Kadıköy’de kafe, bar ve mağaza işçileri güvencesiz çalıştırılmaya ve yaşadıkları haksızlıklara karşı ‘Patronların Ensesindeyiz’ adlı bir ağda örgütleniyor. Bu örgütlenmede yer alan Tuluğ Ünlütürk ve Aziz Barkın Kadıoğlu ile Kadıköy’de işçi olmanın görünmeyen yüzünü konuştuk.
Aziz Barkın Kadıoğlu: 8 senedir ev yemekleri yapan yerlerden barlara kadar birçok yerde çalıştım. Buralarda 10-12 saat hatta bazen üstünde çalışma saatinden bahsedilebilir. Bir de buna eklenen “aile imajı” var. Aile imajı derken şunu kastediyorum; yeni bir şube açıldığında çalışanı oraya nakleden, birçok hakkını sömüren, buna karşı ‘Biz bir aileyiz’ yaklaşımında olan patronları kastediyorum. Bunun dışında sigortasız çalışma çok yaygın. Bir de çokça karşımıza çıkan bir sorun var: performans. İşverenlerin performans diye lanse ettiği şey insani şartların üzerinde çalışmak.
Tuluğ Ünlütürk: Buradan devam edeyim; performansı tanımlayan bir ölçü yok. Kuralsız bir tanım, keyfi bir durumdan bahsediyoruz. Çalışma saatlerinin uzunluğu, yasal dinlenme sürelerinin ve yerinin verilmemesi buna eklenebilir. Çalışanların birbiriyle rekabet içinde olduğu, patrondan önce onların birbirini yargıladığı bir çalışma ortamı oluşturuldu. Yemek ücretleri insani sınırların altında… Molalarını kullanamıyor bile pek çok işçi. Kadıköy’de dolaşırken kafelerin barların önünde, üstünde montu dahi olmadan sigarasını bitirmeye çalışan insanlar görebilirsiniz. Bir sigarayı dahi bitiremeden ‘Hadi işinize geri dönün’ baskısıyla karşılaşıyor insanlar.
“UYGULAMALAR HUKUKA AYKIRI”
- Alınan ücretler nasıl?
Aziz B.K.: Kadıköy’de kafe,barda çalışan biri ortalama 60-70 lira alıyor. Ancak işyerinde fiyat konusunda bir sıkıntı çıktığı zaman bu, çalışanlardan kesilebiliyor. Patronun tipe (bahşiş) el koyduğu, paraları zamanında ödemediği bir süreçten bahsediyoruz. Yazılı, belli bir şey olmadığı için oluyor bunlar.
Tuluğ Ü.: İki örnek yer vereyim; birinde müşterilerin kırdığı eşyaları çalışanların primlerinden kesiyorlar. Diğeri, güvenlik elemanı istihdam etmiyor ama çalınan ürünleri mağaza çalışanlarının maaşlarından kesiyor. Bunun haricinde pek çok kafede kırılan bardaklar, ödenmeyen hesaplar çalışanlara yükleniyor. Alanda normalleştirilmiş tüm uygulamalar hukuka aykırı.
- Bu kadar işsiz olması ve sürekli sirkülasyon olması da etkili sanırım.
Aziz B.K.: Kesinlikle. Patronlar, bugün biri gider, yarın biri gelir diye yaklaştıkları için çok rahat.
Tuluğ Ü.: Dün bir kitabevinden bir arkadaşımız daha işten çıkarıldı. Part-time çalışan biriydi ve birkaç hafta önce işe alındı. İşten çıkarılırken şöyle denmiş: ‘Kadromuz şişti ondan seni çıkartıyoruz’. O zaman niye işe alarak şişirdi kadrosunu? İşe alırken ‘Ben seni kısa süre sonra işten çıkartabilirim’ deme ihtiyacı bile duymuyor.
- İş tanımının net olmaması da haksızlıkta önemli bir yer tutuyor değil mi?
Aziz B.K.: Barista olarak başladığın bir yerde depo görevlisi olabiliyorsun.
Tuluğ Ü.: Kitapçı bir arkadaşımız satış elemanı olarak işe girmişti, koli taşıyamadığı için işten çıkartıldı. Taşımak istediğinde 2 gün evde yattı ve beli sakat. Üstelik yapılması istenen işler ek mesai ücreti verilmeden yaptırılıyor.
- Bu şartlar doğal olarak kişinin sağlığını da etkiliyordur...
Tuluğ Ü.: Tabii ki. Dünya kadar omurga problemi, kesikler, yanıklar, merdiven kazalarından doğan yaralanmalar, psikolojik sıkışma, insani ilişkilerde bozulma vs. saymakla bitmez.
“HER İŞYERİ BİRER KORKU DÜKKÂNI”
- Peki çalışanlar neden bu haksızlıklara karşı harekete geçemiyor?
Tuluğ Ü.: Çok genç insanlar ve alanın kuralsızlığı gereği çalışanlara mobbing, baskı uygulanıyor. Büyük bir korku işliyor, hemen hemen her işyeri birer korku dükkânı. Haklarını nasıl savunacakları konusunda yol bulmakta zorlanıyorlar. Şule Çet’in ölümü, atanamayan öğretmenin intiharı gündemde ve biz arkadaşlarımızla bunları konuşurken ‘İntihar etmeye vaktimiz yok’ diyorlar. Örgütlenmeye fırsat bulmak da zor bu arkadaşlarımız için ama insanların önüne örnekler çıktığında, alanda birileri onlara değdiğinde -biz bunu yapmaya çalışıyoruz- karşılığını alıyoruz. Böyle olunca çok hızlı şekilde mücadeleye tutunabiliyorlar.
Aziz B.K.: Temas kurmaya başladıkça daha fazla farkına varıyoruz. ‘Biz bir aileyiz’ algısı yaratanlara karşı gerçek ailenin işyerindeki işverenle değil, diğer yerlerde çalışan işçilerle olabileceğini düşünüyoruz.
“DAHA YAPACAK ÇOK İŞİMİZ VAR”
- Kadıköy özelinde ne söylemek istersiniz?
Tuluğ Ü.: Özellikle Kadıköy’de şundan bahsetmek lazım, burada çoğu patron bir şekilde demokrat, solcu görünümlü. Böyle bir şey ne teorik, ne pratik olarak mümkün değil. İşçi haklarının bittiği yerde solculuktan bahsedilemez. Solcu olduğunu iddia eden yerler var ama bir alt katında ne oluyor, biz biliyoruz. Kadıköylüler, üst katta kahvaltı ederken alt katta ne olduğunu düşünmeliler.
Aziz B.K.: Çalışanlarda da bu durum bir kafa karışıklığı yaratıyor. Hiçbir patron işyerinin logosuna kırmızı bir yıldız koyduğu için yahut vitrinine kitap koyduğu için solcu olmaz. Bu yerlerde kahvaltı edip alışveriş yapınca da solcu olunmuyor. Solculuk, sınıf dayanışması demektir. Örgütlenmek, mücadele etmek demektir.
- Örgütlenmek için neler yapıyorsunuz?
Tuluğ Ü.: ‘Patronların Ensesindeyiz’ çalışması tüm Türkiye’ye yayılmış, bir haber alma, dayanışma, mücadele ağı. Kadıköy’de Kafe, Bar, Mağaza İşçileri Komitesi de bu çalışmanın bir parçası. 1 hafta önce kurduk ancak alanda 1-1.5 yıldır çalışıyoruz. Gündemimizde anlattığımız şeyler var, bu kuralsızlıkla mücadele edeceğiz. Bu alanda örgütlü bir mücadele vermek mümkün ve bunun somut örneklerini yaratacağız. Daha yapacak çok işimiz var.
Aziz B.K: Çalışmayı 1.5 sene önce başlattığımızda şunu gördük; alanda birikmiş bir öfke ve örgütlenmeye, haklarını savunmaya açık pek çok insan var. Farklı yerlerde çalışan, birbirini tanıyan, dayanışan çok fazla insan var. Aynı şeyin parçasıyız ve yanyana durabiliriz. İsteyen herkes [email protected] mail adresinden bize ulaşabilir.