Kadıköy Belediyesi’nin ortaklarından biri olduğu, T.C. Dışişleri Bakanlığı Avrupa Birliği Başkanlığı tarafından yürütülmekte olan Ortaklıklar ve Ağlar Hibe Programı kapsamında hibe almaya hak kazanan, Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından kurulan OKUYAY Platformu’nun hazırladığı Dört Yanımız Kitap’ta yazarlar eşliğinde Kadıköy kitapçılarını, Kadıköy sahaflarını ziyaret etmeye devam ediyoruz. Kültür dünyamıza katkıları, şekillendirdikleri okurlar, müthiş tesadüfler, unutulmaz karşılaşmalar, kitaplarla geçen yıllar... Odağımız kitapçı ve sahaflar, pusulamız kitaplar… Yazı dizimizin son bölümünde konuklarımız Büyülü Dükkân’dan İlyas Erkul ve yazar Ayça Güçlüten.
Nazlı Berivan AK
Kadıköy’ün en özel çizgi roman dükkânlarından birine konuk olduk son röportajımızda: Büyülü Dükkân. Söyleşi boyunca kitabevinin okur trafiği hiç yavaşlamadı, İlyas Erkul sorularımıza yanıt verirken bir yandan da okurlarla ilgilendi, önerilerini paylaştı, sohbetler neredeyse mini atölyelere dönüştü. Saatler süren sohbetimizin bir bölümünü gazetemize taşıyoruz, kalanı için okurları Büyülü Dükkân’a davet ediyoruz.
Hoş geldiniz, ismim İlyas Erkul. Dükkân olarak 2002’den beri aktif durumdayız. Beyazıt’ta Sahaflar Çarşısı’nın dibinde tezgâh açarak başladık aslında. 80’li yılların sonuydu. Hep çizgi roman üzerine çalıştım. Hatta bir dönem Bilka Yayınları Örümcek Adam serisini çıkarıyordu, orada da çalıştım. Bir dönem yayıncılık yaptık. Örümcek Adam, Thor, Hulk, Kızıl Maske, Gordon, Valiant’ın iki karakteri... İyi kitaplar bastık.
Dünyayı takip ediyoruz. Çok uzun yıllardır dünyada ve Türkiye’de çıkan her şeyi taramaktayız. Yalnızca yerli değil ama Amerikan, İngiliz, İtalyan, kısacası dünyadan çizgi roman işleri de var burada. Koleksiyon kitaplar, mangalar... Oyuncaklarımız, yan ürünlerimiz var, imza günleri yapıyoruz. Yerin imkânını fazlasıyla kullanıyoruz, geniş bir alana yayılmanın hakkını veriyoruz diyelim.
Çok kıymetli isimlerle güzel imzalar yaptık evet. Puslu Kıtalar Atlası’nın çizeri İlban Ertem’in imzası unutulmazdır, efsaneleştiği kadar vardır. En son kepenk kapattık, müthiş bir ilgi olmuştu, yıllar geçti, hâlâ anlatılır, konuşulur.
Kasımpaşalıyım ben, 28 yaşıma kadar oradaydım. 20 seneden fazladır burada yaşıyorum. Kadıköy halkı Avrupa’ya açılan yüzüdür bence ülkenin. Yalnızca okur olarak değil üstelik, kitap almak, eğlenmek, sosyalleşmek, kültürü hayatının merkezine koymak söz konusu olduğunda çok farklı bir kitledir.
Bizi bilenler gelirdi eski dükkâna, şimdi sokaktan geçenler de geliyor. Müdavimlerimizin çok olmasının nedeni gelen okurla ilgileniyoruz biz. Spesifik bir iş yapıyoruz ve hakkını vermek için çalışıyoruz. Zagor arayan kişiye, “Özellikle şu macerayı arıyorum,” diyene yardımcı olacak insanlar olmalı kitapçıda, müdavim böyle oluşur. Ekolleri biliyoruz, önerilerimizi deneyimlerimizle, bilgilerimizle yapıyoruz. Bu sıcaklığı görünce geliyorlar. Çekirdekten gelen insanlarız. Zincir mağazalarda böyle bir şansı yok okurun. En başta zincirlerde arşiv yok, deyim yerindeyse karman çorman koyuyorlar ellerindeki kitapları. Dev zincir mağazalarda ufacık alanlara sıkıştırıyorlar çizgi roman eserlerini. En büyük zincir mağazalarda bile gördüğümüz bir durum bu.
Benim ustam olmadı. İlkokul çağlarında okumaya başladım. Satış yapa yapa öğrendik, yaparken de okuduk. Çocukluğumdan itibaren bir bilgi birikimi oluştu. 1972 doğumluyum, 1980 sonrası kuşak çizgi roman görmedi. Bizlerse aşağı mahalleye, yukarı mahalleye gider, misket oynar, çizgi roman paylaşırdık birbirimizle.
Çırak gözüyle bakmıyorum ama yanımda yetişen insanlar oldu. Birbirimize omuz vererek belli bir noktaya geldik. Bu sevindirici bir şey. 1980 sonrası kuşağın ne yazık ki çizgi romanla alakası yok. Sistemi öğretirsin, satışı öğretirsin çırağa ama okurla ilgilenebilmesi için okuyor olması lazım çalışanın. Okuma sevgisi olanı bulmak da kolay değil.
İstemediği şeyi yaptıramazsın insana. Gelişmiş ülkelerde çocukları eğitirken çizgi romana çok önem veriyorlar. Çocuğun hayal dünyasını genişletiyor, okuma sevgisini resimle aşılıyor. Çizgi romanda kendini bulabiliyor çocuk. İyiliği, kötülüğü, değerleri anlıyor. Çizgi roman ilk basamaklardan biri. Asteriks Fransa’da ders kitabı olarak okutuluyor. Okuma yazma oranını da böylece yükseltiyorlar. Siz çocuğa kitap olarak yalnızca ders kitabı verirseniz ondan okuma alışkanlığı bekleyemezsiniz. O ders kitabının arasına çizgi roman saklayıp okuyacak, okuma sevgisi böyle oluşur!
Bir okura kitap önerebilmem için karşımdakini keşfetmem lazım. İlgi duyduğu alanları dinlemem gerek. Mangalarla mı ilgileniyor, hangi ekole yakın, konu olarak ne seviyor... Kimisi polisiye sever, kimisi bilimkurgu sever, kimisi western sever. Bir kere doğru kitabı bulursa, devamı gelir zaten.
Elbette ama çok fazla gelmiyor son dönemde, gelenleri de çizer arkadaşlara yönlendiriyoruz. Yıllar içinde çizerlerle, sanatçılarla aile olduk, birbirimizden haberimiz hep olur, sürekli haberleşiriz.
“EN ÇOK OKUMA İŞTAHINI KABARTTIKLARI İÇİN ÇOK YAŞASINLAR!”
Edebiyatımızın verimli yazarlarından Ayça Güçlüten; İstisnai Buluşmalar, Uykusuz, Disko Topu ve Oda adlı kitaplarıyla kendi okurunu oluşturmuş bir isim. Yıllar içinde pek çok kereler kitabevlerini birlikte gezdik, sahaflarda rafları birlikte inceledik, mezatlara birlikte katıldık. Bu kez Kadıköy sokaklarını gezdik, kitabevleri ve sahafları konuştuk.
Sahafla, kitapçıyla ilk tanışma hikâyeni dinlemek isterim.
Tanıdığım ilk sahaf bendim galiba. Kardeşimle evdeki kitapları oturduğumuz apartmanın önünde tezgâh açıp satmaya çabalardık. Bir oyundu bu tabii ve ne yaptığımızın tam olarak bilincinde değildik. Teyzemin Beyaz Dizi ve Barbara Cartland kitaplarına göz dikerdik genellikle. Kendi kitaplarımıza, Gülten Dayıoğlu ve Enid Blyton serileri mesela, kıyamazdık. Ufak ödemeler alırdık. Eş dost, çocuk gönlümüzü yapardı haliyle ama kitaplar bizde kalırdı. Bu görece başarısız girişimimiz bizi kitapla daha da yakınlaştırmıştır belki de. Esasında lise yıllarımda “sahaf” kelimesiyle tanıştım. Sokak sahaflarını görüyordum Şişli’de. Apartmanda bir komşumuz Leyla Erbil’in yakın arkadaşı bir hanımdı. Sahaflardan da kitap almam gerektiğini söylemişti. Tavsiye üzerine bu alımlara başladım. Kitapların içinden notlar, yemek tarifleri, kurutulmuş çiçekler olunca sadece bir kitabı okumadığınızı, başka hayatlara da bir şekilde tanık olduğunuzu hissediyorsunuz. Sonra o kitabın bir kokusu var, yıllar içinde büründüğü bir renk var. Çok özel, kıymetli geliyor insana bunlar. Duygusal bir yanı var benim için.
Peki ya Kadıköy kitapçıları, sahafları?
Avrupa yakasında yaşadığımdan Kadıköy tarafını bir Kadıköylü kadar tanımıyorum elbette. Dolayısıyla semtin misafiri oluyorum zaman zaman diyelim. Kadıköy İskelesi’nden başlayarak Caferağa – Moda hattını yürümeyi ve bu hat üzerindeki sahafları gezmeyi severim. Ama galiba en çok Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nin yer aldığı bölgedeki sahafları seviyorum. Başlıca sebebi, kitap mezatları. Müthiş heyecan veriyor insana. Bilhassa Patika Sahaf’ın mezatları. Mezatı yapan kişinin her kitabı tutuşunda heyecanını koruması, sokağa taşan sandalyeler, her kitap sahneye çıktığında başlayan tempo, kitabı sahibine elden ele dolaştırarak ulaştırmak, yapılan şakalar... Özlüyorum bu ortamı, paylaşımı.
Edebiyat dünyanı besleyen güzel karşılaşmalar da yaşadığını biliyorum.
Üçüncü kitabım Disko Topu’nda bahsettiğim Kırmızı Çiçek (Baroness Orcry, çeviri Bülent
Teoman, Akba Yayınevi, 1963 baskısı) adlı kitabı fuarda bir sahaftan almıştım. Yanlış hatırlamıyorsam, Kadıköylü bir sahaftı kendisi. Bana uğur getirdiğine inanıyorum o kitabın, Disko Topu’na da... Okurun en hakiki yoldaşları sahaflar ve bağımsız kitapçılar bana kalırsa. Mesela çok istediğiniz ve/veya bir çalışmanız için ihtiyaç duyduğunuz bir kitap var ve baskısı tükenmiş. Sahaflarla iletişime geçtiğinizde kendinizi kurtarıcı bir zincirin içinde buluyorsunuz. Şimdilerde sosyal medyadaki “elden ele yayalım” gibi bir hareket başlıyor ve o kitap çok büyük olasılıkla elinize ulaştırılıyor. Bir de muhabbet kısmı var elbette. Sahaflar ve bağımsız kitapçılar iyi okurlar oluyor genellikle. Bir kitabı sormak için giriyorsunuz bazen ve belki de o kitap dışında 10 kitapla çıkıyorsunuz dükkândan. Niye? Çünkü iştahınızı kabartan bir hasbihal içine girmişsinizdir oracıkta. Bu insanların okurluğu çok yüksek, çok ciddi boyutta oluyor tabii. Hemen hepsi okumak aşkına bu işe girmişler zaten. İlk gençlik zamanlarımda girdiğim sahafta mutlaka yaşlı ve gözlüklü kişiyi arardı gözlerim. Kesin en çok okuyan ve en çok bilen odur diye. Çok saygı duyuyorum bu dükkânlara, bu geleneği yaşatanlara. Biz de yaşatmalarına daha çok katkıda bulunmalıyız.
Kitabevlerinin duygusu nedir senin için?
Saf ve tutkulu mekânlar sahaflar, bağımsız kitapçılar... Yolunuz düşmese de, yolunuzu düşürmeniz gereken yerlerdir. Şu “çok satanlar” kalıbının alaşağı edildiği, “okumanız gerekenler”, “okumazsanız eksik kalırsınız” kalıplarının başrolü kaptığı yerler. Kitabın asıl ruhu, kimliği buralarda gün ışığına çıkıyor. Ünmüş, popülerlikmiş mühim değil; iyi kitap, iyi kalem geçerli o kapıdan girdiğinizde. E bunların kıymetini de iyi okur anlıyor doğrusu. Kadıköy bölgesi, İstanbul’da önemli bir sahaf ve kitapçı noktası. Sanırım daha çok gideceğiz buralara. Beyoğlu’nda da çok iyi sahaflar, kitapçılar var ama Beyoğlu için kaygılıyım. Kültür sanatın orada yavaş yavaş ölüme terk ediliyor olması çok üzücü. Yine de ümidimi yitirmiyorum. Pandemi biter bitmez önce Beyoğlu’nda Aslıhan Pasajı ve Robinson Crusoe’ya sonra Karaköy’den vapurla Kadıköy’e geçiş yaparak kitap temalı gezilerimize dönmeyi sabırsızlıkla bekliyorum.