“Türkiye’de ‘boşluk korkusu’ var”

Uzun zamandır kullanılmayan bina ya da araziler gibi ‘kentsel boşluklar’ı inceleyen araştırmacı Başak Tanülkü, “Türkiye’de ‘Boşluk korkusu” denilebilecek bir fobi var. Hiç boş yer kalmasın, her yer binayla dolsun isteniyor. Oysa boşluk iyidir... İstanbul’un daha çok fiziksel boşluğa ihtiyacı var, yeşil alan olarak” diyor

30 Ocak 2019 - 15:27

İstanbul, başdöndürücü bir hızla değişiyor. ‘Kentsel dönüşüm’le bir yandan ‘her boşluğa’ yeni bir bina dikilirken, öte yandan şehirde ‘kalıcı boşluklar’ da oluşuyor. Mesela yıllardır boş duran ‘perili’ köşkler, artık kullanılmayan binalar, gökdelenlerin arasına sıkışmış küçük yeşil alanlar yahut ekonomik kriz nedeniyle satılamayan lüks rezidanslar...

Kentler alanında uzmanlaşan akademisyenler de bu ‘boşuklar’ın varlığını ve manasını araştırıyor. Onlardan biri de Başak Tanülkü. İstanbul’da yaşayan ve çalışan bağımsız araştırmacı olan Tanülkü, 8 Şubat Cuma günü Kadıköy’e gelerek bu konuda bir seminer verecek. Tasarım Atölyesi Kadıköy’de saat 19:00’da başlayacak ücretsiz söyleşide  Tanülkü, “İstanbul ve «Boşluk»ları” temasını ele alacak. Biz de bu etkinlik öncesi Tanülkü’yle konuştuk.  

  • Başak hanım, öncelikle sizi  tanıyalım, çalışma alanlarınızı öğrenelim.

Doktora tezimi  İngiltere Lancaster Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde kapalı siteler hakkında yaptım. Bu konuda çalışmayı sürdürüyorum. İlgi alanlarım; kent sosyolojisi, mekân ve kimlik, mekân ve kültür, sosyo-mekânsal ve sosyo-ahlaki ayrışma. Ayrıca, kentsel aktivizm, protesto ve alternatif mekânlar, kentsel boşluklar hakkında da çalışıyorum. Bazı makalelerim Geoforum, Housing Studies ve Journal of Cultural Geography gibi hakemli dergilerde ve kitaplarda yayınlandı.

  • ‘Kentsel boşluk’ kavramını özetler misiniz?

Herhangi bir sebeple mülkiyet durumundan bağımsız, uzun zamandır kullanılmayan bina ya da araziler.... Tabii ki ‘zaman’ muallak ve kentten kente ya da ülkeden ülkeye göre değişiyor. Mesela İstanbul için bir binanın boş sayılması için ne kadar süre boş olması gerekli? Avrupa ve Ortadoğu gibi farklı coğrafyalar için nedir? Ya da zaman mı yoksa kullanılma durumu mu daha mı önemli?

Batı ülkelerinde “high street” denilen, bizde de çarşı diye tanımlayabileceğimiz yerler de son yıllarda ekonomik kriz ve tüketim kalıplarının değişmesi sonucu boşaldı. Çok eskiden değil, birkaç sene öncesine kadar dolu (dükkânlar) olan kent merkezlerinde birçok kiralık ve satılık ilanı var. Genelde dükkânlar yerlerini yeme içme mekânlarına, barlara ya da farklı türde hizmet sunan yerlere bırakıyor. Bu süreçte “pop-up store” denilen bu gibi boşlukları geçici şekilde doldurmaya çalışan yerler açıldı: kıyafet, el sanatları gibi işler bu gibi yerlere açılıyor ve böylece uzun süre boş kalacak binalar hayat buluyor.

  • ‘Sembolik boşluk’ diye de bir kavram var, o nedir?

Boş olmayıp, üstelik hala az kişi tarafından bile olsa kullanıldığı halde, genel bağlamda değersiz ve boş sayılan yerler. AKM gibi, kiliseler, sinagoglar gibi... Bu gibi binalar ya da yerler sembolik olarak boş sayılıyor. Hâlbuki kullanıcıları var, fakat toplumda sayı olarak (ve belki de kuvvet) olarak da azınlıktalar.

DÖNÜŞÜM ‘BOŞLUĞU’: FİKİRTEPE

  • Bu bina/alanlar neden ve nasıl oluşuyor kentlerde?

Sebepleri çok farklı; mülkiyet, miras ya da ekonomik: arz fazlası, ekonomik kriz...

Tabii bir de kentsel dönüşüm adı altında kent merkezinden uzaklaştırılan insanların yaşadığı Fikirtepe, Sulukule, Tarlabaşı gibi bölgeler var. Maalesef hem insani açıdan hem de kentsel kültür açısından tahrip gören koskoca bölgeler.  Buralarda da spekülasyon, suç gibi şeyler artıyor. İnsanlar oraları terk ettikçe farklı kullanım alanları çıkıyor. Mesela film ve diziler çekiliyor. Yani oralar da bir şekilde doluyor fakat yukarıdaki ilk örneklerden çok farklı bir süreç. Ayrıca herhangi bir savaş ya da afet sebebiyle de terkedilmiş kentsel arazi ya da kırsal bölgeler de boşluk sayılabilir (deprem, savaş, yangın). Fakat benim ilgi alanım daha çok ilk örnekler.

  • Bir mekanın kentsel boşluk sayılması için uzun süredir boş mu olması lazım?

Hayır, ille de eski olması gerekmiyor. Mesela emlak balonuna yola açabilecek boşluklar da var: merkezi iş alanlarında yapılan (Ataşehir, Levent) gibi yüksek binalar da kentsel boşluk. Yeni, lüks, merkezi fakat satılmıyorlar. Tatlıcı Kuleleri gibi çürüyüp gidiyorlar.

 “BOŞLUK İYİDİR...”

  • Sizce İstanbul’da fazlaca kentsel boşluk var mı? 

Bence İstanbul’un daha çok fiziksel boşluğa ihtiyacı var (yeşil alan anlamında, yoksa yüksek kuleler değil). Ya da perili köşkler gibi yerler. Sembolik anlamda boş sayılan (mesela parklar, kültür merkezleri, azınlık ibadethaneleri) yerler ise korunmalı.

Günümüzde İstanbul’da ve diğer Türkiye kentlerinde “boşluk korkusu” (horror vacui) denilebilecek bir fobi var. Hiç boş yer kalmasın, her yer binayla (daha doğrusu kar getirecek herhangi bir binayla) dolsun isteniyor.  Biryanda da İstanbul’da o kadar boşluğa ihtiyaç var ki, park ve meydanlar için kıyılar doldurulup arazi yaratılıyor. Bence boşluk iyidir. Tıpkı boş zaman gibi gereklidir.

  • Bu bakış açısısı yerel bir düşünce mi? Başka ülkelerde durum ne?

Bu Türkiye’ye özgü değil. Fonksiyonel bakış açısı her yerde görülebilir. Bir bina eskiyse ya da beğenilmiyorsa, yıkılıp yerine daha modern ve gösterişli binalar sadece İstanbul ya da Türkiye’de yapılmıyor. Dünyada birçok yer, daha fazla müşteri, daha fazla kar ya da sadece eski kötüdür modern ve yeni iyidir (yeni teknolojiye bağımlılık) bakış açısıyla yıkılıyor.

İSTANBUL’UN 3 BOŞLUĞU...

  • Peki bu konu bir araştırmacı olarak sizin gündeminize nasıl girdi?

Bu konu zaten hafızalarımızda, birçok İstanbullu gibi. Farkında değiliz. Mesela yaşadığımız çoğu yer çok kısa sürede değişti, yıkıldı, anılarımız da o binalar ve yerlerle dağılıp gitti. Birkaç sene önce “Call For Papers” (makale aranıyor) duyurusu için bu konuyla ilgili bilgi toplayıp makale sundum. Sonra da makale bir kitapta basıldı.

Kentsel boşluklar konusu, kentsel dönüşüm sebebiyle boşalan yerlerle ilgimi çekti. Perili köşkler ise çocukluğumdan beri ilgimi çeker. Ayrıca kentsel dönüşüm hakkında ya da “hayalet binalar” hakkında son yıllarda İstanbul’da birçok sergi de açıldı.

  • Konuyla ilgili kaleme aldığınız makalenizde İstanbul’daki 3 mekanı irdeliyorsunuz. Bu mekanları ve neden onları seçtiğinizi açıklar mısınız?

İlki; Kuzguncuk Beylerbeyi arasında yer alan Cemil Molla Köşkü... Osmanlı aristokrasisinden geriye kalan, mimari olarak da değerli bu bina, ‘perili’. Bu nedenle ve belki de pahalı/bakımı zor olduğu için 40 yıl boyunca satılamayan köşk, en sonunda MESA Holding’e -olasılıkla piyasa değerinden çok düşük bir değere- satılıyor. Şuan holdingin merkez binası. Burası çocukluğumdan beri ilgimi çeken bir yer.

Diğeri Kadıköy’deki Don Kişot İşgal Evi... Burası Türkiye’nin ilk işgal evi. Bu bina  Yeldeğirmeni’nde, hiçbir sembolik (kültürel, mimari) değeri olmayan fakat ekonomik getirisi yüksek olabilecek bir yerde konumlanmış. Bina sahiplerinin aralarındaki mülkiyet sorunları sebebiyle yıllar yılı boş kalmış ve Gezi’den sonra aktivitelerini devam ettirmek isteyenler bu binayı işgal edip bir merkeze dönüştürmüş. Şu anda orijinal bina yıkıldı ve yerinde yeni ve lüks bir bina yükseliyor.

Üçüncüsü de Atatürk Kültür Merkezi... AKM, benim de yıllarca etkinlikler için zaman geçirdiğim, sembolik değeri çok yüksek (mimari, kültürel) ayrıca ekonomik olarak da çok değerli bir bölgede yer alan ikonik bina. Şu anda yıkıldı yerine yenisi yapılıyor.

“BIRAKALIM HAYALETLER YAŞASIN”

  • İşgal evinin bulunduğu bina yıkılıp yeniden yapıldı, köşk holding merkezi olarak kullanımda, AKM’nin yeri ise koca bir boşluk… Bunları seçerken, bu mevcut farklı durumlarını mı göz önüne aldınız?

Hayır, benim için türleri, değerleri, kullanıcıları ver mülkiyet durumları çok farklı olduğu için bu binaları seçtim. Perili köşkler ister holding merkezi isterse evsizler ve sokak hayvanlarının yaşadıkları yerler olsun, incelenmesi gereken yerler. Kent kültürü, bellek ve efsaneler buralarda yaşıyor. Kentsel tarihin yok olduğu bir dönemde, bu gibi yerlerin boş kalmaları ve olduğu gibi korunmaları gerektiğini düşünüyorum. Bırakalım hayaletler yaşasın.

AKM ise geçmişi ve şu andaki haliyle bir sembol. Bu binanın bize düşündürdükleri var; ne korunması gerekiyor, hangi binanın ne gibi önemi var.

Don Kişot ise İstanbul’un ve Türkiye’nin ilk işgal evi. Yeldeğirmeni’ndeki değişim ilk orayla başlamasa da, Don Kişot’un değişime yol açtığı görülüyor.

  • Bu mekânların bulunduğu ilçeler olan Kadıköy, Üsküdar ve Beyoğlu’nda ne tür gözlem ve mülakatlar yaptınız?

Bu mekânları kullanan ya da mahalle tarihini bilen kişilerle konuştum. AKM hakkında herhangi biriyle konuşmadım. Tüm binalar için ayrıca internet üzerinden ya da arşivlerden makale ve benzeri kaynaklardan yararlandım. Zaten AKM ve Cemil Molla kişisel belleğimde uzun yıllardır yer edinen yerlerdi.

  • Bu araştırmadan ne gibi sonuçlar elde ettiniz?

Makalemi kısaca özetleyeyim. İki tip boşluk var: fiziksel ve sembolik. Bunların iki tip değeri var: ekonomik ve sembolik. Bu değerler, iç içe geçebiliyor. Mesela bir evin yüksek sembolik değeri onun ekonomik değerini yükseltebiliyor. Bazen de ekonomik getirisi olan bir binanın sembolik (yani kültürel) hiçbir değeri bulunmuyor gibi...

Demin de konuştuğumuz gibi incelediğim 3 örnek birbirinden çok farklı. Tüm bu fiziksel ve sembolik boşlukların farklı ekonomik ve sembolik (kültürel) değerleri var. Bu değerlere göre işgal ediliyor ya da edilemiyorlar. Ya da bu değerlere göre değerlerinin altında satılıyor ya da satılamıyorlar. Bana göre her bir boşluğun bir anlamı ve kullanıcısı var. Hepimizin daha fazla boşluğa ihtiyacı var; nefes almak, dinlenmek, hayal kurmak gibi...


ARŞİV