Ülkemiz için ders kitaplarında “tarımsal alanda kendi kendine yetebilen ve tarım ambarı” olduğuna dair bilgiler yer alıyordu. Artık o bilgiler birer efsane halini almış durumda. Gittikçe azalan tarım arazileri, çiftçiye desteğin verilmemesi, ithalatın artması gibi daha birçok nedenden kaynaklı kan kaybeden tarım, hayatta kalabilmek adına mücadele veriyor. Biz de Gazete Kadıköy olarak siz okurlarımız için Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Başkanı Ahmet Atalık’ı sayfamıza konuk ederek, ülkemizin tarım politikası hakkında ayrıntılı bilgiler edindik. Ayrıca pazara gidip, soğan ve patates özelinde yaşanan fiyat artışı hakkında pazar esnafının ve tüketicinin görüşlerini aldık.
Öncelikle tarım ambarı olarak anılan ülkemizin şu anki tarım politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye 1980 öncesi, kendi coğrafyasında yetiştirilebilen ürünler kapsamında kendine yeten nadir ülkelerden biriydi. Ancak, sonraları devletçi politikalar terk edildi, neoliberal politikalar uygulanmaya başlandı, Dünya Bankası’nın tarım projeleri ve IMF’nin finansal kısıtlamaları devreye girdi, özelleştirmelerle tanıştık ve özelleştirme yapılan her alanda tarımımızın çöküşüne üzülerek tanık olduk. Avrupa Birliği’ne girmeyi hedefleyen Türkiye, AB’nin tarım politikasını uygulayarak tarımını desteklemek yerine yıkım politikalarını devam ettirmektedir. Bu politikalar kapsamında tarımsal kitlerimiz özelleştirilmiş ve özelleştirilmeye devam edilmektedir. Bunun sonucunda ülkemizde üretilen pek çok tarım ürünü ithal edilir duruma gelmiştir.
“İTHALAT ARTARAK DEVAM EDİYOR”
Tarım alanı ne kadar daraldı? İthal edilen ürünler arasında neler var?
2015 yılında toplam tarım arazisi miktarımız 41,2 milyon hektardan, 2017 yılında 38 milyon hektara gerileyerek, 3,2 milyon hektar küçüldü. Bu miktar 3 milyon hektar yüz ölçümüne sahip Belçika’nın toplam yüzölçümünden daha büyük bir alandır. Son bir yılda ise çiftçi Zonguldak’ın toplam yüzölçümü kadar bir tarım arazisini ekmekten vazgeçmiştir. Anadolu buğdayın anavatanıdır. Uygulanan tarım politikaları sonucu çiftçi aynı süreçte 1,7 milyon hektar alanda buğday üretiminden çekilmiş, Türkiye her yıl 4-5,3 milyon ton buğdayı yurt dışından ithal eder olmuştur. Bu ithalatın yüzde 90’lık bölümü Rusya’dan yapılmaktadır. Bir zamanlar kendi ihtiyacımızın çok üzerinde kurubaklagil üretirken şimdi nohutu Meksika ve Hindistan’dan, mercimeği Kanada’dan, kuru fasulyeyi ABD’den almaktadır. Mısır ithalatımız ilk kez geçen yıl 2 milyon tonun üzerine çıkarak rekor kırdı. Yaklaşık 2,5 milyon ton soya ihtiyacımızın hemen hemen tamamını ithal ediyoruz. Tekstil ülkesiyiz, ama ürettiğimiz kadar yaklaşık 900 bin ton pamuğu da yurt dışından alıyoruz. Ayçiçeğini de 600 bin tonun üzerinde ithal ediyoruz. Bir zamanlar Ortadoğu’nun canlı hayvan ve kırmızı et sağlayıcısı olan Türkiye ne yazık ki 2010 yılından bu yana bu alanda da ithalatçı bir konumdadır ve ithalat artarak devam etmektedir.
“ÇİFTÇİ SAYISI AZALDI”
Var olan tarım politikası çiftçiyi nasıl etkiliyor?
Mevcut tarım politikamız maalesef çiftçiyi tarlasını terk ettirmek üzerine kurgulanmıştır. Avrupa Birliği 1960’lı yılların başında tesis ettiği Ortak Tarım Politikası çerçevesinde bütçesinin yüzde 70’ini tarımsal desteklere ayırıyordu. Günümüzde halen bütçesinin yüzde 40’ını desteklemelere ayırmaktadır. Türkiye’nin tarımına ayırdığı destek miktarı ise bütçesinin yüzde 2-2.5’i kadardır. 2006 yılında çıkarılan Tarım Kanunu’na göre tarıma verilecek desteklerin milli gelirin yüzde 1’inden daha az olamayacağı hükme bağlanmasına karşın bu oran asla yüzde 0.5’i geçmemiştir. Gerek bitkisel gerekse hayvansal üretime 2017 yılında 12,7 milyar TL destek verilmesine karşın sadece buğday, mısır, soya, pamuk ve ayçiçeği ithalatına 16.2 milyar TL ödenmiştir. 2010 yılından bu yana devam eden canlı hayvan ve kırmızı et ithalatına ödenen döviz miktarı ise 7 milyar dolara ulaşmıştır. Çiftçimizin zaten son derece yetersiz olan tarım desteklerinden faydalanabilmesi için Çiftçi Kayıt Sistemine (ÇKS) kayıtlı olması gerekiyor. Ancak, 2003 yılında ÇKS’ye kayıtlı çiftçi sayısı 2.8 milyon iken 2017’de 2.1 milyona, 700 bin kişi gerilemiş ve tarımdan kopmuştur. Bu da Belçika’dan daha büyük bir tarım arazisinin işlenmemesine neden olmaktadır. Diğer yandan tarımda kullanılan girdilerin neredeyse tamamında yurt dışına muhtaç olduğumuzdan döviz kurundaki en küçük artış üretim maliyetlerini hızla yukarı çekmekte, ancak çiftçi ürününü tüccara maliyetine dahi satmakta zorlanmaktadır. Üretim kanadında çiftçi son derece mutsuzken kentlerde yaşayan tüketici de bu ürünleri yüzde 300-500 daha pahalıya almaktadır.
“BAĞIMSIZ TARIM POLİTİKASI OLMALI”
4- Nasıl bir tarım politikası uygulanmalı?
Öncelikle devletin üreticinin ve tüketicinin örgütlenmesi konusunda kooperatifleşmeyi teşvik etmesi gerekiyor. Tüketici ve üretici kooperatifleri karşılıklı olarak taleplerini görüşmeli. Çiftçi pazarın isteği doğrultusunda üretim yapıp para kazanabilmeli, tüketici de istediği standart ve kalitede ürünü çok daha ucuza alabilmelidir. Tüm gelişmiş ülkelerde üretim planlaması bu şekilde yapılmaktadır. Tarımsal destekler yükseltilmeli, doğrudan çiftçiye vermek yerine üretime dönük olarak kooperatif yapılar üzerinden dağıtılmalı, üretime ve kaliteye yansıması takip edilmelidir. Ülkemizde ekonomik ölçütlerde sulanabilecek arazi miktarı 8.5 milyon hektar olup tasarruflu sulama yöntemleri kullanılması halinde bu alanın 12 milyon hektara çıkarılması mümkündür. Ancak, bugüne dek sulama yatırımlarının sadece 6.4 milyon hektarı tamamlanabilmiştir. Kalan kısımların da hızla suyla buluşturulması hedeflenmelidir. Ülkemizde halen tarım arazilerinin parçalı yapısı devam etmektedir. Arazi toplulaştırma çalışmaları hızlandırılmalıdır. Ülkemiz hayvancılığının sorununun başında yem yetersizliği gelmektedir. Kaba yemde 15 milyon ton, fabrika yeminde de 5 milyon ton açığımız vardır. Yem sorununu çözmeden hayvancılığımızı geliştirmek ve et fiyatını aşağı çekmek mümkün değildir. En ucuz yem kaynağı meralarımızdır. Meralarımızın yem bitkisi kalitesi geliştirilmesi gerekirken maalesef meralarımız amaç dışı kullanımlara tahsis edilerek daraltılmaktadır. Her şeyden önce tarım politikalarımızı uluslararası finans kurumlarının nasihatleri doğrultusunda değil, kendimize yeterlilik bağlamında bağımsız bir şekilde belirlememiz gerekiyor.
“Soğan fakir değil zengin yemeği oldu”
Soğan ve patates fiyatındaki tarihi artışın ardından biz de Salı Pazarı’nın yolunu tuttuk. Sofraların vazgeçilmezi, eskiden fakir sofralarının baş tacı soğan ve patateste yaşanan fiyat artışını pazar esnafına ve tüketiciye sorduk.
Bayram Doğan: “Önceden Bayrampaşa haline 12 liraya gidip geliyordum. Bu gün 150 liraya gidemiyorum. Köprü çıkardılar başımıza mecburen oradan geçiyoruz. Bir dünya para. Memleketimizin toprakları bereketli. Kuru soğanın 6 lira olması mümkün mü? Çiftçi desteklense sofralara daha ucuza gelecek. Şu an kuru soğan dar gelirlinin değil, zenginin yemeği oldu.”
Hanife Gökçe: “Fiyatlar uçmuş gitmiş. 100 lira vardı çantamda; domates, patates, soğan, kabak aldım ve para bitti. Daha meyve bile almadım. Ceplerimiz yanıyor. Altın mı alıyoruz yoksa soğan mı? İthal ediyoruz o yüzden fiyatlara yansıyor. Kendimiz yetiştirsek daha iyi olacak. Bir de aldığımızın nerede ve hangi koşullarda yetiştirildiğini bilmiyoruz. Bu durum sağlığımızı da tehdit ediyor.”
Seyhan Işık: “Her aldığımız pahalı. Halkı düşünen yok. 65 yaşındayım. Bugüne kadar böyle bir şey görmedim. Gelir düzeyi iyi olan alıyor. Ya fakir fukara ne olacak. Antibiyotikli tavukları önümüze sürüyorlar. İnsana saygı yok. Zengin iyice zengin fakir iyice fakir oldu. Bizim her şeyimiz vardı. Ama şimdi her şeyi artık ithal etme derdindeler.”
Mahir Börgüli: “Hiçbir şey kazanamıyoruz. Soğanı alıyoruz 5 buçuk liraya, satıyoruz 6 liraya. Yaptığımız şey hamallık. Şu an aracıya mal satıyoruz. Pazar yerimiz boş kalmasın diye satış yapıyoruz. Fiyatı soran gidiyor. Gelen yarım kilo alıyor. İnsanlar zaten 100 lira ile pazara geliyor. İki ya da üç kilo patates ve soğan alsa parası bitiyor.”