Tarih Yazan Kadınlar-18

Basında eskiden çokça rastladığımız ‘arka sayfa güzeli’ geleneğini geri getiriyoruz ancak büyük bir farkla! Alanında ilk’lere imza atmış, ‘kadınlar yapamaz’ denilen mesleklerdeki cinsiyetçi kalıpları kırmış, cesur ve azimli kadın kahramanları tanıtacağız size. Onlar, bizlerle bu topraklarda yaşadı, mücadele etti ve başarılar kazandı. Lakin erkek egemen tarih anlayışı çoğunlukla onları yok saydı. Bu kadınları tarihin tozlu sayfalarından çıkarıp, kamuoyunun yeniden dikkatine sunmayı hedefliyoruz. Buyurun tarih yazan kadınların öykülerine…

29 Haziran 2021 - 14:08

İlk kadın sivil polis/ilk kadın okçu: Betül Or

İlkler alanında iki farklı kategoriye adını yazdıran Betül Or (evlendikten sonra Diker soyadını aldı), İsmail Hakkı Or ve Nimet Salahor’un kızı olarak 1918’de dünyaya geldi. Babası İsmail Hakkı Bey, CHP Beyoğlu Kaza Sekreterliği ve Ticaret Borsası fiyat ve istatistik memurluğu gibi görevlerde bulunmuştu. Annesi Nimet Hanım, Kırım Kale Beyleri Salahor ailesinden İsmet Paşa’nın torunu.

Anaokulundan sonra İtalyan Kız Mektebi’ne girdi. İlkokul ve ortaokulu burada okudu. Daha sonra Alman Lisesi’ni kazandı. Liseden mezun olduğunda Almanca, İtalyanca, Fransızca ve Latinceyi akıcı bir şekilde konuşabiliyordu. Aynı zamanda müzik eğitimi de aldı, neredeyse virtüöz seviyesinde piyano ve çello çalabiliyordu. Torunu Ali Halit Diker’in anlattığına göre, kendisi bazen radyodan veya plaktan dinlediği bir klasik müzik eserini sadece bir kez dinledikten sonra piyanonun başına oturur ve birkaç saat içinde baştan sona piyanoda çalmaya başlarmış.

ALMANYA’YA GİDEMEDİ

Betül hanım, Alman Lisesi’nden mezun olduğu sene Almanya’da okumak için burs kazandı. Ancak gidemedi çünkü o dönemde Almanya’da Nazi iktidarı vardı. Zaten bursu kazandıktan kısa bir süre sonra da Almanya İkinci Dünya Savaşı’nı başlattı. Bu nedenle Almanya’da üniversite okuma hayalleri suya düştü.

Ancak Betül hanımın savaş yüzünden suya düşen sadece Almanya’da okuma hayalleri değil aynı zamanda okçu olarak katılmayı planladığı 1940 Olimpiyatları hayali de suya düştü. Zira kendisi eğitimi sırasında bir yandan okçuluğa merak salmıştı. Babasının da kurucuları arasında olduğu Okspor Kulübü’ne kayıt yaptıran ilk kadın sporcu olmuştu. Bu da ona Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kadın okçusu ünvanını kazandırmıştı. 1938’de kadınlarda Türkiye şampiyonu oldu. Atatürk’ün talimatıyla Dolmabahçe Sarayı’na davet edildi ve o çok meşhur pozu sarayın bahçesinde verdi.

İLK KADIN SİVİL POLİS

Betül hanım üniversite ve olimpiyat hayallerini gerçekleştiremedi ama bir başka alanda yine ilk oldu. Babasının polis teşkilatındaki arkadaşları sahip olduğu dil becerisinden dolayı polis teşkilatına girmesi için ricada bulundular. Bunun sebebi ise savaş dönemi İstanbul’da birçok yabancı ajan bulunması ve bu kadar çok dili konuşabilen bir sivil polisin, teşkilat içindeki değerinin yüksek olması. 

Bu görevi yapmayı seve seve kabul eden Betül hanım, (birçok kaynakta ilk kadın polis memuru olarak geçse de) Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kadın sivil polisi oluyor. 10 sene boyunca sivil polislik yaptı. Başından çok tehlikeli olaylar geçse de tabancasını hiç kullanmadı. 

Yaşadığı en ciddi tehlike ise kalbine aldığı bir darbe… Torunu Ali Halit’e anlatıldığı şekliyle; bir Arap grubun gerçekleştirmek istediği bir gizli operasyonu ortaya çıkardığı için kendisine saldırmışlar. Bu darbeden dolayı neredeyse hayatını kaybetme tehlikesi yaşamış, ve uzun süre hastanede yatmış. Hatta babası İsmail Hakkı Or, kızının hayatını kurtardığı için Cumhuriyet gazetesinin 2 Şubat 1947 tarihli sayısına müdahalede bulunan Dr. Hayri Demirtekin için bir teşekkür ilanı vermiş.  

KİMLERİ KORUDU?

Betül hanım, görevi boyunca çok yüksek profilde birçok diplomata özel korumalık yaptı. Mesela bunlardan biri 1939-1944 yılları arasında Türkiye’de Almanya Büyükelçilik görevini yürüten Franz von Pappen ve ailesiydi. Torunu Ali Halit, bu konuda “Aslında bence bu pek de gurur duyulacak bir şey değil çünkü Hitler hükümetinin atadığı bir Nazi kendisi. Ama yine de o dönemde başka şansı da yoktu büyük ihtimalle…” diyor.

Korumalığını yaptığı bir diğer önemli isim de 1958’de Papa olan ve 1934’de Türkiye’deki Katolik Kilisesi’nin başına geçen Angelo Giuseppe Roncalli (Papa ismiyle Pope John XXIII). Roncalli Türklere olan sempatisi ve İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi’lerden kaçan Yahudiler’in Türkiye’ye mülteci olarak yerleşmesine olan yardımlarıyla tanınıyor.

KAPTANLA EVLİLİK

Tüm bunlar arasında Okspor Kulübü’nde, (eşi ve 3 çocuğunun babası olacak olan)   Mümtaz Diker’le tanıştı. Çok aşık oldu. Babası İsmail Hakkı Or’un tüm itirazlarına rağmen, kaderin bir cilvesi mi, aşkın gözleri kör etmesi midir nedir bilinmez seyahat etmekten hiç hoşlanmayan Betül hanım, bir uzun yol kaptanıyla evlendi. O günleri torunu Ali Halit Diker şöyle anlatıyor; “Babaannem, birkaç kez çocuklarla ve dedemle yolculuğa çıkmış ama kendisini deniz tuttuğu için bu seyahatlerden de pek keyif almazmış. Dedemin bazı seferleri o kadar uzun sürerdi ki yola çıktıktan sonra 6-8 ay,  bazen 1 yıl boyunca evden uzak kalırdı. Biraz çapkın da bir adam olduğunu söylerdi babam. Babaannem, neredeyse tek başına üç çocuk (en büyük babam ve iki halam) büyütmüş. Özellikle evlendikten sonra baba evde olmadığı için çok zor zamanlar geçirmiş. Babaannem hem okçuluğu daha sonra da polisliği bıraktıktan sonra kendini çocuklarını yetiştirmeye adadı. İlk çocuğu babam Salih Hasan Diker. Daha sonra ortanca kardeş Gülfam ve en son küçük kız kardeş Sibel doğdu.”

SON ZAMANLARINDA DEPRESYONDAYDI

Ali Halit Diker, babaannesi Betül hanımın son zamanlarına dair şunları söylüyor:

“Babaannem, son yıllarını dedemle birlikte yıllar önce Etiler’de yaptırdıkları evde geçirdi. Dedem yaklaşık 70 yaşına kadar kaptanlık yapmaya devam etti ve çok geç emekli oldu. Babaannem yaşadığı sağlık sorunları nedeniyle son dönemlerde yatalak, hastalık hastası ve depresyonda geçirdi maalesef. Biraz sert bir kadındı ama ayakta durabilmesi için de öyle olması gerekiyordu bence. Çapkın ve evde olmayan bir koca, üç çocuk... Bir de Türkiye'nin özellikle 1930'lu yılların sonlarındaki 2. Dünya Savaşı karmaşasından uzak durmaya çalıştığı zor dönemleri düşününce insan hak veriyor. Ülkenin yaşadığı ekonomik ve toplumsal sorunlar arasında hayatta kalma mücadelesi veren güçlü bir kadındı gerçekten. Bazen çok kızardım kendisine çünkü gerçekten bazen insanlara çok kötü davranırdı. Ölene kadar dedem ona baktı. 24 Aralık 1996’da son nefesini verdi.”

(Bu yazının hazırlanmasında emeği geçen,  torunu Ali Halit Diker’e teşekkürler) 


ARŞİV