Türkiye'nin ilk kadın polis-adliye muhabiri: Vasfiye Özkoçak
Zile Tokat’ta 1923’te doğan Vasfiye Özkoçak, liseyi İstanbul’da İnönü Kız Lisesi’nde okudu. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Gazetecilik Enstitüsü 'nden mezun olan ilk üç kadından biriydi. Meslek hayatına 1952 yılında Cumhuriyet Gazetesi'nde başladı. Milli Eğitim, Üniversite, İşçi, Esnaf, Polis Adliye muhabirlikleri ve istihbarat şefliği yapan Özkoçak, kısa sürede mesleğinde başarı göstererek istihbarat şefi oldu. Özkoçak’a Yazı İşleri Müdürlüğü de teklif edildi. Ancak kendisi kabul etmedi ve gazeteden ayrıldı. 1960 yılında Abdi İpekçi’nin çağrısı üzerine Milliyet gazetesine geçerek adliye muhabirliğinde bir ‘marka’ oldu. “Adliye Koridorları” yazı dizisiyle dikkat çeken Özkoçak, artık Babıali’nin “Vasfiye Ablası” oldu.
(Fotoğraf:Barış Acarlı)
2003’te Burhan Felek Basın Hizmet Ödülü’ne, 2011’de de 21. Türkiye Gazetecilik Başarı Ödülü'ne layık görülen Özkoçak, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Gazeteciler Federasyonu ve Türkiye Gazeteciler Sendikası’nda yöneticilik yaptı. Gazeteciler Sosyal Dayanışma Vakfı başkanlığı görevinde de bulundu. Birçok ödül kazanan Vasfiye Özkoçak (91), 13 Mart 2014’te İstanbul'da öldü. Cenazesi Şakirin Camii'nde kılınan namazın ardından, Karacaahmet Mezarlığı'nda toprağa verildi.
“ERKEK MESLEĞİNDE KADIN MI?”
Gazeteci-akademisyen Sevda Alankuş, Vasfiye ablayla ilgili kaleme aldığı bir yazıda, “İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsü’nden 1952’de üç kadın gazeteci adayı mezun olur, bunlardan sadece Vasfiye Özkoçak gazeteciliğe hemen başlar, daha sonra gazeteciliğe adım atacak olan yakın arkadaşı Necla Tümay (Berkan) mesleği avukatlığa dönerken, üçüncüsü hiç gazetecilik yapmaz. Aynı zamanda İstanbul Üniversitesi’nin coğrafya bölümünden diplomalı olan Vasfiye, öğretmen olarak atanmayı beklerken Enstitü’den hocası Cevat Fehmi Başkurt’un davetiyle Cumhuriyet gazetesinde işe başladığında 29 yaşındadır ve Türkiye’nin ilk mektepli kadın gazetecisi, sonrasında da ilk adliye muhabiri olur” bilgisini veriyor. Alankuş’un yazısından bazı bölümler şöyle:
“Vasfiye Babıali’de çalışmaya başladığında, gazeteci Süleyman Boyoğlu’nun deyişiyle, erkekler gazeteciliği kendi tekellerinde görmekte ve Vasfiye’ye muhabir olarak değil de ‘hanım’ olarak yaklaşmaktadır. Cumhuriyet gazetesinde de durum farklı değildir. Cumhuriyet’teki ilk günlerden itibaren yazı işleri müdürü tarafından ‘babacanca’ kollanıyor olmasına rağmen istihbarat şefi başta, erkek meslektaşları onu meslekten caydırmaya çalışırlar. İlk gönderildiği haber, her defasında kavga çıktığı bilinen ‘hamallar kongresi’ olur. Kongreyi yapanlar kadın gazeteciye hiç alışkın değillerdir, Vasfiye zar zor içeri girer, yine kavga çıkar, o haber çıkarma derdindedir, gazeteye telefon edip foto muhabiri ister, ‘lüzum yok’ derler, zaten haber de beklenmemektedir. Benzer durum birkaç kez daha tekrarlanır. Kendisine tam malumat verilmeden habere gönderilir, haber kaynağı saklanır, haberleri yayınlanmaz. (…) Vasfiye’nin gazeteci olarak kabullenilmesinde bir ‘dezavantajı’ (daha) vardır; güzelliği dillere destandır. Bu yüzden kadın gazetecilerden hep bekledikleri gibi, ‘kısa zamanda koca bulup, çekip gideceğine’ garanti gözüyle bakılmaktadır. Vasfiye’nin de zaten artık öğretmen olarak tayini çıkmıştır, ancak hocası ve genel yayın yönetmeni Cevat Fehmi’nin övücü sözleri, onun üzerine babasının da ‘devam o zaman’ demesiyle mesleğine daha sıkıca tutunur, ancak bunu yaparken de bu erkekler dünyasında ayakta kalabilmek için bir çok hemcinsi gibi kendince yöntemler geliştirir. İşyerinde erkeklerle tokalaşmaz, mesafeli bir dili vardır, nitekim, meslekdaşlarından birisi ‘kendisini öyle bir maskeliyordu ki kadın tarafını görmek mümkün değildi’ demiş, sonra ‘zaten o kadınlığından yararlanan gazetecilerden nefret ederdi’ diye de eklemiştir. Anlaşılan odur ki, kurallarını erkeklerin koyduğu ve yönettiği haber merkezlerinde kadın gazeteciler için ‘kadınlığını saklamak’ veya ‘kullanmak’ dışında bir seçenek bırakılmamıştır. Böylelikle, zaman içinde kurduğu mesafeli ilişki biçimini bir ‘abla’ ya da ‘bacı’nınkine dönüştürürken, kendisini korumanın yolunu, cinselliğinden arınmakta, kadınlığını saklamakta bulacaktır. Nitekim kısa sürede Babıali’deki büyüklü küçüklü herkes onu ‘Vasfiye abla’ olarak anmaya başlayacaktır.
Ancak böyle, kadınlığını ‘kız kardeşliğe’ dönüştürerek -artık her ne kadar olduysa- ‘dokunulmazlık’ kazanıncaya kadar, hatta ondan sonra bile, bütün kadın gazetecilerin öyle ya da böyle başına gelmiş olanlar onun başına da gelir. Yanında pek çok kadın gazetecinin maruz kaldığı üzere açık saçık fıkralar anlatılıp, seksist şakalar yapılır, küfürler edilir. Bunları çoğu zaman duymazlıktan gelirse de, bir defasında o kadar bunalır ki, ‘İnşallah bir gün kitap yazacağım ve bütün yaptıklarınızı yazacağım’ diyerek onları susturur. (Ama bunu hiç yapmaz).”
“Yaşamım, gazetecilik…”
"Bir gün üniversiteden hocam olan Burhan Felek, beni Cumhuriyet gazetesinde iş vermek için çağırdı. Böylece 1952 yılında muhabir olarak çalışmaya başladım. Gazetedeki erkek arkadaşlar önce şaşırdılar. Kendi aralarında, 'Genç bir kızın, erkeklerin arasında ne işi var, gitsin evinde otursun' diye konuşmuşlar. Kimi, nasılsa birkaç gün sonra dayanamaz kaçar, kimi, koca bulmaya gelmiş, yakında bulur gider demişler. Uzun yıllar da böyle düşünmüşler. Onlar öyle düşünseler de, ben işimden evlenmeye hiç vakit bulamadım. Yaşamı, gazetecilik olarak kabul etmiştim.
İlk günlerden birinde, 'Milli Eğitim'in toplantısı var, sen gideceksin' dediler. Verilen adrese gittim. Hep erkek ve eğitimciye benzer kimse yok! Meğer, Milli Eğitim'in değil, hamalların kongresiymiş. Beni içeri almıyorlar. 'Gazeteciyim, Cumhuriyet Gazetesi'nden kongrenizi izlemek için geldim', diyerek kendimi tanıttım. Şaşkın şaşkın bakıp, 'olmaz öyle şey' dediler. 'İşimi yapmam lazım' deyip, içeri girdim. Fakat, salonda kavga var! İri yarı adamlar, birbirine girmişler! Arada kaldım. Zorlukla haberi yazdım, resimler çekildi, işim bitti. Gazeteye, işimin bittiğini geleceğimi söyledim. 'Gelme, sonuna kadar kal' dediler. Akşam gazeteye gittiğimde vücudumun tamamı kıpkırmızı kabarmıştı. Ürtiker olmuştum. Sonradan öğrendim ki, onlar hamallar kongresinde hep kavga olduğunu biliyorlarmış! Beni bilerek, bir an önce kaçırmak için oraya göndermişler.
İlk zamanlarda bu tür olayları çok yaşadım. Korktuğum anlar oldu, ama hiç belli etmedim. Onların isteklerinin yerine gelmesine hiçbir zaman izin vermedim. Ben bunları, beş yıl önce; bir toplantıda, o günlerden bir arkadaşım kürsüde konuşurken, Feyyaz Toker de dahil, 'Ne yaptıysak kaçıramadık' dediklerini öğrendim.
İş ayrımı yoktu. Herkesin yapacağı iş, günlük olarak bir deftere yazılırdı. Herkes deftere bakıp adına yazılmış işi alır, giderdi. Erkek arkadaşlar, 'Kadındı, başaramadı' demesinler diye çok çalışırdım.
Önce, iş yaşamı, polisiye olaylar, politika ve daha sonra da 1955 yılından 1993 yılına kadar adliye muhabiri olarak çalıştım. Ben adalete çok önem veren bir insanım ve adliye muhabirliğini de bu nedene severek yaptım. Adalet insanlığın temelidir. İnsanı insan yapan şeydir adalet. Bir gün Cevat Fehmi Başkut bana dedi ki, 'Sen adliye muhabiri olduktan sonra artık hikâye yazılmıyor, haber yazılıyor'.
Sağcılar beni solcu, solcular sağcı bildiler. Ben gazeteciydim, işimi yaptım. Yanlış bulmuşsam babam olsa, affetmez, yine yazardım."
Vasfiye Abla, benim de gazetecilik hayatıma başladığımda ilk röportaj yaptığım kişilerdendi. Marmara Üniversitesi Haber Ajansı’nda iken, sınıf arkadaşım Elif Üçer ile Özkoçak’ı evinde ziyaret etmiştik. 17 Eylül 2000 tarihindeki bu röportajdan bir anı Üçer’in objektifinden…
KAYNAKÇA: http://www.istanbulkadinmuzesi.org/vasfiye-ozkocak#tn0 , http://dspace.sozlutarih.org.tr/handle/20.500.11834/3807, Bianet