Kadıköy Belediyesi’nin bu yıl üçüncüsünü düzenlediği ‘Kadıköy Plak Günleri’nin konuklarından biri, 1960-70 ve 80’lerin kadın sanatçılarının plaklarını biriktiren Polonyalı antropolog ve plak koleksiyoneri Kornelia Binicewicz’ti. Polonya’da antropoloji eğitimi alan ama çocukluğundan beri müzikle haşır neşir olan Binicewicz, 2015 yılında Türkiye’nin ve Orta Doğu’nun kadın seslerini aramak için yola düştü. Bu yolculuk, onu ilk önce İstanbul’a sonra da Kadıköy’e sürükledi. 3 yıldır Kadıköy’de yaşayan Binicewicz’in bir de Gülden Karaböcek, Huri Sapan ve Esmeray gibi sanatçıların şarkılarının yer aldığı Ladies on Records adlı bir düzenleme albümü var. “Her sanatçının anlatacak bir hikayesi var ve ben bunu anlamaya çalışıyorum” diyen Kornelia Binicewicz ile kadın sanatçıları, Kadıköy’ü ve müziği konuştuk.
SESLERİN ARDINA TAKILMAK
Müzikle ilgilenmeye nasıl başladınız?
En az 25 yıldır müzikle ilgileniyorum. Ailem de genellikle 60’lı ve 70’li yılların rock müziğini, Polonya’dan, İngiltere’den rock sanatçıları dinlerdi. Small Faces, Jimi Hendrix, The Beatles, Janis Joplin... Bu, çocukluğumdan gelen ilk arka planımdı. Ama ben aynı zamanda bir antropoloğum. Polonya’da antropoloji okudum.Her zaman kültüre ve müziğe , insanlarla müziğin biraraya gelişine, müziğin insanların kim olduğunu anlatabilmesine ilgi duydum.
Plak koleksiyonunuzu oluşturmaya ne zaman karar verdiniz?
Mezun olduktan sonra Polonya’da müzik festivallerinde küratörlük yaptım. 2000’lerin başında da plak toplamaya başladım çünkü bunun, ilgilendiğim müzik türünün - 60’lar ve 70’ler - incelenmesi için en iyi araç olduğunu düşünüyorum. Koleksiyonuma başladım ve gittikçe daha çok araştırıyordum. Bir noktada koleksiyonumun net bir biçimde kadın sanatçılar yönüne gittiğini fark ettim. Bunu kasten yapmadım, sadece içgüdülerimi takip ettim. Koleksiyonumun büyük çoğunluğunu kadın sanatçılar oluşturuyordu. Bu zamana kadar bir sürü şey topladım. Bir yerden sonra farklı bir şey yapmak istedim. 2005 yılında küratörlük ve plak koleksiyonu arasındaki dengeyi değiştirmem gerektiğine karar verdim. Orta Doğu ve Türk müziğine çok ilgiliydim, özellikle 60’lar ve 70’lerin müziğine. Ama Türkiye’den genellikle erkek sanatçıları biliyordum çünkü Avrupa’daki insanlara ulaşan, Türk müziğinin kahramanı olarak sunulan genellikle erkekler oluyor. Fakat bildiğim çok az kadın müzisyen vardı. Tabii ki araştırıyordum, Youtube harika bir kaynaktı ama eğer gerçekten öğrenmek istiyorsanız gitmelisiniz. Böylece ben de Türkiye’ye geldim.
Ne zaman geldiniz?
2015 yılında geldim. Önce sadece bir ay için keşif amaçlı gelmiştim. Bir ayın sonunda Polonya’ya döndüm ama buraya tekrar gelmek istediğime karar verdim. Yüzlerce plakla dönmüştüm ve bu buzdağının görünen kısmıydı, sadece bir başlangıçtı. Kadın şarkıcıları daha detaylı araştırmaya başladım ve şu anki arka planım da buna dayanıyor. Esas araştırmam gereken konunun bu olduğuna karar verdim. Polonya’dayken benim gözümde Türkiye, Avrupa ve Asya bakış açılarının arasındaki bir sınır gibiydi ve gerçekten de öyle. Mesela İstanbul iki kıtanın arasında. Bu nedenle, birçok başka kültüre ve müzik türüne de ilgim olmasına rağmen Türkiye’nin kadın müziğini ve kadın sanatçıların toplumda nasıl konumlandırıldığını araştırmak için iyi bir yer olduğuna karar verdim.
“POP HER ZAMAN EN GÜÇLÜ TÜR”
Türkiye’de en çok ilginizi çeken müzik türü hangisi oldu?
Pop, Türkiye için her zaman en güçlü tür olmuş. Türkiye, her zaman pop müzikle dolup taşıyor. 60’lar ve 70’lerde de Türkiye müzik piyasası çok genişmiş ve plaklara yoğun talep varmış ve bu sayede pop her zaman çok güçlüymüş. Türkiye’nin müziğiyle ilgili sevdiğim şey ise geleneksel olan ile o anda popüler olanın harmanlanması. Pop iyi bir örnek ama benim odağım sadece pop değildi. Ben geleneksel müziğin diğer türlerle nasıl iç içe geçtiğini takip etmeye çalışıyorum. Psychodelic rock türünü seviyorum çünkü çok güçlü bir tür ve birçok etkiyi de içinde barındırıyor. Ama taverna müziğini de gerçekten çok seviyorum, burada 60’lardan ve 70’lerden bu türe değir birçok şey araştırdım. Arabesk türünü seviyorum. Arabeskin tam olarak nasıl bir tür olduğunu anlamam biraz zaman aldı ama sevdim. Halk ve âşık müziğini seviyorum. Tam olarak neyi sevdiğimi söylemek gerçekten zor. Ben ‘iyi’ olan müziği ve müziğin hikayelerle olan bağını seviyorum. Müzik, kültürel hikayeler anlatmak için bir pencere gibi. Her türün, her sanatçının anlatacak bir hikayesi var ve ben bunu anlamaya çalışıyorum.
“Ladies on Records” çalışmanızdan bahsedebilir misiniz?
Türkiye’ye gelmeye karar verdiğimde sadece 3 büyük isim biliyordum: Kamuran Akkor, Ajda Pekkan, Selda Bağcan. Neşe Karaböcek, Ajda Pekkan gibi isimleri duymuştum ama birkaç parçalarını biliyordum ve onlar hakkında şu an bildiklerimi bilmiyordum. Ama başlangıçta diğer üç ismi bilmem benim için iyi oldu çünkü üçü de farklı arka planlardan geliyor. Selda Bağcan Türkiye’de Psychodelic Rock’ın kraliçesi haline gelmiş olabilir ama aslında âşık geleneğinden, klasik bir arka plandan geliyor. Moğollar ile yolu kesişiyor ve onlarla yola devam etmeyi tercih ediyor. Gönül Akkor ile kardeş olduğunu sonradan öğrendiğim Kamuran Akkor, 80’lerde arabesk türüne yaklaşmış olsa da 70’lerde iyi müzisyenlerle çalışmış, sambadan popa kadar çok daha farklı ve çeşitli türler icra eden, geleneksel Türkçe parçaları yeniden yorumlayan bir sanatçı. Onun sayesinde ben de bu türü öğrenmeye başladım. Ajda Pekkan ise bambaşkaydı, genelde Batılılaşmaya çalışarak müzik yapıyordu ve aranjman starıydı. Ben bu arka plan ile araştırmaya başladım ve geldiğimde çok daha fazlası olduğunu gördüm. Taverna müziğinden bahsetmiştim. Bu türde neredeyse kimsenin bilmediği bir sanatçı var: Zerrin Zeren. Kupa Dörtlüsü isimli bir grupla çalışmış, grup harika düzenlemeler yapmış ve Zerrin Zeren çok güzel söylüyordu. Ayrıca İran’dan o döneme ait Googoosh & Ramesh gibi sanatçılara ait bazı şarkıların cover’larını yapıyordu. Maalesef erken bir yaşta trafik kazası nedeniyle vefat etmiş ve neredeyse kimse onu tanımıyor. Daha sonra Semiramis Pekkan’ı buldum ve Ajda Pekkan’ın kardeşi olduğunu öğrendim. O da şarkı söylüyordu ama bırakmıştı. Neden? Kardeşler arasındaki durumları anlamaya başladım. Neşe Karaböcek’i biliyordum ama Gülden... Gülden çok iyiymiş. Gülden’in de Gülcan adlı bir kardeşi var ve o da genç yaşta şarkı söylemeyi bırakmış. Halk müziğini de daha çok araştırmaya başladım. Örneğin Sevda Alpay’dan, Selma İstanbullu’dan kimse söz etmiyordu.
“HİKÂYELERİ ANLATMAK İSTİYORUM”
Neden kadın sanatçıları tercih ettiniz?
Kadın sanatçıların ayak izlerini takip ediyordum ama başarılarının sadece onlara ait olmadığının, aranjörlerle, müzisyenlerle ortak çalışmalar sonucu olduğunun da farkındaydım. O dönem insanların birlikte çalışıp çok iyi işler çıkardığı bir dönemdi ama birçok şey unutulmuş. Mesela Zafer Dilek, Sevda Alpay ile çalışmış. Ladies of Records da aslında bununla ilgili; insanlara bazı şeyleri hatırlatmak. Sadece müzikal anlamda değil insanlara bu hikayeleri de hatırlatmakla ilgili. Herkesin hem bireysel hem toplu hikayeleri var, bu insanların temsil ettiği kişilerin hikayeleri var. Bunları anlatmayı da hedefliyor.
Buraya geldiğimde müzik toplamaya başladım. Benim karakterim böyle, bir şeyi öğreniyorum ve bunu paylaşmak, öğretmek istiyorum. Plaklardan canlı kaydedilmiş karışık kasetler yapmaya başladım. Polonya’dayken de DJ’lik yapıyordum ama buraya geldiğimde daha çok Türk kadın sanatçıları çalmaya başladım. Ladies on Records’un konsepti de bu şekilde, bildiğini aktarmak üzerine kurulu.
Sizin için önemli olan ya da daha fazla ön plana çıkan sanatçı var mı?
Buraya geldiğimde yaptığım en önemli keşiflerden biri Esmeray oldu. Bunu daha önce bazı röportajlarda da söyledim; Esmeray’dan bahsettiğimde insanlardan ‘Esmeray sadece bir pop şarkıcısı, onda ne görüyorsun?’ gibi tepkiler alıyorum. Bazı insanlar ise adını hiç duymamış. Ama aslında teklilerini detaylı incelediğinizde büyük sanatçılarla, harika aranjörlerle çalıştığını görebilirsiniz. Ayrıca onun kendi hikayesi, sesi ve kültürü her şeyi değiştiriyor, özgün bir hal alıyor. Örneğin ‘13,5’ adlı bir parçasını buldum ve bu oldukça derin ve güzel bir parça. Dün Bugün Yarın Orkestrası ile kaydedilmiş, bu orkestra bence her tür müziği çok iyi çalabilecek müzisyenlerden oluşuyor. Esmeray’ın sesi de parçayı başka bir yere taşıyor. Parça siyahi ve Arap bir kız olmanın ne kadar zor olduğunu anlatıyor. Esmeray’a ilk hayran kaldığım dönemde Abu Dabi’de ulusal bir dergi için bir makale yazmıştım. Hikayesini, nereden geldiğini anlattım, Fas’tan geldiğini ve Afro-Türk olduğunu yazdım. Bu metni yazdıktan sonra çok fazla insan bana neden Esmeray’ın siyah olduğunu iddia ettiğimi sordu. ‘O siyahi değil Türk’ gibi şeyler söylediler. Bu insanlar için yeniydi çünkü daha önce bu soruları sormamışlardı. Fakat ben dışarıdan olduğum için farklı bir yerden bakıyordum ve o benim için sadece bir pop şarkıcısı değildi. Onun sesini buldum, çok ilgimi çekti ve daha sonra onun Afro-Türk olduğunu öğrendim.
“KADIKÖY BENİM MEKÂNIM”
Yaşamak için neden Kadıköy’ü seçtiniz?
Birkaç nedeni var; biri burada bir sürü plak mağazası olması. Polonya’dayken arkadaşlarıma ‘Nerede yaşamalıyım?’ diye soruyordum. Herkes Kadıköy’ün plak koleksiyoncuları için iyi bir yer olduğunu, orada iyi mağazaların ve açık fikirli, iyi insanların olduğunu söylüyordu. Bir diğer nedeni ise burada arkadaşlarımın olması ve onların da burada yaşamamı önermesiydi. Burayı çok seviyorum. (gülüyor)
En sevdiğiniz plak dükkanları hangileri?
Dip Sahaf benim gelip saatlerce araştırma yaptığım ilk yer. Çok sevdiğim bir dükkan çünkü oldukça sade bir yer ve size gerçekten bir şey araştırdığınızı hissettiriyor. Bazı plaklar gösteriliyor olabilir ama aslında birçok gizli plak var ve bu araştırma sizin kendi yolculuğunuz. Oturup saatlerce daha önce dinlemediğim şeyleri dinlediğim oldu. Kadıköy’de iki farklı çeşit plak dükkanı var ve her biri benim için farklı yönlerden önemli. Dip Sahaf gerçek araştırmacılara göre bir yer. Can Plak da çok sevdiğim, çok düzenli ve geniş arşivi olan bir mağaza. İstediğimin ne olduğunu bildiğimde oraya gidiyorum ve buluyorum. Exit Music de küçük ve oldukça yardımsever bir sahibi olan sevdiğim bir dükkan. Rainbow ve Vintage Records da hoşuma giden yerlerden. Her mağazanın ayrı bir özelliği var, ne istediğinize göre nereye gideceğinizi seçebilirsiniz.
Aradığınız her şeyi Kadıköy’de veya İstanbul’da bulabiliyor musunuz?
Tabii ki bulamadıklarım oluyor. Bazen aradığım bir plağı geçerken görüyorum veya bir arkadaşım görüp bana haber veriyor ama aradan biraz zaman geçip mağazaya girdiğimde plak gitmiş oluyor. Mesela Gülden Karaböcek’in Dostum adlı plağını bazen bir yerde görüyorum, sonra ortadan kayboluyor, geç kalıyorum. Deniz Erkanat da bunlardan biri. 45’lik yani teklileri çok fazla topluyorum ve var olduğunu bildiğim parçalar oluyor ama plaklarını bulamıyorum. Ben genelde herkesin aradığı şeyleri aramıyorum. Ben, kendime has bir bağım olan plakları arıyorum. Çoğu insanın belki hiç ilgilenmeyeceği bazı plaklarım var ama bana çok şey ifade ediyorlar çünkü insanlar keşfetmemiş olabiliyor veya benim duyduğum şekilde duymuyorlar ama benim için önemliler. Ben Türk değilim, dışarıdan geldim ve farklı bir kulağım var ve insanlar için önemli olmayacak şeyleri önemseyebiliyorum. Hala bulmak istediğim bazı plaklar var ve buraya geldiğimden beri neredeyse her hafta mağazalara uğrayıp yeni gelen bir şey var mı diye bakıyorum. Bazen bazı plaklar çok pahalı oluyor, ben de daha ucuzunu bulana kadar bekliyorum.
Bu yılki Plak Günleri’ne de katıldınız ve DJ’lik yaptınız, sizin için nasıl bir deneyimdi, neler hissettiniz?
Bu etkinliğe ikinci kez katıldım ve bu sefer sahne aldım, benim için çok hoş bir etkinlikti. Buraya geldiğimden beri plak konusuna ilgisi olan insanlarla arkadaşım. Hep mağazalara gelip bir şeyler araştırıyorum ve Plak Günleri’ne gittiğimde de aynı şeyi yaptım. Bu yıl Kadıköy Belediyesi beni sahneye çıkmak üzere davet etti ve ben seve seve yapacağımı söyledim çünkü Kadıköy benim mekanım.
Kadıköy’deki ve İstanbul’daki sokak müziğini nasıl yorumluyorsunuz?
Sokak müzisyenlerini çok seviyorum. Kadıköy’de daha az var ama İstiklal’e gittiğinizde dinlerken kendinizi kaybedebilirsiniz. Kadıköy’de de daha fazla sokak müzisyeni olması gerektiğini düşünüyorum. Âşık müziğinin yaşamasını çok istiyorum çünkü Türkiye’de müzikle ilgili en güzel şey olabilir. Çok derin ve insanların hikayelerini anlatan bir tür, bir milletin günlüğü gibi. Ayrıca Kadıköy, alternatif türde müzik üreten sanatçı ve bestecilerin merkezi gibi ve bu güzel bir şey. Müziğin burada iyi durumda olduğunu düşünüyorum. Keşke geleneksel müzik ile güncel arasında daha güçlü bir bağ olsa diyorum ama sanırım insanlar eskiye dönüp bakmaktan kaçınıyor.
Ladies on Records albümünü dinlemek isteyenler için: https://soundcloud.com/kornelia-binicewicz