Nazlı Berivan AK
Daredevil, New Avengers, Infinity, Batman: Pelerinli Süvari’ye Ne Oldu... Çizgi roman meraklılarının gözdesi kitapların çevirmeni ve Paralel Evren çizgi roman dükkanının sahibi Burç Üner ile biraradayız. Bağımsız çizgi romanların, klasiklerin, mangaların gitgide popülerleştiği günümüzde Üner, bize okurlarını, kitabevini, hepsatanlarını anlattı. Çizgi roman dünyasına davetliyiz!
Çizgi romanların başrolünde olduğu dükkanınız Paralel Evren’in bahçesindeyiz. Sizi tanıyarak başlayalım.
Hoş geldiniz, adım Burç Üner. Beş senedir çizgi roman dükkanımız var. Genel olarak güncel çizgi romanları, İngilizce çizgi romanları okurlarla buluşturuyoruz. Geniş bir koleksiyonumuz var, aylık fasiküller bizde. Kendi müşterisi doğrultusunda uzmanlaşmaya gider her kitapçı. Biz de fasikül ve İngilizce ciltler bağlamında uzmanız diyebilirim.
Kadıköy’ün önemli bir kültür adacığı olduğunu hep vurguluyoruz. Okurlarınızdan, dükkânın ziyaretçi ve müdavimlerinden söz edelim isterim.
Kadıköy bir kültür merkezi. Bağdat Caddesi biraz daha farklı. Burası yaşam odaklı daha çok. Burada oturanlar genelde pek de buradan çıkmaz. Sayfiye yeri gibidir bir yönüyle. Ben de Erenköylüyüm doğma büyüme. İlk gençlik zamanlarımda hemen bulunduğumuz yerin çok yanında magic the gathering kart oyunları satan küçük bir dükkân vardı. Dükkân fikri doğduğunda hayalim hep bu sokakta olmaktı. Okurun yaş ortalaması 18 diyebilirim ama 10 yaşından, 75’e her yaştan okurumuz var tabii. 2000’lerin başında bir iki kadın müşterimiz olurdu, şimdi öyle değil. Özellikle bağımsız çizgi romanlarla kadınların ilgisi daha çok arttı türe. Belli bir yaşın üstündekiler bağımsız çizgi roman okuyorlar, kadın okuyucuyu da arttırdı bu durum. Manga ise genç kızlar arasında karşılık bulan bir tür. Bir şekilde çizgi roman kültürüne girince devamı da geliyor. Süper kahramanlar aslında öncelikle erkek okur için yaratılmış bir tür bildiğiniz gibi. Son yıllarda özellikle genç kızları hedefleyen kahramanların başrolünde olduğu çizgi romanlar da yayınlanıyor. Batgirl, Ms. Marvel mesela.
Koleksiyonerlerden söz edebiliyor muyuz?
Var evet, özellikle Türkçe çizgi roman biriktirenler, yabancı fasiküllerin peşinde olanlar var. Paranız varsa koleksiyonunuz daha iyidir, bu doğal. Ama kendiniz biriktirmek, peşinden koşmak, aramak sormak da işin keyifli yönü. İnce fasiküller bir kerelik basılır, karakterin çıkışına göre değerlenmeler olur. Son iki üç yılda okurlarda filmlerin ve sosyal medyanın da etkisiyle çizgi roman kültürünün artmasıyla koleksiyonların da sayısı arttı. Zaman, para ve yer işidir koleksiyonculuk. Genel olarak yer problemi oluyor okurlarımızın, fasikülleri evde bir yere koymak, saklamak, istediğinde tekrar çıkarmak zor oluyor. Dünyada ve ülkemizde ortak bir eğilim var, ay ay fasikül almak yerine cilt almak. Sert kapaklı güzel görünüşlü koleksiyon kitapları çok revaçta.
Kitabevi aynı zamanda bir cazibe merkezi; ortak bir zevki, hobiyi paylaştığınız okurlarla biraraya gelmek için ideal.
Elbette. Butik kitapçıların en büyük katkısı bu aslında. Zincir mağazalarda bunu bulamazsınız. Büyük mağazalarda çalışan kitapçı kitapla çok ilgili olabilir ama altı ay sonra yüksek ihtimalle orada olmayacaktır, başka şubeye geçecek ya da işi bırakacaktır. O mağazayla bir bağınız olduğunu hissedemezdiniz bu yüzden. Bağımsız kitapçılarda ise süreklilik var. Para kazandıran bir iş değil kitapçılık, kabul edelim. Severek yapıyor olmalısınız bu işi. Bu da demektir ki içeride kitap seven ve bilen biri var, bu bilgiyle giriyorsunuz dükkâna. Ortak bir hobiyi paylaşabileceğiniz bir noktadasınız. İmza günleri için de aynı şey geçerli, zincirde daha çok kitap satabilir ama burada sanatçıyla, çizerle doğrudan temas söz konusu. Okuyucuyla yazarın bir araya gelmesini, sohbetini çok önemsiyorum. İmza sırası iki yüz metre değil on metre belki ama sanatçı her okura birer çizim yapabiliyor, sohbet ediyor, fikir ve çizim paylaşımı oluyor. Gençlerin önünü açmak istediklerini görüyoruz çizerlerin. Türk sanatçılar genel olarak gençlere çok el veriyorlar.
Paralel Evren çok önemli sanatçıların imza ve sohbetlerine ev sahipliği yaptı, yapıyor.
Yıldıray Çınar, Ergün Gündüz, M. K. Perker, Devrim Kunter, Özgür Yıldırım, Serkan Altuniğne, Ersin Karabulut, Reinhard Kleist, Cengiz Üstün, Bülent Üstün, Emrah Ablak, Kenan Yarar, Cem Özüduru, Yılmaz Aslantürk, Sümeyye Kesgin, Cem Dinlenmiş, Selçuk Ören, Uğur Ünsoy, Ethem Onur Bilgiç, Memo Tembelçizer, Oky, Fırat Yaşa, Ege Avcı, Furkan Nuka Birgün, Berat Pekmezci, Görkem Demir, Ertan Ceylan, Yabani Dergi ekibi... Sanatçılar ve kitaplar için etkinlikler yapıyoruz. Okurlar kitapları, etkinlikleri instagramdan takip edebilirler. Telefonla arayabilirler. Yeni çıkan kitaplar, öneriler, etkinlikler, imzalar konusunda bizden bilgi alabilirler.
Fanzinlere yer veriyor musunuz?
Bize ulaştırılınca elbette raflarımızda yer veriyoruz. Kitaplar için de aynı şey geçerli. Birçok yayınevi çizgi roman yayınlamaya başladı son yıllarda. Kötü kargolayabiliyor dağıtım şirketleri çoğu zaman kitapları, kitabın kondisyonuna dikkat ediyor benim okurum. Zarar görmüş kitap büyük bir problem, yayıncıyla direkt çalışmayı tercih ediyorum bunun için. Fanzinlere dönecek olursak, unutmayalım ki çizgi roman fanzinlerinden çıkıyor çizgi roman sanatçıları. Yıldıray Çınar, Mahmud Asrar dünya çapında iki sanatçımız, ikisi de Çapa adlı fanzinle okurla buluştu başlangıçta. Bugün Marvel ve DC’ye çiziyorlar.
Türle henüz yeni tanışan okura neler önerirsiniz, hepsatanlarınız hangi kitaplardır?
Ben yaş, ilgi alanı ve sevdiği temaları dinleyerek farklı kitaplar öneriyorum. Yine de bir liste yapmak gerekirse süper kahraman çizgi romanlarından Watchmen, Superman Red Son, Vision, New Avengers ve Injustice derim. Bağımsız çizgi romanlar için ise listem, Güngezgini, Kaybolan O Günler, Essex County, Sıradan Zaferler ve Çizgi Romanı Anlamak.
***
“Zira sahaf çok havalı bir yerdir!”
Önce Yedi Kartal Efsanesi serisiyle bu toprakların söylencelerini merkeze alan fantastik türde romanlar yazdı, devamında yeryüzüne ender gelen bir yeteneğin, tatlara ve kokulara hükmederek zihinleri ve duyguları etkisi altına aldığı Pir-i Lezzet adlı romanı geldi. Saygın Ersin ile Kadıköy sokaklarında dolaşırken, kitabevi ve sahafların edebiyatına etkisini konuştuk.
Sahaf kelimesini ilk ne zaman duydun?
Çok iyi hatırlıyorum, 10 yaşımdan 11 yaşıma doğru yol alıyordum. Yaz şahane geçiyordu, keyfim acayip yerindeydi, üzerine bir de durduk yerde Anadolu Lisesini kazanmıştım. Kazanmamak için yeterli bilinçsiz çabayı göstermiştim aslında ama tam da o sene devletimiz Manisa’ya Anadolu Lisesi açmaya karar vermişti, ne yapsaydım? İyi haber; bizimkiler mutluydu, kötü haber; İngilizce öğrenilecekti. Destek kitaplar gerekiyordu. O yıllarda İzmir’de, belki de tüm Ege Bölgesi’nde bu tür kitapları tek bir yer satıyordu ve inanılmaz pahalıydı. Ders kitaplarına giden bir buçuk öğretmen maaşının şoku atlatılamamıştı daha. Babam mecburi rotayı çizdi: “Sahaflardan bakacağız!” Sahaf... Kulağa güzel geliyordu. Üstelik söylemesi de kolay ve havalıydı. Eğlenceli bir yer olacağından emindim ama görür görmez soluğumun kesileceğini de hiç tahmin etmemiştim.
Neydi seni böylesine etkileyen?
Varlık nedeni şimdiyi ve geleceği kurcalamak olan bir mekân vardı karşımda ve bu kurcalayıcılığı çok erken yaşlarda meslek edinmiş benim gibi bir çocuk için cenneti bulmak demekti. Daha ilk görüşte kırtasiyeyi, kitabevlerini ve misafir evlerinin çekmecelerini alaşağı edip gönlümün zirvesine kurulmuştu sahaf. Babamla birlikte Alsancak’ın aralarındaki o sokakta gördüğümüz sıra sıra sahafın ilkine adımımızı attığımızda olacaklar zaten belliydi ve bu olacaklar yıllar içinde hiç değişmedi; her zaman ve her sahafta oldu. İçeriye girdikten kısa bir süre sonra babamla ayrı düşmüştük. İngilizce destek kitaplarımın ne i’si ne d’si vardı aklımda. Çizgi roman rafının başında ağlamak üzereydim. Babamın da benden farklı durumda olmadığını, rafların arasından bir kucak dolusu kitapla çıktığında farkettim. Edebiyat öğretmeni olmanın hakkını vermişti ve koca bir tomar çizgi roman almama da hiç ses etmedi. Akşam annem çıldırdı. Kayınvalidesinin evinde istediği gibi çıldıramaması basıncı yükseltiyordu; başımız beladaydı. Babam ise annesinin evinde olmanın verdiği güvenle “Yarın başka bir yere bakacağız.” dedi. Bu benim için bir kere daha sahaf, annem için ise kayınvalidesinin evinde bir gece daha demekti. Ertesi gün, babamın ‘başka bir yer’ dediği yerin bildiğin aynı yer olduğu ortaya çıktı. Annemin de bizimle geleceğini hesaba katmamıştı sadece. Efendi gibi destek kitaplarımı aldık, evimize döndük. O iki günün dersi şuydu: Sahaf özgürlük ile mümkündür.
Sonraki yıllarda nasıl devam etti ilişkin bağımsız kitapçılarla, sahaflarla?
Mesafeli. Mesafe derken, bildiğimiz fiziki mesafeden bahsediyorum. Yaşadığım muhitlerde yoktu sahaf. Hep gidilmesi, ulaşılması gereken bir yerlerdeydi. Bu Kadıköy’de değişti. Kızıltoprak’ta yaşamıştım bir süre. Etraf sahaf ve kitabevi doluydu. Her buluşma rotasının üzerinde en az bir sahaf illa vardı. Şahaneydi. ‘Kaliteli vakit öldürmek’ diye bir şey varsa Kadıköy bunun başkentiydi. Fakat ciddi de bir feno-problem vardı: “sahaf girdabı!” Bir sahafın yanından öylece geçip gidemezdiniz. Gözünüz daha on metre öteden tezgaha ve üzerindeki kitap yığınlarına takılmıştır zaten. Yaklaştıkça daha cıvıltılı ayrıntıları seçmeye başlarsınız. Ardından on yere birden sabitlenmiş bakışlarınızla birlikte boynunuz da dönmeye başlar. Ama siz yürümeye devam ediyorsunuzdur ve o son adım çok önemlidir. Gözlerin ve boynun, bedeni de tezgâha doğru döndürmesini engellemek ciddi bir irade gerektirir. Ve genelde “beş dakikalık gecikmeden işinize-ilişkinize bir şeycik olmayacağı” ümidi galip gelir ve macera başlar. "Sahaf Girdabı" çok iş ve ilişkiye mal olmuştur ama helal olsundur. Zira sahaf çok havalı bir yerdir!