorum ben açıkçası, çünkü çalışan memnuniyetini besleyen önemli değerlerden biri de kişinin kendisini o kuruma ait hissetmesi. Ait hissedebilme duygusu da kuruma gidip gelerek, orada kendini iyi hissettiğin ilişkiler kurarak oluyor. Sadece online olarak bunun sağlanmasının çok kolay olmayabileceğini düşünüyorum.


ARŞİV