İş ilanlarından tutun, mağazaların vitrinlerini süsleyen kıyafetlere, sosyal medya kanallarından tutun, caddelere, meydanlara kadar herkesin bir yaş ortalaması talebi var. Öte yandan herkes yaşlıları sevdiğini saygı duyduğunu söylüyor. Peki hangisi doğru? İş ilanlarında yer alan 35 yaş altı şartı mı yoksa reklamlarda izlediklerimiz mi? Pandemi sürecinin başında yaşlılara yönelik uygulanan sokağa çıkma yasaklarıyla birlikte yaş ayrımcılığı kavramı da gündemimize girdi.
Türkiye, yaşlı nüfus oranına göre 167 ülke arasında 66. sırada yer alıyor. Son beş yılın göstergeleri yaşlı nüfusun arttığı yönünde. Bu ivme gelecek yıllarda daha da artacak gibi görünüyor.
Geriatrik Psikoloji Uzmanı Gültan Turan ile yaşlılığa ve yaşlılara karşı ne hissettiğimizi, yaş ayrımcılığını konuştuk.
“HOŞGÖRÜDE EŞİTSİZ BİR İLİŞKİ VAR”
- Genel bir kabulümüz var. Yaşlılara çok saygı gösteriyor, onları çok seviyoruz, çok büyük fedakarlıklar yapıyor, hoşgörülü davranıyoruz. Gerçekten öyle mi?
Ben de şunu sorayım. Kendinizi seviyor musunuz ki yaşlıyı sevmeye kalkıyorsunuz. Yaşlıyı sevmek ne demek? Bu doğayı sevmek gibi bir şey ve çok ters bir önerme. Yaşlıyı sevmek diye bir şey olamaz. Yaşlı demek ben yani kendisi demek. Ayrıca yaşlı sevilecek bir şey değil. Burada müthiş bir yaş ayrımcılığı var. Senin kendine karşı sevgin ve saygın olursa bir başkasına sevgin ve saygın olabilir. Mesela hoşgörü diyeceksiniz. Ben kimim ki hoşgörüyorum. Hoşgörüde eşitsiz bir ilişki var demektir. Ben bir şeyi hoş görüyorsam ben demek ki güçlüyüm demektir. Kendimize bunu sormamız gerekiyor, hoşgörü ilişkisi içinde olmamamız kişisel hak hukuk çerçevesine saygı duymamız gerekiyor.
-Yaş ayrımcılığı Türkiye için yeni bir kavram, orayı biraz açalım mı?
Dünya için de yeni bir kavram. Dünyadaki her iki kişiden birinin ageist (yaş ayrımcısı) olduğunu Dünya Sağlık Örgütü raporuyla yeni öğrendim. Bu ırkçılık ve seksizimden sonra üçüncü büyük tehlike olarak gözüküyor. Gerçek bir ageisit tavrı karşısında da yaşlıların ömrünün en az 7-8 sene hastalıklar eklenerek azaldığı söyleniyor. Yani hastalıklarla birlikte yaş ayrımcılığı ile üstlerine ekstra bir yük biniyor.
“YAŞLILIĞI GETTO OLARAK GÖRÜYORUZ”
- Peki yaş ayrımcılığı ne demek?
Yaş ayrımcılığı kişileri yaşıyla nitelemek, tanımlamak, yaşından dolayı ayrımcılık yapmak demek. Bunu sadece yaşlılara değil, gençlere de yapıyoruz.
-“Yaşlı” demek doğru mu buna yaşı ileri de olanlar biraz alınıyor galiba?
Bu yaş ayrımcılığının yaşlanan insanın üzerinde tezahürü. Biz yaşlılığı neyle eşitledik? Yaşlılığı bir getto olarak görüyoruz.
-Ve bu bir işe “yaramazlık” demek mi oluyor?
Evet ve bu da neoliberal düzenin bize getirdiği bir şey. Ancak tükettiğin kadar, ortada salındığın kadar varsın gibi bir bakış açısı. Yaşlanan insanın işe yaramaz, atık bir malzeme gibi gettoya sıkıştırılması söz konusu. Yaşlıya “sen bir şey yapamazsın, sen sadece otur” diyor. Ve bizi genç, yaşlı, sosyal katmanlar diyerek de bölüyor. Kuşaklar arasındaki iletişim de bozuluyor.
-Bu yeni bir şey değil ki?
Ötüken Yayınlarından çıkan 300 seneye ait Osmanlıca- Türkçe sözlüğü var. Yaşlının anlamı; “doğruyu yanlışı birbirinden ayırt edebilen, kötü olaylara tahammül edebilen” olarak geçiyor. 300 sene önce yaşlı böyle tarif edilirken 2021 yılında TDK’ya baktığımızda yaşlı karşımıza “kocamış, ihtiyar” diye çıkıyorsa geçen süre zarfında büyük bir problem var demektir. Geldiğimiz noktayı buradan görebiliriz.
-Peki hepimiz bir gün yaşlanacağımızı biliyor olmamıza rağmen niye böyle davranıyoruz? Aslında neye tahammül edemiyoruz? Yaşlanmaktan mı korkuyoruz?
Evet bir korkma hali var. Yaş ayrımcılığı bir anlamda gelecekteki beni hedeflemek. Ben aynaya baktığımda yaşlanan bir Gültan’ı görüyorum. Ben de kendi içimde bir takım endişeler, korkular yaşıyorum ve kendi içsel ve dışsal tarihimle birlikte bakıyorum. Ama o benim aynam. Ne zaman bir tehlike başlıyor siz ya da daha genç biri, başkaları bana bir ayna tuttuğunda kendimi değil onların sunduğu imajı görüyorum. Aynaya onlar başka bir şey koyuyor ve ben diye bakmamı bekliyor. Gençlerde de bu durum var. Hepimiz buna maruz kalıyoruz. Yaşlıda bu iyice görünür olduğu için fark ediyoruz. Başkalarının sunduğu aynadan bakma meselesini, oraya konulan imajla karşılaşmayı hepimiz yaşıyoruz.
Yaşlılık demek eşitsizliklerin de çok görünür olduğu bir yaş demek. Burada ülkenin kaderi, nerede yaş aldığı, başına neler geldiği de çok önemli. Yaşlılıktan belki o yüzden de korkuyoruz.
“YAŞ AYRIMCILIĞINI BİLMİYORUZ”
-Yaş ayrımcılığı konusunda Dünya ile Türkiye’yi karşılaştıracak olursak, Türkiye biraz daha iyi mi? Yoksa halının altına mı saklıyoruz?
Daha iyi değiliz çünkü biz daha yaş ayrımcılığını bilmiyoruz. Ne yaptığımızı bilmiyoruz
-Ne yapıyoruz peki?
“Tatlı ihtiyar” değil mi? “Aksi ihtiyar” değil mi? Yok öyle bir şey. Yurtdışındaki hocamla konuşurken “kırılgan kesim” dedim. Dünya tatlısı hocam “sen ne diyorsun, kırılgan ne demek” dedi. “Siz onu yapıştırıyorsunuz, ona kırılgan demeniz sizin bu makalenizi okuyan bir yaşlığı ne hale getirecek biliyor musunuz? Kırılganlığını ispat et hadi. Senin neren kırık ona atfediyorsun. Bilim yapıyorsun ama tak diye bu klişeyi bu makaleye soktun” dedi.
-Yaş ayrımcılığı nerede, nasıl artıyor?
Kaynaklar kıtlaştıkça, ekonomi kötüye gittikçe yaş ayrımcılığı artıyor. Gençler yaşlıları kaynakları kullanan kesim olarak görmeye meyil ediyor. Çünkü o kaynakların sahibi biz olmalıyız diye düşünüyor, kaynaklara saldırıyorlar. Kaynaklar kıtlaşıyor, gelir düşüyor, gelecek kaygısı artıyor böylece yaş ayrımcılığı artıyor?
-Yani başka bir öteki yaratıyoruz?
Yaratıyoruz. Kendi içimizdeki zayıflığı, edilgenliği, tüm güçlü olmama korkusunu ki kusura bakmayın tüm güçlü değiliz öyle inandırılıyoruz. Ve tüm bunları yaşlılara atfediyoruz.
-Pandemi döneminde sanırım bu biraz daha arttı.
Arttı. Ümit Kıvanç’ın bir yazısıydı beni çok etkiledi. “Yaşlılardan bir öteki yaratmak bizim klasik bakış açımız” diyordu. Atıl olan, zayıf olan sanki hastalığı taşıyan onlarmış gibi onlardan öteki yarattık. Niye sokağa çıktılar diye kızıldı. Halbuki en dikkatli onlar. O zaman “ben 50 yaşındayım, o seksen yaşında. Yaşamak konusunda acaba hangimiz daha başarılıyız? O benden 30 yıl daha başarılı ve hayatta.”
-Yaşlılara yönelik şiddetin arttığına dair araştırmalar da var değil mi?
İstismar ve şiddet var ve bu gizli kalmış durumda. Özellikle pandemide evde sıkışıp kalındığı için kadına, çocuğa şiddetin artması gibi yaşlıya da şiddetin arttığı söyleniyor. Yaşlı istismarı çok konuşulmuyor.
-Erkeklerin yaşlandıkça daha öfkeli olduğu genellemesi ne kadar doğru?
Yaşlanan erkeklerin kendilerine yeni rol biçemediklerinden bahsediliyor. Erkek olmak egemen olmakla eşit görüldüğü için yaşlanan erkek emekli oluyor. Aile reisliğinden düşmüş gibi oluyor. Erkek egemen alanıyla kendini ifade ettiğinden zorlanıyor.
Bunun dışında yaşlı bireylerin cinselliği hiç konuşulmuyor. Sanki onlar haz alamaz, sevemez, âşık olmaz, seks yapamaz. Bunları bastırmak zorunda kalıyorlar.
80 yaşında bir insan aşık olabilir bu hayat enerjisi var demektir. Biz “olacak şey mi” dediğimiz de bastırmak zorunda kalıyorlar. Bunun değişmesi gerekiyor. Onların da duygusal, cinsel ihtiyaçları var.
Yaşlılığı çok steril bir alan olarak ele alıyoruz. Lezbiyen, gay yaşlılığı, etnisite konuşulmuyor. Yaşlılığı çok homojen görmeye çalışıyoruz. ‘Sevimli yaşlı’ olsun aman ‘aksi ya da sesi çıkan bir yaşlı’ olmasın istiyoruz. Dert istemiyoruz. Steril bir alan istiyoruz, çok göz önünde olmasın, kendini ifade etmesin, çok istekleri olmasın, verdiğimle yetinsin istiyoruz.
“YAŞLANAN KADIN GÖRÜNMÜYOR”
-Peki toplumsal cinsiyet rollerinde durum ne? Mesela kadınlar yaş ayrımcılığından daha çok mu etkileniyor?
Kadının üstünde genç kalmak üzerine korkunç bir baskı var. Yaşlanan kadının görünmediği, görünmeye dönüştüğü söyleniyor. Kadınlar var olabilmek için ekstra bir güç sarf ediyor.
-Yapılan araştırmalara göre dünya giderek yaşlanıyor. Buna hazır mıyız yani buna uygun ekonomik, sosyal politikalar üretiliyor mu yoksa patlayacak mıyız? Ne yapmamız lazım?
Evet patlayacağız. Fakat buna hazır olabiliriz. Şu anda yaptığımız şeyi yapmalıyız. Yani oturup konuşmalıyız. Yaşlıların yaşadıkları sorunları görünür kılmak lazım. Bu zamanda en doğru şey konuşabilmek. Korkmadan konuşmak. Yaşlılık korkulacak bir şey değil. Bu bir yaşam seyri ve doğal bir şey.
Türkiye de hızla yaşlanıyor ama diğer ülkelerden daha iyi durumda. Hazırlık için daha çok zamanımız var. Kanunlar, oluşumlar, kurumlar için çaba göstermemiz lazım. Çaba göstermek kendi yaşlılığımız için de uğraşıyoruz demek oluyor. Hepimiz zincirin bir halkasıyız onlar sadece birazcık önde.
-Yaşlıların yaşadığı en büyük sorunlardan biri yoksulluk. Pek çoğu emekli maaşıyla geçinmek zorunda kalıyor. Bu durum onları nasıl etkiliyor?
Dünyada yaşlı yoksulluğunda gelişmiş olan ülkelerde de durum çok kötü. Ömrünüzün son zamanlarında yarın ne yiyeceğim gibi bir endişe taşımak ister misiniz? Temel ihtiyacımda problem yaşıyorsam bu varoluş problemim olacak. Bunu bir insan nasıl kaldırabilir
-Buna bir de yıllarca çalışmış olmasını katarsak?
Evet komik bir emekli maaşıyla kalıyor. Bizim burada çözümler üretmemiz gerekiyor. Belki başka bir bakım evi, gündüz destek olabilecek bir şey düşünmemiz gerekiyor. Yaşlının yerinde yaşlanması da çok önemli. Yaşlının nerede yaşıyorsa orada yaşama özgürlüğünün de olması lazım.
“ROLLER DEĞİŞMEMELİ”
-Son olarak aile ilişkilerine gelecek olursak; yaşlılıkla birlikte roller değişiyor. Bu iki taraf açısından oldukça zor bir şey. Onun içinden nasıl çıkacağız?
Rol değişikliği derken çok güzel bir şeyi hatırlattınız. Anneler babalar birden çocuk rolüne düşüyor. Danışanlarımı çocukları getiriyor. Çocuk ve ergen terapisinde de anne baba çocuğu getirir. Elbette insan sevdikleriyle birlikte olmak ister ama belirli sınırlar içinde olmalı. Yani ben hala onu annem babam olarak görmek durumunda olmalıyım. O benim çocuğum değil. Roller değişmemeli. Değiştirmeye çalıştığımızda anne babamızın elinden sahip olduğu en önemli şeyi kopartmış oluyoruz ve bizde dengesiz oluyoruz. Ben kendi çocuğumun annesi babasıyım onlar da benim annem babam, bu hayat boyu böyle kalmalı. Anneniz- babanız demans olabilir ama o hâlâ anneniz- babanız. Bakıma muhtaç olması sizin çocuğunuz olmasını gerektirmiyor.