Çocuk istismarını önlemeyi hedefleyen Lanzarote Sözleşmesi 10 Eylül 2011’de Resmi Gazete’de yayınlanıp yürürlüğe girmişti. Ancak çoğu kişi Lanzarote Sözleşmesi’nin ne olduğunu bilmiyor.
Tam adı “Çocukların Cinsel Sömürü ve Cinsel İstismara karşı Korunmasına ilişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” olan Lanzarote Sözleşmesi de İstanbul Sözleşmesi gibi hedef gösteriliyor.
Pek bilinmeyen bu sözleşmenin ne olduğunu, istismara uğrayan çocuklara ne gibi koruma sağladığını öğrenmek için Kadıköy merkezli Türkiye Çocuklara Yeniden Özgürlük Vakfı (TÇYÖV) Başkan Yardımcısı Av. Selmin Cansu Demir’in kapısını çaldık.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ GİBİ HEDEFTE
İstanbul Sözleşmesi’ne uzanan ellerin Lanzarote Sözleşmesi’ni de hedef aldığını savunan Demir “Ancak sözleşmenin nesinden rahatsızlık duyulduğunu anlamak mümkün değil. Çünkü 18 yaşın altındaki herkesi çocuk olarak kabul eden sözleşme, çocuğa karşı cinsel şiddetin önlenmesi, çocukların güçlendirilmesi, korunması ve faillerin cezalandırılması için alınması gereken önlemleri içeren bir metin. Çocukları cinsel istismar ve sömürüden korumak amacıyla devletlere düşen yükümlülükler ve en yüksek yasal standartlar açık şekilde sözleşmede tanımlı” dedi.
Avrupa Konseyi’nin hazırladığı bu sözleşmeyi Avrupa Konseyi’ne üye 47 ülkenin imzaladığını, Türkiye ise 2007’de imzaladığını 10 Eylül 2011’de de yürürlüğe girdiğini hatırlatan Demir, “Bu yıllarda, Türkiye’de kimi illerde o bölgenin ileri gelenleri tarafından çocuklara yönelen cinsel istismar davaları gündemimizdeydi. Yine 17 aylık bebeğe tecavüz ve Hüseyin Üzmez davası günlerce kamuoyunda tartışılmıştı. Bu olaylar, cinsel istismarın varlığını hatırlattığı kadar çocukların suça maruz kalmadan önceki önleme politikalarının eksikliğini ve yargılama sırasındaki ikincil mağduriyetlerini de ortaya çıkardı. O dönemde, çözüm, siyasilerce sadece cezaların artırılması üzerinden tartışıldı. Ancak çocukların tekrarlayan ve ikincil mağduriyetlere maruz kalması yeterince karşılık bulamadı. Lanzarote Sözleşmesi ise bu bakış açısının genişletilmesine olanak tanıdı: Alınması gereken önleyici ve koruyucu tedbirleri, mağdurlara yapılacak yardımlar ile faillere uygulanacak müdahale programlarını, maddi ceza hukuku ile birlikte soruşturma, kovuşturma ve usul hukukunda yapılması gerekenleri sıraladı” dedi.
FAİL ÇOĞUNLUKLA TANIDIKLARI KİŞİLER
Lanzarote Sözleşmesi imzalandıktan sonra çocuklar için adli sistemde adımlar atıldığını belirten Demir, 2012 yılında Çocuk İzlem Merkezi Genelgesi’nin yayınlandığını, 2017’de ise Adli Görüşme odalarının hayata geçtiğini aktarıyor. Ancak hala bu merkezlerin tüm çocuklara hizmet verecek şekilde yaygınlaştırılmadığını belirten Demir “Bu merkezler açılmış olsa da uygulayıcıların özellikle de hakim, savcı ve polislerin, cinsel şiddet ve çocuk haklarına ilişkin aldıkları eğitimler çok sınırlı ve sorunun büyük kısmı da buradan kaynaklanıyor. Hala çocuk dostu usullerin uygulanması ve etkili soruşturma yapılmasının önünde engeller bulunuyor, bunlar olmadan da sadece cezaların ağırlaşması suçla mücadelede anlamlı bir fark yaratmıyor” diyor.
Cinsel suç faillerinin “sapık” veya “hasta” olarak tanımlamaktan vazgeçilmesi gerektiğini savunan Demir şöyle konuştu: “İstismarın yüzde 80’inin çocuğun tanıdığı kişiler tarafından gerçekleştiğini sık sık vurgulamakta fayda var. Ailelerin, çocukların, çocukla temas halinde çalışan profesyonellerin eğitimi ile kamuya yönelik farkındalık çalışmalarını kapsayan önleyici tedbirler almak gerekiyor, bu konuda çok geriyiz. Yine çocuklara yönelik bilgilendirici ve destekleyici başvuru mekanizmalarının varlığı bu suçları engellemek açısından önem taşıyor, çocuklar yardıma erişemediklerinde aynı suçun mağduru olmaya devam edebiliyorlar.”
4. YARGI PAKETİ NEDİR?
Kamuoyunda çok fazla eleştiri alan 4. Yargı Paketi kabul edildi. Bu pakete göre, istismar suçu ile yargılanan kişinin tutuklanması için somut delil aranacak. Demir, düzenlemenin kamuoyunda çok tartışma yarattığını ancak anlamını aşan şekilde yorumlandığını aktarıyor.
“BEYAN SOMUT DELİLDİR”
Somut delilin illa kamera kaydı veya biyolojik örnek gibi fiziksel delil demek olmadığını belirten Demir “Mağdur, aynı zamanda o suçun tanığı olduğundan onun beyanı da somut delildir. Dosyada yer alan uzman raporları, çocuk hakkındaki tıbbi değerlendirmeler, ifade analizi, çocuğun olay sonrası içinde bulunduğu duruma tanıklık eden kişilerin beyanları da somut delildir. Önemli olan bu delillerin toplanması ve değer görmesidir. Ne yazık ki çoğu dosyamızda, savcılığın etkili soruşturma yürütmesinde ve olayı ciddiyetle ele almasında eksiklik yaşanır. Özetle, bu maddenin tek başına cinsel istismara cezasızlık getirdiğini söylemek mümkün olmamakla birlikte zaten sorun, yaşanan cinsel suç soruşturmalarında, mağdurların aleyhine olabilecek uygulamaları pekiştiren bir etki yaratabileceği öngörülebilir.”
Tek başına tutuklama, adaletin sağlanması ve çocuğun kendini güvende hissetmesi için yeterli olmadığını aktaran Demir, “Suça maruz kalan çocuklar için koruyucu ve destekleyici tedbirlerin alınması, soruşturmaların titizlikle yürütülmesi, yargılamanın hızlı yapılması, çocuk izlem merkezlerinin ve adli görüşme odalarının aktif kullanılması, çocukların mahremiyetlerinin korunması da sağlanmalı.” diyor.
“PSİKOLOJİK DURUM DA SOMUT DELİLDİR”
Ayrıca Demir, kamuoyunda yaratılan cezasızlık algısının bu suça maruz kalanlar için cesaret kırıcı, failler için de teşvik edici olduğunu hatırlatarak, “Zaten adli sürece girmekte tereddüt eden çocuklar ve aileleri, bu tartışmalar sonrasında kendilerini çok daha yalnız ve güvensiz hissettiler maalesef. Bu nedenle tekrar etmekte fayda var, mağdurun beyanı da içinde bulunduğu psikolojik durum da somut delildir. Savcılık, bu beyanı dikkate alarak gerekli araştırmaları yapmak ve tedbirleri almakla yükümlüdür.”
NE YAPILABİLİR?
Peki çocuk istismarını önlemek için neler yapılabilir? Lanzarote Sözleşmesi’nin bunu adım adım net bir şekilde ortaya koyduğunu aktarıyor ve şöyle açıklıyor: “Örneğin istihdam politikalarına, eğitim ve farkındalık çalışmalarına odaklanacak önleyici tedbirler alınmalı. Ancak bunların sadece kamu tarafından değil çocukların, özel sektörün, medyanın ve sivil toplumun katılımı ile yürütülmesi gerekiyor. Eğitim, sağlık, sosyal hizmetler, kolluk kuvvetleri ve yargı makamları gibi çocuklardan sorumlu farklı birimler arasında ulusal veya yerel düzeyde koordinasyon da sağlanmalı. Ancak tüm bunları yapsanız da çocuklara ve ailelerine, ‘eğer benim başıma böyle bir iş gelirse ve şikayetçi olursam, benim haklarım korunur ve adaletli bir karar verilir’, failde de ‘ben bunun bedelini öderim’ duygusunu yaratamıyorsanız, çocuklara güven veremiyorsanız, suçla mücadele etmek de pek mümkün görünmüyor.”
Fotoğraf: Şehlem Kaçar / csgorselarsiv.org