Salgından önce yıkılacağı haberleriyle gündeme gelen İstanbul’un ve Kadıköy’ün tarihi sinemalarından Rexx için başlattığımız “Rexx’in İzleri” söyleşi dizimize bu hafta Altyazı Dergisi yazarlarından Fırat Yücel ile devam ediyoruz. Emek Sineması’nın korunması için mücadele eden isimlerden biri olan Yücel’in deneyimleri, Rexx’in akıbeti için de gayet aydınlatıcı. Yücel, Rexx’i “Kadıköy’e taşındıktan sonra seyir hayatımın merkezine oturdu.” sözleriyle anlatıyor.
“OTOPARK, ÖZELLİĞİNİ YOK EDER”
Rexx ile ilk tanışıklığınızı hatırlıyor musunuz? İlk izlediğiniz film hangisiydi?
İstanbul’da uzun süre Avrupa yakasında yaşadığımdan “Kadıköy tarafına geçme sebebi”ydi Rexx Sineması benim için. Festival zamanları bazı filmlere Rexx’te gidiyordum. Tam da bu yüzden ilk izlediğim filmi hatırlamıyorum, festivallerde çok film görüldüğü için ilkler pek akılda kalmaz. Sonrasında bazı vizyon filmlerini özellikle Rexx’te izlemek için de Kadıköy’e geçtim. Kadıköy’e taşındıktan sonra ise seyir hayatımın merkezine oturdu.
Üzerine çokça konuşulan bu sinemanın gelecek günlerde yıkılması ve yerine başka bir kompleks yapılması planlanıyor. Siz bu kararı duyunca neler hissettiniz?
Burada önemli olan yapılacak binanın nasıl adlandırıldığı değil, ne amaçla kullanılacağı, nasıl işletileceği, muhitin sosyal ve kültürel yapısına uygun olup olmayacağı. Örneğin kompleksle ilgili haberlerde, içinde bir otoparkın da yer alacağı söyleniyordu. Bu çok büyük bir yanlış olur. Yaya öncelikli bir muhite otopark yapmak, gürültü, kirlilik ve trafik dışında bir sonuç doğurmaz. Bu da beraberinde ticaret odaklı bir anlayışı getirir ve kültür odağından hızla uzaklaşılması sonucunu doğurur. Rexx barlar sokağının girişinde yer alıyor. Söz konusu alanın kültür hayatı lehine değerlendirilebilecek, festivallerin kullanabileceği sayılı mekânlarından. Otopark mekânın bu özelliğini bir çırpıda yok eder. Böyle olursa kısa sürede, otel ya da bara dönüşeceğini tahmin etmek zor değil. Söz konusu bölgeye de yapılmış büyük bir haksızlık olur bu.
“KOLEKTİF SEYİR GÜCÜNÜ YİTİRİR”
Sizin fikriniz nedir?
Mahallenin ve çevre mahallelerin insanları Rexx’i yürüyerek ulaşabilecekleri bir kültür mekânı olarak benimsiyorlardı. Otopark yapıldığında bölgenin yapısı da değişeceği için bu insanlar da bir daha oraya uğramaz. Kompleks mi, kültür merkezi mi vs. olacak diye düşünmektense nasıl işlevsizleştirileceği, bölgenin insanları ve yerel inisiyatifleri ile nasıl bir ilişkiye sahip olacağı üzerine düşünmeli. Örneğin, Grand Pera AVM’nin tepesindeki ucube replikanın adı da Emek Sahnesi ama hükümete yakın duranların galalarını yaptığı, bir nevi propaganda sahnesi halini almış durumda. Başka türlü de olamazdı, çünkü öncelikle bir AVM’nin içinde ve ayrıca mimarlardan tutun sinemacılara hiçbir kesimin onayını almamış bir proje. Yani bir mekân kurulurken, bölgenin kültürel yapısı düşünülmüyorsa, bölge halkının ve konuyla ilgili kesimlerin görüşü alınmıyorsa mekân da ölü doğuyor. Bunun da ötesinde çevresindeki kültür hayatını da yok ediyor.
Siz, film izlemenin ya da geniş tabirle sinemanın yarattığı etkinin kolektif bir seyir eylemi ile daha güçlü olacağını düşünenlerden misiniz?
Evet tabii ki. Ama bu, kolektif seyir eyleminin nerede yapıldığıyla da ilgili. Sokakla ilişkisi kesilmiş, ancak arabayla ulaşılan, tüketim odaklı alanlarda kolektif seyir eylemi de gücünü yitirir. Mekân kendi hayat tarzını ve sınıfsallığını dayatır. Araba sahibi, yemek-alışveriş-eğlence, bu üçünü tek bir seferde, tek mekânda karşılamak isteyenlerin ve alım gücü buna yetenlerin, yani orta/üst-orta sınıfa ait belli bir hayat profilinin alanı haline gelir. Bu AVM’lerin dayattığı kuşkusuz geçici, ama geçici olmakla birlikte kültür alanlarını ve yerel halkların yaşam alanlarını talan ederek ilerlediği için de son derece yıkıcı bir seyir model. Kolektif sinema deneyiminin bu modelde yabancılaştırıcı bir etkisi var. Böyle bir tüketim yaşamı odaklı bir seyir deneyimindense, daha küçük mekânlarda biraraya gelmelerin ve hatta evde film izleyip dijital ortamda buluşmanın dahi kolektif etkisi daha büyüktür diye düşünüyorum.
“GEÇMİŞ DE YOK EDİLİYOR”
İstanbul tarihi sinemalarını birer birer kaybediyor. Emek Sineması'nın kapanmaması için de uzun süre mücadele edenlerden birisiniz. Bu mimari kıyım, sizce sinemayı nasıl etkiliyor. Sinema sanatının ve kültürünün bu yıkımdan etkilendiğini düşünüyor musunuz?
Yıkıma karşı verilen mücadelede sıkça söyleniyordu zaten, “Emek son kale”ydi. Bu, şu anlama geliyordu: Emek Sineması kadar köklü ve sembolik değeri sonsuz bir salonu, büyük sermayenin saldırısı karşısında ayakta tutamıyorsak ileride daha birçok kültür mekânını kaybederiz. Yani Emek’i bir eşik olarak gördük ve bu öngörü, ilerleyen yıllarda, özellikle de Beyoğlu bağlamında gerçekliğini ortaya koydu maalesef. Örneğin Emek’ten sonraki mücadele odağı olan Narmanlı Han da kamu yararına değil, Starbucks yararına bir modelle “yenilendi”. Örnekler artırılabilir ve kuşkusuz AKM’ye kadar vardırılabilir. Ama öte yandan, her şehrin kendi yerel kültür-sermaye dinamikleri var. Örneğin, Emek’in yıkılmasından 4 yıl sonra yanıp kül olan Yılmaz Güney Sineması da Batman’ın Emek’i ve şu an akıbeti hâlâ belirsiz. Evet Emek’in sembolik önemi sonsuzdu, 1987’de, 12 Eylül’den sonra yapılan ilk 1 Mayıs İşçi Bayramı kutlamasına kadar uzanıyordu ama şu an her yerde Emek’i hatırlatan mücadelelerin sürdürüldüğünü de unutmamalı. Öte yandan bu sadece Türkiye’de yaşanan bir süreç de değil. Emek Sineması’nın yıkımına karşı verdiğimiz mücadeleyi anlatan Özgürleşen Seyirci: Emek Sineması Mücadelesi’ni Kiev’de göstermiştik. Kiev’in salonlarına hayran kaldık. Sonra öğrendik ki, Sovyetler’in ilk panoramik sineması olma özelliğini taşıyan Kinopanorama özelleştirilmiş, yıkılacakmış. Aktivistler Özgürleşen Seyirci’yi bu salonun kapısının önünde gösterdiler. Kısacası, çok kayıplar verilen dünya çapında bir mücadele bu.
Sözünü ettiğimiz sinema salonları aynı zamanda mimari açıdan bir estetik üslubun da yansıması. Sinemadaki estetik ile mimari estetik arasında bir bağ kurmak mümkün mü? Yani tek tip sinema salonlarının çoğalması aynı zamanda sinema açısından vasat diyeceğimiz filmlerin sayısı ile paralellik gösteriyor olabilir mi? Ne dersiniz?
Bu kısmen doğru olabilir. Örneğin Avrupa’da sözünü ettiğiniz mimari özelliklere sahip, Art Nouveau, Art Deco gibi akımların unsurlarını üzerinde taşıyan sinema salonları, bugün evet belki çoğu çok salonlu modele dönüp ticari bir mantıkla işletiliyorlar. Ama bir yandan da, AVM’lerde gösterilmeyen filmler bu salonlarda gösteriliyor ve seyirci topluyor; ayrıca bu salonlar, festival mekânı olarak kullanılıyor ve belediyeler tarafından finansal olarak destekleniyorlar. Yani salonun mimarisi belli ölçüde de olsa kültürel niteliğini korumasını sağlıyor diyebiliriz. Neo-liberal mantığa karşı bir tür zırh olarak işliyor. Ama mimariden de önemlisi, salonun kapısının sokağa açılması, yani yeri. Emek Sineması gibi bir salonun Ermeni usta Garabet Cezayirliyan tarafından yapılmış süslemelerini bir AVM’nin içine taşımaya yeltenirseniz şimdiyle birlikte geçmişi de yok etmiş olursunuz. Kültürel işlevinden uzaklaştırılmış, yaşamayan bir mekân hafızayı da koruyamaz.
Sizin geleceğe dair düşünceleriniz nedir? Bir yandan film izleme pratiklerimiz de değişiyor. Bu daha fazla sinemanın kapanmasına neden olur mu?
Evet olacaktır, şimdiden kapanma haberleri geliyor. Ama öte yandan, megaplex zincirleri de çok kötü etkileniyor. Belki de, “kolektif sinema deneyimi ayakta duracaksa AVM’lerin dışında ayakta duracak” bilincini de getirir zamanla. Türkiye’de kamu kaynakları müstakil, bağımsız sinemaların yararına kullanılmıyor. Pek çok ülkede korona pandemisi sonrası ilk desteklenen yapılar bu salonlar olurken, Türkiye’de herhangi bir destek görmediler; kendi imkânları ve destek kampanyalarıyla ayakta durmaya çalışıyorlar. Türkiye’de bence belediyeler bu salonlara destek olmalı; ticaret değil kültür odaklı bir modelle işletebilmelerini de sağlamalı.