Müsilaj konusu, artık eskisi kadar konuşulmuyor. Marmara Denizi’nin müsilajdan temizlendiği söyleniyor ama uzmanlar yüzeyden temizlendiğini, denizin altında ise hala müsilajın var olduğunu ifade ediyor. Prof. Dr. Mustafa Sarı, TBMM Müsilaj Araştırma Komisyonu’na sunum yapmış ve denizin belli yerlerinde müsilajın askıda kaldığını ve müsilaj büyüdükçe denizin dibine inip canlıların ölümüne sebep olacağını söylemişti.
Konuştuğumuz Hidrobiyolog Levent Artüz, müsilajın temizlenmediğini ve sorunun müsilaj değil deniz kirliliği olduğunu söylüyor. Müsilajın, deniz kirliliğinin bir getirisi olduğunu belirten Artüz “Müsilaj dediğimiz olgunun farklı safhaları var ve müsilaj yapı bu safhalar arası geçişler yapıyor. Güneş battığında yok olmadığı gibi, müsilaj da hep orda. Ancak denizleri üç boyutlu algılama becerimiz olmadığı için yok oldu sanıyoruz. Velev ki yok olsa bile bu olguyu yaratan su kütlesi, aynı kirlilik yükü ile yerinde duruyor. Marmara Denizi tam gaz kirletilmeye devam ediliyor. Uygulamalar aynı, biz farklı sonuçlar bekliyoruz.” diyor.
Müsilajın yapısı itibariyle farklı safhaları olduğunu söyleyen Artüz şöyle anlatıyor: “Haziran ayında kamuoyunu meşgul eden safhaya örtü (blanket) adı veriliyor. Şu an ise süspansiyon, bulut (claud), yalancı taban (false bottom) ve kuşak (ribbon) şeklinde su kütleleri içinde yaygın bir şekilde mevcut. Bunun dışında yumak (flock), kiriş (stringer), örümcek ağı (cob web), kremsi örtü gibi safhaları da mevcut.”
“YETERLİ ÇÖZÜNMÜŞ OKSİJEN YOK”
Müsilaj agregat yapının yok olmasının tek yolu olduğunu söyleyen Artüz, bu yolun müsilajın bakteriyolojik olarak parçalanması olduğunu ifade ediyor. Ancak Artüz, gerekli olan suda çözünmüş oksijenin ortamda yeterli miktarda olmadığını belirtiyor. 2007’de Marmara Denizi’nde çözünmüş oksijen seviyesinin bugüne göre daha fazla olduğunu söyleyen Artüz, buna rağmen müsilajın iki yılda ancak parçalanabildiğini aktarıyor.
Artüz “Şimdi çözünmüş oksijen seviyesi çok daha az. Ne olacağını kestirmek güç. Bakteriyolojik parçalanma sonucu parçalanma ürünleri ve bu kütleyi parçalayacak bakteri biyokütlesinin de ne olacağı ve bu durumun olası kümülatif etkileri de meçhul. Net ölçüm yapabilmemiz için deniz ortamının durulması gerekiyor. Eylül başı gibi MAREM Projesi kapsamında ‘Müsilaj agregatın Marmara Denizi biyoçeşitliliğine etkileri’ başlığı altında bir çalışma başlatıyoruz. Şu aşamada bakıp ‘vah vah’ demek dışında yapacak bir şey yok.” diyor.
1989’dan beri Marmara Denizi’nin durumunun her yıl bir öncekinden daha kötüye gittiğini dile getiren Artüz “Girdiler durdurulmadığı ve Marmara Denizi bir arıtma tesisinin çökertme havuzu olarak kullanılmaya devam edildiği takdirde, durumun daha da kötüye gideceği aşikar. Ne yazıktır ki Marmara Denizi’ni bu hale getiren ve kamuoyunda Derin Deniz Deşarjı olarak bilinen yöntem ile dünyanın en kirli akarsularından biri sayılan Ergene Nehrinin, Marmara Denizi alt akıntısı yardımı ile Karadeniz’e ulaştırılma çabası söz konusudur. Ders almamış olmalıyız ki, Marmara Denizi’ni öldüren sistem ile daha büyük felaketlere temel atmaktayız. Bu uygulama devam ettiği takdirde, çok yakın bir gelecekte aynı sorunlar ilk önce Karadeniz genelinde ve takiben Kuzey Ege Denizi’nden başlamak üzere bizi çeviren farklı karakterlere sahip dört denizde de görülecektir.” diye ifade ediyor.
“GÖZ GÖRE GÖRE GELDİ”
Günümüzde yaşananlar için bilim insanlarının çok önceden uyardığını ve yaşananların göz göre göre gelmiş bir sürecin son halkası olduğunu belirten Artüz, kirliliğin temelde üç fazda ele alındığını aktarıyor. Artüz “İlk fazda; alıcı ortama kirletici unsur deşarj edildiğinde dayanabilen türler kalırlar, dayanamayan türler ya ölürler ya da ortamı terk ederler. İkinci fazda ise; tür çeşitliliğinin azaldığı ortamda, geriye kalan türlerin fert adetlerinde anormal artışlar olur. İkinci fazın etkileri; 1989 senesinden bu yana denizin kıpkırmızı kesilmesi, yemyeşil olması, denizanası istilaları, farklı türlerin azalıp yok olmaları, ekonomik türlere getirilen yasaklar, simge balıklar için yapılan kampanyalar vb. anomaliler şeklinde karşımıza çıkmıştır.” diyor.
Müsilaj oluşumunun mekanizmasının da bu olduğunu söyleyen Artüz şöyle devam ediyor: “Marmara Denizi’nde kirlenmeye bağlı olarak tür çeşitliliği azalmış ve mevcut olan türlerden birisi rekabet şartları değiştiğinden, anormal artışlar göstermiştir. Açık seçik karşımızda olan bu sebepten başkasını aramak, boşa kürek çekmek olacaktır. Üçüncü fazda ise; ortama bırakılan hiç önemsenmeyecek miktarda kirletici bile ortamı biyotik (canlı) ortamdan, abiyotik (cansız) ortama çevirmeye yeterli olmaktadır. Bu da Ergene deşarjıdır.”
ÇÖZÜM: SÜREÇLE YÜZLEŞMEK
Çözüm konusunda ise sorunun müsilaj değil, deniz kirliliği olduğunu aktaran Artüz ilk yapılması gerekenin süreçle yüzleşme olması gerektiğini söylüyor. Artüz “Bugün itibariyle karşılaştığımız bu olgunun her sene tekrarlanan bir doğa olayı olduğu, Marmara Denizi’nin zaten sağlıksız olduğu gibi bahaneler üreterek durumu küçümsemek veya ‘yanan konaktan lazımlık kurtarma’ misali durumun nasıl kurtarılacağı, oluşumun nasıl temizleneceği, biyolojik, fiziksel veya kimyasal yapısını vb. tartışmak yerine, sürecin kendisinin sorgulanması şart hale gelmiştir.” diye aktarıyor.
İBB’DEN MARMARA DENİZİ ZİRVESİ
İBB İstanbul Planlama Ajansı ve Marmara Belediyeler Birliği “Yaşamın Kıyısında Bir Deniz” başlığıyla bir Marmara Denizi Zirvesi düzenledi. 10 - 11 Ağustos tarihleri arasında online bir şekilde gerçekleşen ve İBB TV’de yayınlanan bu etkinlikte Marmara Denizi, her boyutuyla ele alındı. Marmara Denizi’nin ekosistemi, kirlilik durumu, ekonomik boyutu, Kanal İstanbul’un Marmara Denizi’ne etkileri bu zirvenin ana başlıklarıydı. En son oturumda ise Marmara Denizi’nin gelecek senaryoları üzerine konuşulup genel bir değerlendirme yapıldı. Etkinlik kapsamında DenizTemiz Derneği TURMEPA da Müze Gazhane’de “Sualtı Atık Sergisi” gerçekleştirdi. Sergi, 13 Ağustos’a kadar gezilebilir.