Optik sektöründe muhasebeci olarak görev yapan 39 yaşındaki Canan Özlem Aydın, Doğma büyüme Yeldeğirmen'liyim. Şuan Üsküdar’da yaşıyorum ama bir ayağı hala, 30 yıl boyunca ikamet ettiği Taşlı Bayır Sokak’ta yaşadım. Zira Kadıköy ona anılarını, ilk aşklarını, çekme kasetleri, aileye söylenen masum yalanları, Tom Cruise’u, oksijenle rengini açtığı saçlarını yani 90’ları anımsatıyor..
Şimdi Yeldeğirmeni’nde çok kafe açıldı oysa 90’larda bizim mahallede oturacak yerimiz yoktu! Genelde apartman önlerinde, köşe başlarında toplanırdık. Simit-gazoz alırdık. Levent Pide Salonu’na, Münih pastanesine giderdik, bir de bilardo salonuna takılırdık.
Bizim için Kadıköy'ün içine inmek büyük bir olaydı! Bunun için de türlü yalanlar, bahaneler uydururduk. En meşhuru fotokopi çektirmekti! Zira o zamanlarda Kadıköy’de sadece Gençlik Kitapevi’nde fotokopi makinesi vardı. Bir kere fotokopi çektirir, aynı sayfa ile defalarca yalandan fotokopi çektirmeye gidiyoruz’ diye yalan söylerdik ailelerimize. Tabii bizim Kadıköy'e inmemiz, fotokopi çektirmemiz, sıra vardı falan derken 2 saat. Gezmek için 2 saat kazanırdık. (gülüyor)
Benim bir çok arkadaşım Moda'da Kadıköy Kız Lisesi'nde okuyordu. Ben de Göztepe’de Kadıköy Ticaret Lisesi'ndeydim. Derslerim daha erken saatte bitiyordu. Ben onların okul çıkışına gelirdim, Moda'dan dolaşa dolaşa çarşıya doğru inerdik. Çarşıda Okay Kafe’ye, postanenin arkasındaki Baron kafeye giderdik. Zaten gidilebilecek mekanlar sınırlıydı. Cuma akşamları şunu yapmak meşhurdu; Kuleli Askeri Lisesi, Heybeliada Deniz Lisesi öğrencileri çarşı iznine çıkardı. Biz de onların vapurdan ineceği saatte iskeleye toplanırdık, o üniformalı gençleri görebilmek için. Sonra Cumartesi günleri de kafelerde, karşılıklı masalarda o öğrencilerle bakışılırdı. 3 ay sürekli bir kafede bakışıp da hiç konuşmadığımızı bilirim! Zaten konuşsak da utancımızdan karşımızdaki insanın yüzüne bakamazdık. Şöyle de bir avantajımız olurdu; onlar üniformalı dolaştıkları için, kafelerde onların yanında oturuyorsak eğer polis bize de kimlik sormazdı yani onlar asker oldukları için.
Evet ama bir grup kız çok ses yapıyor diye aileler çok ses yapıyor diye istemezdi bazen. Biz de Aziz Berker Kütüphanesi’ne girdik. Sözde ders çalışmaya (gülüyor). İçeride sohbet edip, kıkırdaşırdık ta ki sesimiz yükselip kahkahalar atıp, görevliler bizi kovana kadar! Çay partileri olurdu. Okullar gündüzleri bir düğün salonunu kiralar, öğlen 1-5 arası çay partisi düzenlerdi. Oralara giderdik. Erkek arkadaşı olan da getirirdi, dans edilirdi.
Bazen evet. Caddesi'nin en meşhur yeri Botanik Kulüp’tü. Alkol satılırdı ama insanlar orada pek de içmezdi. Biz mesela o zaman kola içiyoruz. Birayı da yeni yeni ağzımıza değdirmeye başlamışız. Tadı acı, hoşumuza gitmiyor aslında ama bira içiyor olmanın havası var ya! Bir bira alıp, iki yudum içip, günü geçiriyorduk. Bisiklete çok binerdik. Kızlar toplaşır, Fenerbahçe, Kalamış filan, Caddebostan Maksim Gazinosu’na (şimdiki Migros) kadar giderdik. Tabi ailelerimize ‘mahallede turluyoruz’ derdik.
Kaset çok modaydı. Sevgilinle birbirine kaset doldururdun, manalı şarkılardan! Fazla konuşamadığın için, duygularını şarkılarda anlatırdın. Sezen Aksu, Nazan Öncel, Zerrin Özer… 90'lardaki pop patlamasından çok etkilenmiştik, bilmediğimiz bir şarkı yoktu.
Walkmenlerden de, dönemin meşhur şarkısı ‘I lıke to move it’i dinleyerek acid dansı yapardık. Bizi genelde pop çok dinlerdik. O zaman müzik seti herkesin evinde yoktu. Babam bana müzik seti almıştı. En üstü plaktı ortası çift kasetli. Kasetten kasete çekim yapabiliyordum. Mesela bir arkadaşın doğum günü partisi olduğu zaman kimde kimin kaseti varsa getirirdi oraya. Bilerek romantik şarkılar çalardık ki beğendiğimiz oğlanlar bizi dansa kaldırsın diye.
O anket defteri hayat kurtarıcıydı! O soruları özenle seçip, özellikle beğendiğin çocuğa verirdin defteri. Sonra da yanıtların dikkatlice analiz eder, senden hoşlanıp hoşlanıp hoşlanmadığını anlamaya çalışırdın. Hatta kızlar toplanıp okurduk, ‘bunu yazmış, acaba şunu mu demek istedi’ diye yorumlardık.
Tabi, o zaman bizim için posterler çok önemliydi. Odamın duvarlarında hep vardı. Tom Cruise hayranıydım. Türk aktörlerden de Tolga Savacı, Kenan Kalav çok popülerdi.
Opera Onur Pasajı çok popülerdi. Kıyafet alınacaksa oradan ve Salı pazarından alınırdı.Marka giymeyi önemserdik. Kıyafetlerimizi paylaşırdık. Diyelim birinin o gün bir buluşması var, kimde o meşhur kot 501'i varsa o kişiye ödünç verirdi. Bir kotu 6 kişi giydiğimizi bilirim! Saçlarımızı amonyak peridrol ve oksijenle açardık. Küt kestirip, kuyruk bırakırdık. Okulda yasak olduğu için de o kuyruğu tel tokayla saklardık.
Süreyya, Reks ve Ocak sinemasına giderdik. Tom Cruise’nin meşhur Top Gun filmi unutulmazdı. Oradaki aşk bizi derinden etkilemişti. O filmi mesela hiç unutmam. Televizyonda da Yıldıza Ulaşmak dizini kaçırmazdık, başrol oyuncusu Eduardo Capetillo’ya bayılırdık.
Benimkisi Canan ve kanka birleşiminden Canki idi. Dilek diye bir arkadaşınki Dilocan'dı. Daha çok mahallede erkeklerin lakabı olurdu. Amazon Volkan mesela. Karadenizli ve uzun burunlu olduğu için Engin’e Gagalin derdik.
İdo iskelesi yapıldığı zaman, ailemize Kadıköy’deyiz diye yalan söyleyip Bakırköy'e geçmiştik. Orada Ataköy çarşıda mekanlar vardı. Hatta biz ‘Kadıköy'den daha çok cafe var burada’ diye bir kaç hafta sürekli gitmiştik. Kadıköy'de kalsak paramız yemek yemeye de yetecek ama sırf orayı görmek için tüm gün aç kalmaya razı gelirdik.
İstiklal Caddesi… Oraya ilk gidişimizde, bir arkadaşımın ablası bizi götürmüştü. Ondan sonra yolu öğrendik, kendimiz gitmeye başladık. Oraya gitmek şehir dışına çıkmak gibi bir şeydi bizim için.
O zamanlar bu kadar ayrım yoktu. Sağ sol olayı hep vardı ama kimse kimseye ‘sen sağcı mısın solcu musun’ diye sormazdı. Öyle ayrımların çok da farkında olan bir grup değildi bizimkisi. Arkadaş olarak birbirimizin tuttuğu takımı bilirdik en fazla. Şu anki gençliği görüyorum, dinden siyasetten tartışıyorlar. Bizlerde öyle şeyler pek yoktu, bu konuların kavgasını yapmazdık.
Tabi, kafamızı öyle şeylere yorardık. Mesela o zamanlar telefonla işletme olayı çok popülerdi. Kafadan bir numara çevirip işletirdik. Ya da bizi işletirdilerdi. Hiç unutmam bir keresinde bir çocukla buluşucam Kalamış Parkı’nda. Çocuğu görmedim tabi hiç. Dedi ki ‘ben Alain Delon’a benziyorum’. Vay süper! Bir gittik gördük ki alakası yok! Dayanamayım, çocuğa ‘’Biz de Alain Delon'u görmesek yutturacaksın kendini’ diye kızmıştım.
Bir de telsiz olayı vardı. Herkesin evinde olmazdı. Mesela bir arkadaşımız babası polisti. Babasının bozuldu diye attığı telsizi biz tamir ettirip kullanıyorduk. Telsiz aşkları bile vardı. İsmini cismini bilmeden telsizden aylarca konuştuğumuz insan oldu.
Demin anlattım işte, emek veriyorduk biz… Telsiz konuşları, telefon başında beklemeler, görüşmek için uğraşmalar, notlar yazıp defter arasına koymalar… Biz o zaman ağız tadıyla trip bile atamazdık. İmkan bulmuşsun da kafede buluşmuşsunuz, trip yapacak zamanın yok ki. (kahkahalar)
Ahlaki değerlerimiz farklıydı o zamanlar. Saf, temiz dostlular vardı. Biz birinden hoşlandığımızda, çok yakın arkadaşımıza bile hemen açamazdık ya o da hoşlanıyorsa diye. O hoşlanıyorsa da benim için kapanırdı mevzu. Şu an o ahlaki değerler yok. İnsanlar artık yakın arkadaşının birlikte olduğu insanla evlenebiliyor da.
Kesinlikle öyle. O zamanlar Kuleli Askeri Lisesi'nden bir erkek arkadaşım vardı. Ev telefonumdan beni arar, 1 kere çaldırırdı kapatırdı. O olduğunu anlardım. Sonra içinden 30'a kadar sayıp ikinci defa aradığında ben açardım. Böyle şifrelerimiz vardı. Yani düşünsenize telefon başında onun aramsını bekliyorsun. Mesela farklı şehirlerdeki arkadaşlarımıza mektup yazardık. Hele ki yılbaşlarında onlara atacağımız kartları, renkli zarflar seçmek büyük zevkti. Emeğe bakar mısınız; o soğukta evinden çıkıyorsun, birkaç kilometre yürüyüp, çarşıya gelip, özenle kart seçiyorsun. Nerede o emek, nerede şimdiki toplu gönderilen otomatik mesajlar…