Kadıköy’ün tarihi, sosyal yapısı, edebiyatı, mimari özellikleri, ünlü simaları ve tarihi yapıları uzun zamandır akademik makalelerin ve tezlerin konusu oluyor. Son yıllarda da sosyologlar, mimarlar, edebiyatçılar ve farklı alanlarda çalışma yapan uzmanlar semtin geçmişine dair önemli tezler yazıyor. Havva Yılmaz’ın İstanbul Şehir Üniversitesi’nde tamamladığı “II. Meşrutiyet Döneminde Kadıköy'de Gündelik Hayat ve Sayfiye Kültürü” isimli yüksek lisans tezi de son dönemin önemli çalışmalarından biri. 1800’lü yılların sonu 1900’lü yılların başında Kadıköy’deki gündelik hayatı, burada yaşayan ünlü isimleri ve semtin mekânsal değişimini inceleyen Yılmaz ile söyleştik. Yılmaz, bir asır önce Kadıköy’ün, klasik Boğaziçi elit yaşantısından uzaklaşıp daha özgün bir tecrübeye adım atmak isteyenlerin kaçış yeri olduğunu söylüyor.
Neden Kadıköy'ü çalışmak istediniz, özel bir sebebi var mıydı?
Mezun olduğumda, beni siyaset okumaya yönelten ilgimin aslında toplumsal dönüşüme dair merakımdan kaynaklandığını fark ettim ve yüksek lisansta sosyolojiye geçtim. Gündelik hayat sosyolojisi, şehir-mekan sosyolojisi akademik ilgi alanlarım. Genel anlamda toplumsal değişimin kurumsal ve yapısal düzlemde nasıl işlediğini, bunların birbirini nasıl etkilediğini anlamaya çalışıyorum.
Tezimin girişinde biraz bahsettiğim bir hikayem var aslında. Gençliğime ilk adım attığım dönemlerde Kadıköy benim için özgürlüğün sembolüydü. Çünkü bulunduğum semtten sadece Kadıköy’e otobüs gidiyordu, beni kendi mahallemden çıkaran tek güzergah Kadıköy’e varıyordu. Sonrasında Safiye Erol’u keşfettim. Yazarın Kadıköyü’nün Romanı adlı eseri 1930’ların Kadıköy’ünü dönemin gözde sayfiye mekanı olarak tasvir ediyordu. Her türlü yeniliğe açık, gençlerin çokça rağbet ettiği bir çeşit harikalar dünyası ya da romanda geçen şekliyle "yeryüzünün cenneti" gibi anlatıyordu Kadıköy’ü. Ki eser kurgu olmasına rağmen bu dönemin gerçekliğiyle hayli örtüşen bir tasvirdi ve Kadıköy’ü modernleşme tecrübesi açısında çok özgün bir konuma yerleştiriyordu. Buna rağmen Kadıköy’ün sosyal bilimler alanında kapsamlı çalışmalara neredeyse hiç konu edilmemiş olması ilginç doğrusu.
“MÜTEVAZI RUM KÖYÜ”
Teziniz 1800'lü yılların sonunda Kadıköy'de sürdürülen yaşama odaklanıyor. Bu çalışmayı yaparken hangi kaynakları kullandınız?
1800’lerin sonu, 1900’lerin başı diyebiliriz aslında. Araştırma malzemem büyük ölçüde hatıratlar oldu. Başlangıçta niyetim bulabildiğim her türlü kaynağı kullanmaktı. İkincil literatür çok sınırlı olduğu için muazzam bir araştırma malzemesiyle karşı karşıya olduğumu bilmiyordum tabii. Ancak araştırmalarım ilerledikçe sadece hatıratlar ve romanlarla bile Kadıköy’de geç Osmanlı döneminde yaşanan toplumsal dönüşüm üzerine 3-4 tez çıkabileceğini fark ettim. Bu yüzden hatıratları ve romanları merkeze almaya karar verdim. Tabii bir yandan yine gazetelere, kartpostallara bakmaya devam ettim ve yeri geldikçe kullandım. Ama özellikle hatıratlar merkezde kaldı. Bu metinlerin kurgusallığını ve tarih yazımı açısından dikkat edilmesi gereken hususları göz önünde bulundurarak keyifli bir araştırma sürecine girdim. Çalışmamda Müfid Ekdal’ın hatıratları ve araştırmaları çok önemli bir yer tuttu bu açıdan. Hatta dönemin köşk ve konaklarını büyük ölçüde onun aktarımıyla haritalandırdım, sahiplerini toplumsal statülerine göre tasnif ettim. Süheyl Ünver, Adnan Giz, Bedi N. Şehsuvaroğlu, Hicran Göze, Yıldız Demiriz, Neyzi ailesi gibi doğrudan Kadıköy’ü konu edinen hatırat yazarlarının yanı sıra İstanbul’dan bahsederken Kadıköy’e yer veren Ragıp Akyavaş, Sermet Muhtar Alus, Ahmed Rasim, Refik Halid Karay, Sadri Sema, Ziya Osman Saba gibi isimlere de başvurdum.
Bahsettiğiniz gibi Kadıköy’ü anlamak için hatıratlar ve biyografik eserler önemli kaynaklar olarak öne çıkıyor. Siz de kişisel olan bu hayatlardan yola çıkarak semte dair genel bir araştırmaya yönelmişsiniz. Peki bir asır önce Kadıköy'de nasıl bir yaşam varmış?
Öncelikle çok zengin, canlı, dinamik bir hayat olduğunu söyleyebiliriz. Oldukça kozmopolit bir ortam var. Önceden içinde az sayıda Türk’ün de bulunduğu mütevazı bir Rum köyü iken zamanla demografisi değişiyor bölgenin. Ermeniler geliyor, Kırım Harbi sonrası Bulgar göçmenleri geliyor, Kuzguncuk yangınından sonra Yahudiler geliyor, Türk-Müslüman nüfus artıyor ve böylece son derece heterojen bir demografi ortaya çıkıyor. Bu denkleme bir de ticaret için İtalya, İngiltere, Fransa gibi ülkelerden gelen Levanten nüfus eklenince ortam hayli şenleniyor. Bir yandan da Haydarpaşa-İzmit tren yolunun açılması, vapur seferlerinin başlaması gibi meseleler var. Demiryolu hattı hem Osmanlı bürokrasisinin bu güzergah üzerinde yaptırdığı köşklerle semtin çehresini değiştiriyor hem de yazları buraya gelen ziyaretçi sayısını arttırıyor.
Tabii bölgeye bürokratların, saray elitlerinin gelmesi anıtsal yapıların inşa edilmesinin önünü açıyor. Mekteb-i Tıbbıye-i Şahane ve Haydarpaşa Askeri Hastanesi örneğin bu bağlamda düşünülebilir. Selimiye Kışlası daha önce inşa edilmiş ama Kırım Harbi sonrasında İngiliz askerler burada tedavi görüyor, bu vesileyle önemli bir hareketlilik oluşuyor burada. Askerler talim yapmak için Haydarpaşa Çayırı’nı kullanıyorlar. Bugün II. Abdülhamid Han hastanesi olarak kullanılan hastanenin hemen arkasında pek bilinmeyen büyük bir İngiliz mezarlığı vardır o dönemden kalma. Yine aynı yerde Pasaport Ofisi vardır, bugün metruk bir halde dizi seti olarak kullanılır. Ayrıca çok sayıda okul açılıyor bu dönemde. Saint Joseph gibi bugüne değin ününü koruyanlar gibi şimdilerde unutulmuş olanlar da var aralarında. Üç İbrahimî dinin ibadethaneleri var, hepsi aktif kullanılıyor.
Haydarpaşa Garı
OSMANLI SOSYETESİ
Çeşitli kaynaklardan Kadıköy'ün 1800'lerin sonunda ve 1900'lerin başında sayfiye alanı olarak kullanıldığını biliyoruz. Köşkler, konaklar da bunun bir göstergesi. Aslında burayı kullananlar paşalar ya da o dönemin bürokratları. Onlar buraya yerleştikçe Kadıköy de bir şekilde kalkınıyor. Ne dersiniz?
Evet, paşaların çarpıcı bir ilgisi var bu dönemde Kadıköy’e. Deli Fuat Paşa, Gazi Ahmed Muhtar Paşa, Gazi Osman Paşa, Ahmet Eyüp Paşa, Zülüflü İsmail Paşa, Zühtü Paşa mesela çok önemli isimler. Semtin dokusunu şekillendiren bir unsur bu. Örneğin Cemil Topuzlu’nun köşkü özellikle bahçesiyle o kadar dikkat çekicidir ki, Gazi Ahmed Muhtar Paşa kendi evini bu denli güzel, Avrupai, yenilikçi bir düzenlemeyle ihya eden bir adamın muhakkak iyi bir belediye başkanı olacağını düşünerek kendisine bu görevi veriyor. Dönemin tanınmış mimarı Alexandre Vallaury tasarlamıştır. Gazi Ahmed Muhtar Paşa sadrazamlığa yükselmiş bir isim örneğin. Bir yandan Ramazan aylarında köşkünün bahçesinde topluca teravih namazları kılınıyor, bir yandan ilk defa telgraf sistemini kurduruyor, dünyanın dört bir yanından getirilen dekorlarla köşkün içini düzenletiyor. Rıdvan Paşa yine 1890 ve 1906 yılları arasında İstanbul şehreminliği yapmış biri. Deli Fuad Paşa mükemmel şekilde Fransızca ve Arapça bilen, çocuklarını Saint Joseph Lisesi’nde okutmuş bir Osmanlı paşası. Onun köşkü ve bahçesi de meşhur o dönemde. Sadece yazları kullanıyorlar burayı ama arabaları, atları, ahırları, personel odalarıyla donanımlı bir yapı. Fransız bir bahçe mimarı kendi ekibiyle birlikte düzenliyor bahçeyi de. Müfid Ekdal, Bağdat Caddesi ile Gazete Kadıköy’ün çıktığı bina (şu an Haldun Taner Öykü Evi olarak kullanılan tarihi yapı) arasındaki yolda hala onun diktiği çınar ağaçlarının bulunduğunu söyler. Başka bir örnek, Sultan Abdülmecid’in kızı Cemile Sultan’ın köşkü “saray” diye anılırmış.
Cemil Topluzlu'nun Köşkü
KİMLER YAŞARDI?
Paşaların dışında Kadıköy’de yaşayan sanatçılar ve edebiyatçılar da var. Bize o yıllarda yaşamış ünlü simaları sayabilir misiniz?
Süheyl Ünver, Süleyman Nazif, Ahmet Rasim, Refik Fersan, Refik Halid, Safveti Ziya, Cenap Şahabeddin, Ömer Seyfeddin, Reşad Ekrem Koçu, Sermed Muhtar Alus en azından birkaç yıl buranın sakini olmuş entelektüellerimiz. Anılarını yayınlayan ilk Müslüman kadın olarak bilinen şaire Leyla Saz Hanım Kızıltoprak’ta yaşıyor. Kendisi erken Cumhuriyet dönemi ünlü mimarlarından Vedat Tek’in ve İstanbul şehreminlerinden Yusuf Razi Bel’in de annesidir ve dolayısıyla çocukları da burada ikamet etmiştir. Mehmet Ali Ayni, Mustafa Asım Yörük gibi Darülfünun profesörleri, Şark Musiki Cemiyeti kurucusu müzisyen Ali Rıfat Çağatay (sonradan Münir Nureddin, Selahattin Pınar, Neveser Kökdeş), Kurukahveci İhsan Bey, Tütüncü Mehmed Efendi yine buradaki ünlü simalar arasında.
Mahmut Muhtar ve Ailesi
Ünlü Levanten aileler Lorando, Tübini, Whitall, Frederici’ler özellikle Moda civarında büyük alanlara sahip köşklerinde yaşıyorlar. II. Abdulhamit’in terzisi Jean Botter kendisi ve kızları için Raimondo D’arranco’ya tasarlatıp yaptırdığı karşılıklı dört köşkle Fenerbahçe-Kalamış civarında yaşıyor. Ünlü bankerlerden Zamboğlu ve Baron Openheim, Bağdat Demiryolu Şirketi Müdürü Eduard Huguenin, Kaplumbağa Terbiyecisi resmi ile tanıdığımız aynı zamanda Kadıköy’ün ilk belediye başkanı olan Osman Hamdi Bey, yine sanatçı, araştırmacı ve şehircilik disiplininin öncülerinden Celal Esat Arseven’le uzayıp gider bu liste.
Whittall Ailesi Moda'da
Osmanlı bürokrasisinin burayı tercih etmesinin sebebi neymiş peki? Neden Kadıköy'de yerleşme ihtiyacı duymuşlar?
Birkaç farklı sebep var aslında o dönemde Kadıköy’ü cazip kılan. Havası çok temiz, doğayla iç içe, mesire yerlerindeki hareketliliğe rağmen yerleşimi ferah ve gözlerden uzak kalabiliyor gelenler. II. Abdulhamit dönemindeki jurnal faaliyetleri nedeniyle gözlerden uzak olmak saray elitlerinin işine geliyor. Yıldız’dan uzak olmak için buraya gelen bürokratlar oluyor. Semtin yenilikçi atmosferi de etkili oluyor bu seçimlerde. Suriçi’nde kalmak daha geleneksel değerlere bağlı kalmayı ifade ederken Kadıköy’ün yat kültürü, tenis kortları, modern bahçecilik gibi yeniliklere kucak açan iklimi daha modern yaşam koşullarını vadediyor. Tabii burada “eski” gelenekten ziyade “Osmanlı sosyetesi” diyebileceğimiz bir toplumsal grubun yaşam biçimini ifade ediyor aslında. Modernleşmeyi bir kopuş değil, süreklilik olarak okuyanlardanım. Bu yüzden yeniye kaçışı sınıfsal bir mücadele olarak değerlendiriyorum. Klasik Boğaziçi elit yaşantısından uzaklaşıp daha özgün bir tecrübeye adım atmak isteyenler için Kadıköy önemli bir alternatif oluyor o dönemde.
ESKİ VE YENİNİN ÇELİŞKİSİ
Biraz da sosyal yaşamdan konuşalım isterseniz. Günlük hayata dair ne söylenebilir?
Köşk hayatı aslında gündelik hayatı köşk sınırları dışında da belirleyen bir özelliğe sahip. Çünkü ortalama 40 çalışanı olan köşklerden bahsediliyor o dönem için. Mesire yerleri capcanlı. Haydarpaşa, İbrahimağa, Kuşdili, Yoğurtçu cıvıl cıvıl. Yazları açık hava tiyatroları kuruluyor, hem oyunlar hem de ilk film örnekleri burada gösteriliyor. Mühürdar Bahçesi, Zamboğlu Bahçesi, Hamdi’nin Gazinosu gibi salaş mekanlar var, özellikle Yeldeğirmeni, İbrahimağa sahili bu mekanlarla dolu. İstanbul’un farklı semtlerinden buraya gelip dönemin tabiriyle “piyasa yapmak”, kıyafet trendlerini yakalamak, flörtleşmek, yeni çıkan yiyecekleri tatmak çok yaygın pratikler. Papazın Çayırı’nda futbol müsabakaları düzenleniyor. Futbol o dönemde İstanbul halkının yeni tanıştığı bir spor dalı. Kadıköy çok sayıda ilke şahit oluyor bununla ilgili. Uzunçayır’a ava, kır gezintisine gidiliyor. Deniz hamamları keza çok rağbet görüyor. Günümüze göre çok da ilginç bir uygulama malum.
Fenerbahçe'deki Çay Bahçesi
Neden ilginç?
Denizin içerisinde tahtayla çevrilmiş bir alanda müşterilerini ağırlayan mekanlar buralar. İçine girdikten sonra neredeyse diğer hamamlar gibi kullanılıyor. Bu yüzden bu adı almışlar. Tabii kadın erkek ayrı bir şekilde kullanılıyor. Başlarda Müslüman kadınlar gitmiyor, Levanten ve azınlık mensubu kadınlar kullanıyorlar. Fakat zamanla yaygınlaşıyor hatta tahta perdenin altından denizin diğer tarafına kaçanlar, gizli gizli deliklerden içerdeki kadınları gözetleyenler oluyor. Bu sınır ihlallerini engellemek için kayıkla hamamların deniz tarafında nöbet tutan polisler ortaya çıkıyor. Köşklerde, çayırlarda musiki meclisleri kuruluyor.
Zeynel Abidin'in Moda'daki Terzihanesi
İstanbul’da modern yaşam pratiklerinin 100 yıl önce Kadıköy’de başladığından bahsettiniz. Osmanlı bürokrasisinin Kadıköy’e yerleşmesi semtin geleceğini etkilemiş olabilir mi?
Elbette. Kadıköy bugün de bu saydığımız özelliklerin çok uzağında değil. Tabii ki İstanbul’un başına gelen tüm felaketler Kadıköy’e de uğradı. Önce köşkler yıkıldı, köprü yapılınca D-100 karayolu bağlantısı nedeniyle çok değişti. Ama kozmopolit dokusunu hala koruduğu söylenebilir ve yenilikçi gündelik hayat pratiklerinin popülerleşmesi konusunda da geçmiştekine benzer bir pozisyonu var. Bir yandan eskiden yeniye kaçış, diğer yandan yeni popülerden eski özgüne kaçış var Kadıköy’de. Pandemi öncesi açılan üçüncü dalga kahveciler, konsept kafeler bir yandan Kadıköy’ü seçkinlik arayanların mekânı haline getirdi, Kadıköy bir zamanların Çukurcuma’sı oldu, hem de bu gündelik hayat pratiklerini popülerleştirdi. Eski ve yeni çelişkili birlikteliği Kadıköy’ün kaderi gibi adeta. İstanbul çeperlerine doğru yayıldıkça bu özelliğini hala koruyabilecek mi bilinmez tabii ama bugüne gelmesinde bu özgün tecrübenin payı büyük görünüyor.