Zeki Sözer'le "mesleğin içinden..."

Kadıköylü duayen gazeteci Zeki Sözer ile gazeteciliğe başlama hikayesini, TRT yıllarını ve BBC deneyimlerini konuştuk

02 Ekim 2018 - 14:12

Meslek hayatında 60 yılı geride bırakan gazeteci Zeki Sözer, TRT’nin ilk televizyon yayınında yönetmen olarak görev yapan ve BBC’de televizyon haberciliği eğitimi alan ilk Türk gazeteci. 60 yıllık hayatına onlarca deneyimi sığdıran Sözer, uzun yıllar iletişim fakültesi öğrencilerine de ders verdi. Sözer’in Moda’daki evine konuk olduk ve usta gazeteciden Türkiye’nin basın tarihinden TRT’nin ilk yıllarına, Babıali’den tekelleşen medyaya kadar birçok konuyu konuştuk.

ANKARA’DAN AVRUPA’YA...

-Zeki Sözer kimdir, meslek hayatınızdan bahseder misiniz?

1958 yılının 15 Eylül’ünde gazeteciliğe başladım. Demek ki tam 60 yıl olmuş. Bu 60 yıl hep gazetecilikle geçti diyelim. Son Posta diye bir gazete vardı. Selim Ragıp Emeç’in, Çetin Emeç’in babasının gazetesi. Onun Ankara bürosunda çalışmaya başladım. 4-5 aylık staj döneminin akabinde, kadrolu olarak çalışmaya devam ettim. 1965 yılına kadar da Yeni Asır, Son Posta, Havadis gibi gazetelerde ve 1960 İhtilali’nden sonra da Dünya gazetesinde çalıştım. Bedii Faik ve Falih Rıfkı Atay’ın Dünya gazetesiydi. Onun Ankara bürosunda muhabir olarak başladım, sonra o büronun şefi oldum.

-TRT’ye nasıl girdiniz?

1965’te İngiltere’ye gittim, BBC’ye. 6 ay orada kaldım, bunun 3-4 ayı kurs, sonrası da BBC’nin Alexandra Palace’taki haber merkezinde pratikle geçti. Dönüğümde henüz ortada televizyon yoktu. Televizyon kurulması isteniyor fakat Devlet Planlama Teşkilatı, ‘Daha köylerde okul yok, yol yok, haberleşme kanalları yok, televizyon lükstür’ diyerek hep erteliyordu. Sonra Süleyman Demirel döneminde karar verildi ve televizyon başladı. Eğitim görmüş biri olarak benim görev almamı istediler. 1968 yılından itibaren televizyon haberciliğine başladık. Ben oradaki genç kadroya kendi bildiklerimi aktardım. Onlarla beraber televizyonda haber kadrosu kurduk. İngiltere’deki deneyimlerimi TRT’ye aktarmış oldum. 1976 yılına kadar orada devam ettim.

Örsan Öymen ile 1970 yılında "Olayların İçinden" programını sunarken...

-TRT’den sonra Milliyet’e geçtiniz değil mi?

Evet, 1975 yılına kadar televizyon haberleri müdürüydüm, sonra televizyon dairesi başkanı oldum. Televizyon dairesi başkanlığım kısa sürdü, istifa ettim. İstifa ettiğim gün Abdi İpekçi’den teklif aldım ve aynı gün apar topar İstanbul’a geldim. 76 yılı başında Milliyet gazetesinde haber müdürü olarak çalışmaya başladım. Milliyet gazetesinde haber müdürü, yazı işleri müdürü, sonra da 8 yıl boyunca Frankfurt’taki tesislerinde genel müdür olarak çalıştım. Döndüğümde de emekli olana kadar yeniden Milliyet gazetesinde yazı işleri müdürü olarak çalıştım.

-Emekli olduktan sonra uzun süre iletişim fakültelerinde dersler de verdiniz.

1965 yılında BBC’den döndüğümde Türkiye’deki basın-yayın okulları, gazetecilik okulları fakülte olmaya başlamıştı. Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın Yayın Yüksekokulu’ndan bana davet geldi. ‘Yurt dışında televizyon haberciliği üzerine eğitim görmüş birisin, burada öğretim görevlisi olarak dersler verir misin’ dediler. 1965 yılından itibaren böyle bir şey de gelişti ve çok yakın tarihlere kadar Ankara’da ve İstanbul’a geldiğimde Yeditepe’de, Marmara Üniversitesi’nde dersler verdim, Boğaziçi Üniversitesi’nde seminerler düzenledim. Genç gazeteciler sertifika programını yönettim. Böyle bir yanım da oldu ve bundan çok mutlu oldum.

Zeki Sözer, İsmet İnönü ile röportaj yaparken...

“MUHABİR OLMAK İSTERDİM”

-Şöyle bir geçmişe baktığınız zaman kendinizi şanslı saydığınız anlar oluyor mu?

Çok mutlu bir meslek hayatı yaşadım. Bazen derler ya ‘dünyaya yeniden gelsen ne yapmak istersin?’ Ben yine gazetecilik yapmak, medyada çalışmak isterdim. Ama gazetede muhabir olmak isterdim. Benim en büyük sıkıntım şu oldu: bana genelde şeflik, müdürlük, daire başkanlığı gibi idari işler verdiler. Ben bundan hiç mutlu olmadım.

-Türkiye’de muhabirlik çok önemsenmedi ama Amerika ve Avrupa basınına baktığımızda deneyimli gazetecilerin hala sahada muhabirlik yaptığını görüyoruz, ne dersiniz?

Haber bültenlerinde görüyoruz, Trump’ın basın toplantısını izleyen 70-80 yaşında insanlar var. Genç yaşta Beyaz Saray’da muhabir oluyor ve hiç değişmiyor, cumhurbaşkanları değişiyor ama o orada kalıyor. Bu çok büyük bir tecrübe. Temasları oluyor ve verimli bir muhabir oluyor. Bizde bu yok maalesef. Bizde polis-adliyede de böyle yaşlı muhabirler vardı bir ara. 80’den sonra, medyada önemli değişikliklerin olduğu yıllarda bu da değişti.

Zeki Sözer Çetin Altan'la çalışırken...

-Neden değişti peki?

Teknolojik ve ticari gelişmeler... Gazetelerin hem başyazarları hem de sahipleri bu değişime sebep oldu. Gazetelerin eski sahipleri ticareti bilmezlerdi, böyle olunca işi yürütemediler ve onların yerine iş adamları geldi. Gelen iş adamları ticareti, alışverişi, nereden para kazanılacağını biliyorlardı. Tabii bu çalışanlar bakımından çok zararlı oldu çünkü onlar işletme olarak baktılar gazeteye, taşeronluk başladı. Eskiden kadrolu olarak çalışılırdı, 212 üzerinden. Ben teminat altında çalışıyordum, güvenim vardı. Ama taşeronluk sistemi olunca patron beğenmediğine ‘Sen yarın gelme’ diyebiliyordu.

-Medya sektöründeki değişim sizi üzdü mü?

Tabii çok üzdü. Gerçekten de herkesin birbirine yakın olduğu, akşam Gazeteciler Cemiyeti’nde buluşarak dertleştiği, tartıştığı mekanlar vardı. İşten çıktıktan sonra da mesleğimizi konuşurduk, çeşitli görüşlerde çeşitli gazetelerde çalışan arkadaşlarımızla bir aradaydık. Bunun elbette verime yararı vardı, sonra bu koptu.

“TELEVİZYON HABER VERECEK, EĞİTECEK...”

-Sizin emekli olduğunuz dönem aynı zamanda özel televizyonların da revaçta olduğu bir dönemdi. O süreci nasıl izlediniz?

Yeni televizyon kanallarının devreye girmesiyle orada çalışacak elemanların çoğu TRT’den gitti. Başlangıçta böyle işler yürüdü. Ama ticaretin, ekonominin ve politikanın giderek yoğunlaşması, televizyonun asıl ödevini göz ardı etmesine neden oldu. Televizyon haber verecek, eğitecek ve eğlendirecek. O televizyonlardan bir kısmı haberleri o günün politik koşullarına göre yapmaya ve patronlar da çalışanları yönlendirmeye başladılar. Özel televizyonların devreye girmesiyle beraber politikacıların ve o televizyon sahiplerinin kişisel menfaatlerine göre bir yayıncılık yapıldı.

“Medyanın objektif olmaması” hep tartışılan bir konuydu galiba.

Objektif habercilikten şu anda bahsedemeyiz, özellikle de içinde bulunduğumuz 2018 yılında. Siyasi iktidarın istediklerini, onlara hoş gelecek yayını yapmadığınız zaman yaşama şansınız yok. Çok önemli bir ilke var mesleğimizde: Bizim ödevimiz kamuoyunun serbestçe oluşumuna yardım etmek. Biz çeşitli kaynaklardan çeşitli fikirleri alırız, televizyonda, radyoda, gazetede yayınlarız. Halk da bunları dinler ve kamuoyu ona göre oluşur, ona göre siyasi eylemini yapar, oyunu onlardan aldığı bilgilerin ışığında değerlendirir. Ama siz sadece belirli bir kanaldan belirli bir görüşü bütün medya kanalları aracılığıyla verirseniz kamuoyu serbestçe oluşmaz. Bu durumda gerçek demokrasiden bahsedilemez. Biz onu yaşıyoruz şu anda.

Aktif gazetecilik hayatınızda tablo nasıldı?

Ben Demokrat Parti döneminde gazeteciliğe başladım. O dönemde de benzer bir durum vardı. Parti yanlısı radyo vardı, gazetelere baskı vardı, kağıt, reklam verilmezdi. O zamanki uygulamaların bunların yanında çok hafif kaldığını düşünüyorum. 27 Mayıs Darbesi döneminde de bu kadar değildi. Daha sonra Bülent Ecevit’in çalışanlar lehine çıkardığı birtakım yasalar oldu, sendikalar da o dönemde güçlendiler. Bizim de sendikamız vardı Ankara’da, Türkiye Gazeteciler Sendikaları diye bir federasyonumuz vardı ve etkiliydi. Toplu sözleşmeler yapıyorduk, her sene maaşımız belirli oranda artıyordu.

1963'te Sözer, eşi Keriman Sözer ile Bülent Ecevit ve Rahşan Ecevit'le beraber...

TRT’Lİ YILLAR

-Peki TRT?

Anayasada yazılmış, 134. madde TRT özerktir diyor. Anayasa bunu emrediyorsa parlamento, iktidar bunu neden yerine getirmiyor? TRT günümüzde hükümetten bağımsız değil. Bunu yayınlarından anlayabiliriz. Bakıyorsunuz oradaki muhabirler, siyasi haber programı yapanlar, TRT adına orada bulunan moderatörler kendilerini mevcut iktidarı savunmak durumunda hissediyor. Benim meslek hayatımda da benzer durumlar oldu. Ben 12 Mart 1971’de TRT’deydim, genel müdürümüz korgeneraldi. Biz orada askerlik yaptık. Bunu ayırmak lazım. Korgeneralin bir kırmızı telefonla alıp içeri götürebileceği insanlar olarak bir kurumda çalışmak insana ‘Ben özerkim, istediğimi yazarım, istediğimi koyarım’ dedirtemez insana. İki yol var; ya bırakıp gidersiniz ya da aksi bir şey yapınca o sizi kovar. Bir taraftan ben bugün meslektaşlarım arasında yaşanan durumlar için de üzüntü duyuyorum. Bu mesleğe severek başlamışlar, kendilerine göre bir yaşam kurmuşlar, aileleri, çocukları var. Ama günün birinde sırf o günkü iktidara karşı bir yazı yazdığınız için sizi alıp kapının önüne koyuyorlar. Eskiden A gazetesinden çıkar B gazetesine giderdik, bugün B gazetesi yok. Öyle anlaşılıyor ki daha uzun bir süre Türkiye’de özerk, bağımsız medya mensubu olmak olanaksız. Elektrik makbuzlarına baktığınızda TRT’ye ödenen parayı görebilirsiniz. Ama insanların fikirleri aslında oraya yansımıyor.

-Özellikle seçim dönemlerinde bu tartışma daha çok yaşanıyor.

TRT kurulduğu zaman biz bu sorunla karşılaştık. Kurucular olarak bunu başka ülkeler nasıl yapmış diye örnek olarak Fransa’ya, İngiltere’ye ve Almanya’ya baktık. Biz de kendimize göre bir ülkeyi örnek aldık. Onlar siyasi haberlerde ‘parlamentoda temsil edilen partinin sandalye sayısına göre’ diye bir ölçü kurmuşlar. Çoğunlukta olan partinin haberleri örneğin 3 dakika, ana muhalefet partisi 2 dakika, diğer muhalefet partisi 1 dakika gibi. Biz de buna benzer bir şey yaptık fakat siyasi partiler buna hemen uyum sağladılar. İsmet İnönü’nün bir dakikada söylediği, bir başkasının 20 dakikada söylediğinden daha etkili olabiliyordu. İşin içinden çıkamadık, kelime olarak sayalım dedik. Siyasi görüşlerin arasında denge sağlayalım diye çok uğraştık. 1965’ten 1971- 12 Mart Muhtırası’na kadar. Ondan sonra her şey değişti.

Sizin görev yaptığınız sırada TRT’de nasıl bir yayıncılık yapılıyordu?

O yıllar bizim özerkliği tattığımız yıllardı ve özerkliğe çok inanmış, güvenmiş ve bunu benimsemiş olan Adnan Öztrak gibi bir hukukçunun, genel müdürün sayesinde biz o yıllarda müthiş bir yayın yaptık. Size radyodaki kadroyu söyleyeyim: Turgut Özakman, Adalet Ağaoğlu, Sevgi Soysal,Semih Tuğrul, Emil Galip Sandalcı... Pek çok önemli isim vardı. Onlar böyle bir özerklik içinde yayın yapılmasa çalışamazdı. TRT’nin 65 ile 71 arasında çalışan ilk kadrosu müthişti ve yayın da ilkel koşullara rağmen çok iyiydi. Kamuoyunun serbestçe oluşması o zaman daha farklıydı. Eğitimde, eğitmede, eğlencede kalite aranırdı. Türk Sanat Müziği’ne, Türk Halk Müziği’ne belirli zaman ayrılırdı ama onun yanında senfonik müzik de vardı, caz müziği de. Bunlar hep çok önemli sanat insanlarının kuruluşta, yönetim kurulunda olmasıyla oldu.

Zeki Sözer eşi Keriman Sözer ile... Keriman Hanım, uzun yıllar TRT'de seslendirme yönetmeni olarak çalışmış.

YEREL MEDYANIN ÖNEMİ

 -Şu aralar haberleri nereden takip ediyorsunuz?

Enformasyon olarak bana yararlı olabilecek altyazılarla yetiniyorum. Onu da bir kanalda izliyorum, o bana yetiyor. O kadar çok tekrar var ki... Ben 60 yıldır aynı lafları dinlemekten sıkıldım. Yeni, beni heyecanlandıracak bir söz söylenmiyor. Ama şu anda kendimi onları dinlemeye mecbur hissetmiyorum, onun yerine Netflix izliyorum.(gülüyor)

-Yerel medyanın önemi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Almanya’da 8 yıl gazetecilik yaptım. Amerikan basınını da biliyorum, mesleki olarak devletin daveti üzerine birkaç kez orta ve küçük çaptaki televizyon kuruluşlarına gittim. Yerel medya orada çok çok iyi, daha etkili, onlar okunuyor. Almanya’da da Frankfurt’ta bir yerel gazeteyi okuyorduk ama onun dışında bulunduğumuz yerdeki kasabanın da kendi gazetesi vardı. Bazı yerel gazeteler büyük gazetelerden daha popüler olabiliyor. Ben gazetenizin genel yayın yönetmenine geçen hafta bir mektup yazdım. Gazete Kadıköy şu anda çok iyi. Yazı yazanlar önemli insanlar ve ben beğeniyorum.

40 YIL KADIKÖY’DE GEÇTİ

-40 yıldır Kadıköy’de yaşıyorsunuz ama sizin Kadıköy’le ilişkiniz ikiye ayrılıyor.

Evet, Kadıköy maceram ikiye ayrılıyor; emekli olmadan önce ve emekli olduktan sonra. Çalışırken ben Kadıköy’ü çok fazla yaşamadım. Sabahın köründe gidiyordum, akşam geliyordum. Vapurla Cağaloğlu’na gidiyordum. Kadıköy’le tanışıklığım çarşıdan eve gelene kadardı.

-Kadıköy’den Babıali’ye giderken nasıl zaman geçirirdiniz?

Dönüşler daha iyiydi. O zaman bahçe grubu gemiler gelirdi, Paşabahçe, Fenerbahçe gibi. Onların en üstünde küçük bir bar vardı. Orada papyonlu kravatlı beyaz takım elbiseli garsonlar, barmenler vardı. 20 dakika sürüyordu yolculuk, o 20 dakikaya iki tane içkiyi nasıl sığdıracağımızı düşünürdük. Böyle bir dönem oldu, ben onu yaşadım. Gazeteci bir grup da vardı. O zaman meyhane baskısı da vardı gazetelerde. Saat 4’te baskıya giriyordu, 5’te bakıyorduk eksiklere, nelerin düzeleceğine. Neler eklenebilir diye bakıp onları gece ekibine teslim edip vapura biniyordum. Kadıköy’de hep arkadaşlıklarım vardı, eskiden daha çoktu tabii. Necati Güngör var, Melih Aşık var, Yalçın Pekşen var. Arada buluşuyoruz. Tabii değişen Kadıköy içinde yaşlı nüfusun çok mutlu olması beklenemez. Kuşak farkı ve anlayış farkı var. Onlar sakin bir Moda’da yaşamak istiyor ama dünya değişiyor.

-Sizin için neler değişti Kadıköy’de?

Tabii son yılların önemli sorunlarından bir tanesi Moda Caddesi’nde açılan kafe ve restoranların, şehircilik anlayışına hiç uymayan bir biçimde artması. Eski halinin aynısı olarak kalmasına imkan yok fakat şehircilik anlayışı bakımından bu frenlenebilir gibi geliyor bana. Niçin Kadıköy meyhane sokağı ve kafeleriyle ön plana çıkıyor? Bunu istemezdim ben. Yine havalı seçilsin, havalı olsun ama onun yerine ören yerleri, kiliseler, temiz denizi, parkları, okulları, sanat faaliyetleriyle ön plana çıkmalıydı. Bu şekilde bir örnek ilçe olmasını tercih ederdim.

-Sizin öneriniz nedir?

Burada Moda Gönüllüleri var, kuruluş itibariyle her belediyede yok bu. Ama Kadıköy Belediyesi bunu güzel yapmış, çok güzel bir fikir. Ben her sene burada konferans veriyorum. Şu anda maalesef bu gönüllülük müessesesi aslı fonksiyonundan uzaklaştı gibi. Daha çok belediyenin ulaşamadığı veya imkanı olmadığı birtakım sirtaki, resim, Türk Sanat Müziği dersi gibi dersler için bir mekan haline geldi. Bunlar olsun ama asıl fonksiyonlarından biri olan mahallenin sorunlarının belediye ile birlikte çözülme kontağı kesildi. Moda Caddesi’nde gördüğünüz bütün ağaçları biz diktik. O fonksiyonun geri gelmesi, o bağın tekrar kurulması gerekli.


ARŞİV