Basketbol denince akla gelen ilk isimlerden biri olan Kaan Kural, bir yandan basketbol spikerliğine ve yorumculuğuna devam ediyor, bir taraftan da Kadıköy’de açtığı ve e-spor oyunlarının oynandığı kafesinde zaman geçiriyor. Yaşamını da Kadıköy’de sürdüren Kaan Kural ile Goblin Kafe’de buluştuk, basketbol, e-spor ve spor medyası üzerine söyleştik. Kural, “Güya Celtics’liyim ama Celtics kötü oynadığı zaman rakip kazansın istiyorum.” diyor.
E-SPOR SPOR MUDUR?
Her zamanki işler. Tivibu’da Türkiye Basketbol Ligi’ni anlatıyorum, Riot Games’de Leagure of Legends anlatıyorum, dükkân devam ediyor, bir taraftan Socrates derginin Youtube kanalına program çekiyorum. Esport’ta NBA anlatıyorum, spikerlik yapmaya devam ediyorum.
Burası benim için hobi alanı gibi. Bizim için bir hayal gibiydi aslında. İstediğimiz türde bir mekan pek bulamıyorduk, kendimiz yapalım dedik. Burayı ekonomik gelir modeli olarak değil keyif aldığımız bir yer olarak düzenledik, gayet de verimli geçiyor.
Şöyle düşünmek lazım, mesela satranç da spor kabul ediliyor. İşin içinde bireysel veya takımsal rekabet varsa bu spor oluyor. Ama sporu yıllarca olimpiyat çok fazla domine etmiş. Olimpik ideale bakarsak, “Citius, Altius, Fortius” yani daha hızlı, daha yükseğe, daha güçlü. Bu sporu beden eğitimine, fiziksel aktiviteye kısıtlayan bir şey.
E-spor, spor için gerekli olan pek çok şeyi de içinde barındırıyor aslında. Mesela okçuluk da spor, okçuluktan çok farklı değil. Orada da çok fazla odaklanma ve çalışma gerekiyor. Ama bu tartışma bir mertebe edinmek gibi, bir diploma almak gibi bir şey değil ki. O yüzden ben bu tartışmanın böyle bir çizgiye çekilmesini doğru bulmuyorum. Çok fazla izleyicisi var, rekabet var...
“YAŞ İLERLEDİKÇE PERFORMANS DÜŞER”
Burada daha fazla, daha erken düşüyorlar. Mesela bundan 10 sene öncesinde teniste de 30-32 yaş bitiş kabul ediliyordu şimdi 35 yaşlarında Nadallar, Federerler canavar gibi. O yüzden işler değişiyor biraz ama e-sporda da genelde 22-23’ten sonra emekli olunur deniliyordu. Fakat şimdi 26-27 yaşında çok iyi oyuncular da var. E-sporun sorunu şu; geleneksel sporlardan çok daha fazla antrenman ve çok daha fazla odaklanma gerektiriyor. Örneğin bir futbolcu 2 hafta tatile gitsin, dönsün, bir haftada tekrar formda olur. E-sporda iki hafta oynamayınca bir ay geriye gidiyorsunuz. Çünkü inanılmaz hızlı bir reaksiyon ve odaklanma isteyen bir iş. O alışkanlığı ve keskinliği sağlayıp hep o seviyede kalmak gerekiyor. Bu da doğal olarak oyuncuların zihinsel olarak çok daha çabuk yıpranmasına yol açıyor. O yüzden 24-25’in üstünde pek görmüyoruz e-sporcu, en azından şimdilik.
Tabii ki gerekiyor. 16 yaşın altında olursanız uluslararası müsabakalara katılamıyorsunuz. Yetişkin olmak gerekiyor. Ama bir üst sınır yok.
Nasıl ki Lebron James, Messi kendi alanlarında yetenekliler, bu alanda da çok yetenekli oyuncular var, Türkiye’den de var. Türkiye’deki liglerde de çok değerli oyuncular var. Türkiye’nin en iyisi olup Avrupa’ya kapıyı açmış, Kuzey Amerika liginde dünyanın en ünlü takımlarından biri olan TSM’nin kadrosuna giren Sergen Çelik var mesela. NBA 2K oynayan Alper Biçen’e teklif geldi Los Angeles Lakers’dan.
KASETTEN İZLENEN NBA MAÇLARI
12 yaşında Robert Koleji’ne girdim, yatılı okuyordum. Amerikan okulu olduğu için her yer basketbol, seyredebileceğimiz NBA kasetleri var. Bir Hint okulunda okusam belki kriket merakım olacaktı. Amerikan futboluna da ilgim vardı ama basketbol daha global olduğu için basket oynardım. Güya Celticsliyim ama Celtics kötü oynadığı zaman rakip kazansın istiyorum.
‘84 Koraç Kupası finalini hatırlıyorum, o zamanlar renkli televizyon yoktu ama dayım Almanya’dan getirmişti, Koraç Kupası denk gelmişti ve renkli yayınlanmıştı, çok ilgimi çekmişti. Ama o zamanlar basketbolla alakam yoktu, çocuktum zaten. İlk bilinçli seyrettiğim ‘85 Eylül’ünde, o sene haziranda oynanan NBA finallerini video kasetten seyretmiştim. Robert Kolej’de hazırlık sınıfındaydım. İlk berrak hatırladığım o, 85 NBA finalleri.
Bunun kısmen doğru bir tarafı var. Bu tamamen sosyo-ekonomik bir ayrım değil aslında. Sokağa çık, iki tane taş bul, yere koy, futbol oynarsın. Basketbol için düz bir zemin, belli bir yere konulmuş pota, top, her şey lazım. Örneğin İzmir’de Karşıyaka’da, burada da Caddebostan’da, özel okullarda ya da bazı devlet okullarındaki salonlarda oynanıyordu. Ama bunun tam tersi de ABD için geçerli, orada varoşlarda basketbol oynanıyor, daha “beyaz Amerikalılar”, Ku Klux Klan’cılar futbol oynuyorlar. O tamamen organizasyonla ve eldeki imkanlarla alakalı.
O biraz Fenerbahçe’nin başarısıyla paralel. Orada esas büyük motivasyon o başarı. Oyunun heyecanı da bir etken ama mesela son yıllarda basketbola ilgi gösterenlerin çoğu Fenerbahçe’nin başarısıyla geliyor. Fenerbahçe aynı başarıyı gösteremezse onların basketbola olan ilgisi mutlaka azalır.
Özellikle son 5 senede Obradovic döneminde Fenerbahçe, Avrupa’nın en büyük basketbol takımlarından biri oldu. Kritik mesele budur. Real Madrid her sene Şampiyonlar Ligi’ni kazanmıyor, Bayern Münich her sene kazanmıyor, ama onların Real Madrid ve Bayern Münich olmasının bir sebebi var. Fenerbahçe o lige girdi. En büyük başarı budur. Ama Fenerbahçe bu değişimi yaşamadan önce 2000-2015 arası kulüpler düzeyine Efes, Ülker bir şeyleri zorladı ama oralara gelemedi, görece başarısızdık. 2001-2010 arası en harika basketbol milli takımına sahip olmamıza rağmen o arada, 2001’de birinci ve 2002’de ikinci olan takım hep beklentilerin altında kaldı.
Türkiye’de organizasyon ve mali anlamda sıkıntılar var. NBA’de 450 tane oyuncu oynuyor, dünyanın en iyi 450 oyuncusu. Bunun zaten 350 tanesi Amerikalı. 100 tane yabancı oynuyor, sen oraya bir tane oyuncu bile soksan bu büyük bir başarı. Bizim 10 yıldır en az 2-3 oyuncumuz sürekli orada. Daha ne olsun?
Ben bunun ilk safhasını gazetelerde yaşamıştım. İlk işim Yeni Yüzyıl gazetesi ve Fast Break dergisi. Web siteleri kurulmaya başladığında yavaş yavaş gazetenin ve dergilerin etkisi azalıp portallara yönelim başlamıştı. Sonra zaman içinde akıllı telefonlar da gelince medyanın diğer kolları da kullanılmaya başlandı. Radyolar podcast’e dönüşüyor, televiyonlar Youtube’a dönüşüyor. Bunların her aşamasını gördüm. Bu değişim hem kaçınılmaz hem de gerekli. Türkiye’deki anaakım medyanın sıkıştığı bir alan var. Onun beklentileri, onun finansal zorlukları aynı zamanda belli kalıplar getiriyor. Bugün bir cep telefonunuz olduğu anda kendi medyanızı oluşturabiliyorsunuz. Periscope’tan yayın yap, Instagram’dan yayın yap... Yeterli izleyiciye ulaşırsanız otomatik olarak medya olabiliyorsunuz. Ama değişim her zaman zordur. Anaakım yıllar içinde belli ekonomik yapılar, belli güvenilirlikler kazanmış. Aynı güvenilirliği kazanmak çok zor. Sosyal medya çok kirli bir alan bir taraftan. O kadar organize değil. Ama bu bir değişim süreci. Bundan 10 yıl sonra göreceğiz ki anaakım medyanın belli bölümleri kalacak, onun dışında hepsi onu besleyen yan kollar gibi olacak.
2010’da geldim Kadıköy’e, daha önce karşıda Tarabya’daydım. Özellikle evlendikten ve çocuk olduktan sonra Kadıköy yaşamak için daha uygun bir yer. Kafem de burada, Kadıköy’e geldiğim zaman genelde kafemde takılmayı tercih ediyorum. Kadıköy her zaman güzel bir yerdi, içine girince daha da güzel olduğunu gördüm.