Eskinin bankacısı, şimdilerin yazarı Onur Gökşen, 18-28 yaş aralığında yani 90’larda Kızıltoprak’ta yaşıyor, okula gidiyor, çekme kasetler dinliyor, maçları takip ediyor, kısıtlı imkanlara rağmen kızlarla flörtleşmeye çalışıyordu pek çok yaşıtı gibi. Halen Feneryolu’nda yaşamını sürdüren Gökşen ile ‘’önce metalci, sonra solcu olduğu’’ 90’ları konuştuk.
Ailem eski Kızıltopraklı, ben de Kızıltoprak’da doğmuşum. Benzincinin sokağı desem herkes anımsar herhalde, hatta biraz daha geçmişe gideyim, eski Kent sinemasının bir yan sokağı.
Hayır, biz tam orta sınıf seksenler ailesiydik, okul biter, ertesi gün yazlığa gider, okul açılmadan bir gün öncesine kadar orada kalırdık, sadece babam haftasonları gider gelirdi, biz nerdeyse üç ay Şarköy’de kalırdık.
Gariptir benim aklımda özellikle doksanların ilk yarısındaki Akmar kalmış, çünkü o zamanlar metalciydim, ikinci yarısında ise bu sefer solcu olduğumdan dolayı sahildeki Hasır geliyor aklıma.
Bugüne nazaran daha politik olduğumuzu sanıyorum, internet daha yeni gelmişti 98 yılından bahsediyorum, daha çok kitap okuyorduk, karşı cinsle ilişkilerimiz biraz zayıftı ama belki de bu bana özeldir bilemiyorum ama daha sosyal olduğumuzu sanıyorum gençlik olarak.
Ben buna katılmıyorum. Türkiye’de insan hakları ihlallerinin yaşanmadığı bir dönem olmadı, bu yüzden bunu doksanlar ikibinler diye ayırmak anlamsız geliyor bana. Bu her dönemin sorunu.
80 apolitikliği ile eylemden ziyade teori bazında muhalefet yapayı tercih ederdik diye kalmış aklımda, kolay değil 25 sene öncesinden bahsediyoruz.
Dediğim gibi, Akmar, Hasır ve daha bir kaç yer vardı ama aklımdan çıkmış. Benim en çok gittiğim iki mekan orasıydı. Akmar’da bir yılım geçti. Ben pek rastlamadım ama benden sonra eroin ticareti falan dönmüş oralarda. Satanizm modası çıkmıştı mesela. Çok garip işler şimdi hatırlayınca /gülümsüyor) Saçma sapan tiplerle neler yapmışız dükkan köşelerinde, ben Slayer dinlediğimizi hatırlıyorum mesela.
Hatırlayamadım bunu da. Satanistlerle ilgili bir şey miydi, benim orasıyla ilgim 92 ya da 93’te bitmişti çünkü.
Metal, metal ve metal… Manowar, Slayer, Iron Maiden, Twisted Sister, Poison, ZZ Top ve daha niceleri. Hala da dinlerim, o yıllardan hard Rock’tan asla kopamadım sanırım.
Ben kasetlerimi Kızıltoprak’ta bir pasajın altında doldururdum. Ama Kadıköy’de Zihni vardı, Akmar’ın altında, orda envai çeşit kaset olurdu, Blues Festivallerinden tutun, fusion jazz’a kadar, aklınıza ne gelirse binlerce kaset… Zihni Abi’yi geçen gün yolda gördüm, beni tanıdı, inanamadım, üzerinden nerdeyse 20 yıl geçmiş ve adam bana ismimle hitap etti!
İnternet çıkana kadar bu defterler her zaman gündemdeydi, ilkokulda başlardı o işler, lise bitene kadar devam ederdi. Tabi ki çok yazdım, özellikle sınıfın en güzel kızının anket defterini doldurmak büyük bir ayrıcalıktı, ben bu ayrıcalığa bir kere rastlayabildim sadece ama hala unutabilmiş değilim.
Fenerbahçe diyince o yıllarda tüm Fenerlilerin aklına gelen tek bir sezon var 88-89 sezonu. O sezon Todor Veselinoviç döneminde 103 yol atarak şampiyon olmuştuk ve Rıdvan en iyi sezonunu yaşamıştı. Rıdvan demişken, onu canlı izlemek gerçek bir ayrıcalıktı. Ben o sene iç sahada hiç maç kaçırmamıştım.
Hangi modaya bakarsanız bakın, yirmi sene sonra insana rüküş geliyor zaten. Aklımda kalan, erkeklerde şalvar pantolon modaydı sanırım. Bir de kızlar saçlarını üstten mi topluyorlardı, yoksa o yıllardaki yabancı kliplerde mi görmüştüm bunu bilemedim şimdi.
Benimki berbattı! Üniversiteyi kazanmayı beklerdi çoğu genç, orada bu işler daha kolaymış diye konuşurduk hep aramızda. Ama ben üniversiteyi kazanamadım, Açıköğretim’le yetinmek zorunda kaldım. Dolayısıyla berbat başladı, berbat devam etti kızlarla olan ilişkilerim.
Şimdiki gibi bir yabancı dizi furyası yoktu gençler arasında. Süper Baba’yı hatırlıyorum doksanların ortasında. Güzel bir diziydi, Fiko’nun karakterini, ailesini çok sevmiştik. Bizimkileri ise 80li yılların sonundan bu yana bitene kadar tüm Türkiye izledi.
Kadıköy’e her zaman dışardan gençler geldi, geliyor ve gelecek. Ancak doku uyuşmazlığından sanıyorum pek sevmez dışardan gelen gençler Kadıköy’ü, öyle bir gezer ve giderler.
Kadıköy varken İstanbul’da başka yere gitmeye ben hiç gerek duymadım. Birkaç kez Taksim’e çıkmışımdır. Ama çok net hatırlıyorum, çok sıkılmıştım ve hemen Kadıköy’e yani yuvama dönmek istemiştim.
Gençlik her zaman aynı, her zaman kanları kaynıyor, cıvıl cıvıllar. Biz de o yıllarda öyleydik, şimdiki gençler de öyle. Ama bizim elimizde akıllı telefonlar yoktu, tabletler yoktu, internetten tanışmak daha kolay diye düşünüyorum, yüz yüze biraz daha cesaret isterdi o yıllarda, bizim işimiz sanki biraz daha zordu.
O zaman gençler ikiye ayrılırdı, acidçiler ve metalciler. Ben dediğim gibi metalciydim.
Biraz önce dediğim gibi; sıkıntılı. Yokluk günleri geçirdik, büyük kıtlık da diyebiliriz o yıllara (gülüyor) Dar arkadaş çevrenizden başka kimseniz yoktu. Bazen üniversiteli arkadaşlarımız evlerinde parti yapardı, araya birileri gelirse belki bir umut işte diye oralara gider, avcumuzu yalaya yalaya geri dönerdik.