Anadolu’nun bereketi türküler, yalnızca ezgilerden ibaret değildir; sevdanın, ayrılığın, gurbetin, direnişin ve toplumsal hafızanın en yalın, en sahici ifadesidir. Her bir türkü, yakıldığı dönemin ruhunu, insanlarının sevinçlerini, acılarını ve umutlarını taşır. Sözleri kuşaktan kuşağa aktarılırken hikâyeleri de zamanla dilden dile dolaşır. Ancak bu hikâyelerin bir kısmı unutulur, bir kısmı da halk arasında farklı biçimlerde anlatılır. Ama hem yakıldığı gün hem de bugün gönül telini titretmeye devam eder. Kendi ruh halimize göre dinlediğimiz, kah hüzünlenip kah neşelendiğimiz türkülerden 34 tanesinin öyküsü kitap oldu. Folklor araştırmacısı ve deneyimli radyo prodüktörü Yaşar Özürküt, yıllar süren çalışmalarıyla hem toplumsal hafızayı diri tutmak hem de türkülerin öykülerini hafızayı diri tutmak için sözleri ve ezgileriyle kalplerde derin izler bırakan 34 türkünün ardındaki gerçek hikâyeleri gün yüzüne çıkarmış. İletişim Yayınları etiketiyle çıkan Öyküleriyle Türküler, hem türkü meraklıları hem de tarih okurları için güzel bir seçenek.
Kitap kimi yakın tarihin tanıklıklarına, kimi yüzyıllar öncesinin efsanelerine dayanan öykülerle türkülerin yakıldığı anlara ve onları yaratan insanların yaşantılarına ışık tutuyor.
Kitapta yer alan hazin öykülerden biri Trakya yöresine ait “Arda Boyları” türküsü. Anlatıya göre bu türkü, sevdiğine kavuşamayan genç bir kadının yaşamına son vermesi üzerine yakılmış. Özürküt’ün aktardığı diğer dikkat çekici hikâyelerden “Benim Efkarım Var Zarım Var” ise 12 Eylül askeri darbesinin karanlık izlerini taşıyor. “Ormancı”nın kahramanı yaşanan olayı kendi ağzından anlatırken, “Çalın Davulları” Rumeli’yi saran kolera salgınını anlatıyor. “Çökertme” türküsünde Halil ile kaymakam arasındaki düşmanlığın sebebi gün yüzüne çıkıyor. “Çarşamba’yı Sel Aldı”nın ardındaki felaket, “Gesi Bağları”nın sırrı gibi halk arasında bilinen ama çoğu zaman detayları unutulan öyküler, araştırmacının titiz çalışmasıyla yeniden canlanıyor.
Özürküt, kitabın önsözünde türkülere olan bağını şu sözlerle dile getiriyor: “Türkülerin dili, onları yaratanların dilidir; arı, duru, anlaşılır… Yaşamımda türküler hep var oldu. 12 Eylül’ün zulmünden kaçtığım, İsveç’te geçen mültecilik yıllarımda darda kaldığım her an türkülere sığındım.”
Kitabın başka dikkat çekici bir yanı ise öyküsünü okuduğunuz türküyü dinleyebilecek olmanız. Okurlar, kitapta yer alan karekodlar sayesinde türküleri dinleyebiliyor.
KIRMIZI GÜL DEMET DEMET
Kitapta yer alan Kırmızı Gül Demet Demet türküsünün öyküsü de hayli hüzünlü:
“Ermenistan'ın başkenti olan Erivan, yani o zamanki adıyla Revan, Osmanlının önemli bir ticaret merkezi o zamanlar. Ama bir ara elden çıkmış, Safeviler işgal etmiş. Yıl 1635. IV. Murat 250 bin kişilik orduyla Revan Seferi'ni düzenlemiş. Sekiz ay, yirmi dokuz günlük kuşatma sonunda Revan yeniden Osmanlı topraklarına katılmış. Eskisi gibi kervanlar gider gelir olmuş. Mal götürüp, mal getirmişler. Memet de gidip gelen kervancılardan birisi... Anasının da tek “balası”, tek oğlu. Erzurum yöresinde üç-beş dönümlük tarlalarını ekip dikiyorlar... Yetiştirdikleri ürünü kervana katıp, Revan'da satıyor Memet. Memet kara yağız bir delikanlı; taşı sıksa suyunu çıkaracak kadar güçlü. Bir de alışkanlığı var: Her akşam tarla dönüşü, bahçelerden derlediği demet demet gülleri getiriyor anasına... Anayla oğul arasında bir simge gibi kırmızı gül demeti...
Gülleri evinin dışında kurutuyor ana, onlara baktıkça oğlunu görüyor... Hele Memet kervandaysa gözü, gönlü kırmızı gülün kurumuş, gazelleşmiş demetinde ananın. (…)
Hastalık kırıp geçiriyor ortalığı. (…) Memet'i de Revan'da vebayla yakalıyor. Sayıklaya sayıklaya gidiyor Memet.
Bir tek Memet değil vebaya teslim olan, kervanın çoğu kırılıyor. Sahipsiz mezar oluyorlar Revan'da. Kalanlar, sanki ölenlerin sorumlusu ölmeyenlermiş gibi, utanıyorlar; ağır ağır giriyor Erzurum'a kervan. Analar, bacılar, sevgililer, oğullar, eşler meraklı gözlerle karşılıyorlar kervanı. Aradığını bulan sarmaş dolaş. Aradığını bulamayanlar, ilk rastladığına soruyor, “Oğlum nerede? Birlikte çıktınız kervana. Nerede kaldı?”
Gel de yanıtla... “İlkin kusma başladı. Sonra da ateş. En son sayıklama başladı. Tüm sevdiklerini bir bir sıraladı. Titreye titreye sayıkladı. Yedi gün dayandı Memet. Sonra... Sonra bir çalının dibine gömdük onu...” Gel de söyle bunu. Söyleyebil! Hem de anasına... O ana deli olup dağlara düşmez mi? Avuçlarını göğe açıp ol tabipten medet dilemez mi? Kırmızı gülden merhemlik istemez mi? Karayağızın güzeli oğlunu, canından parçayı alıp götüren ölüme, ilenmez mi?
Anadır; alıyor, veriyor, veriyor, alıyor. Oluru yok. Diline kırmızı gülleri doluyor... Ver elini dağ yolları... Dilinde türküsü, gönlünde oğlunun hayali... Deli olup dağlara düşüyor kadın. Onu son görenler elinde bir demet kırmızı gül, dilinde bir türkü olduğunu söylerler...”
Yaşar Özürküt kimdir?
1939 yılında Adana-Ceyhan’ın Mercimek köyünde doğdu. İstanbul İktisadi Ticari İlimler Akademisi’ni bitirdi. Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü’nde (TODAİE) yüksek lisans programına katıldı. 1967-1968 yılları arasında TBMM’de, 1971-1980 yılları arasında Ankara Radyosu’nda prodüktör olarak çalıştı. Bu dönemde hazırladığı “Günaydın”, “Köyden Gelen Mektup”, “Yurdun Sesi” gibi programların yanı sıra derlediği türkü öykülerini radyodan yayımladı. TRT çalışanlarının ekonomik ve demokratik sorunları için mücadele eden TRT-DER’in genel sekreterliğini yapan Özürküt, 12 Eylül darbesi sonrasında yaşadığı çeşitli takip, soruşturma ve kovuşturmalar nedeniyle mülteci olarak İsveç’e gitmek zorunda kaldı. İsveç’te Şeytanla Köylü (Djåvulen och Bonden) ve Türkülerin Dili başlıklı kitapları basıldı. 1991’de Türkiye’ye döndükten sonraysa dört kitaplık bir dizi olan Öyküleriyle Türküler’i yayımladı. 2019-2020 yılları arasında TRT İstanbul Radyosu’nda “Öyküleriyle Türküler” isimli bir program da hazırlayan Özürküt, bu programla 2019’da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından (radyo dalında) Sedat Simavi Ödülü’ne layık görüldü.