“Cins ve mezhep ayırt etmeksizin kadınlık hukuk ve menfaatini müdafaa eden resimli gazetedir.”
Bu yazı, 4 Nisan 1913 yılında Balkan Savaşı’nın ardından yayın hayatına başlayan Kadınlar Dünyası dergisinin kapağında yer alıyordu. Ulviye Mevlan’ın kurucusu olduğu bu dergide Osmanlı kadınlarının yaşadığı eşitsizlikler gün yüzüne çıkarılıyor ve kadının konumunu iyileştirmek için çalışılıyordu.
Kadınlar Dünyası dergisine dair en kapsamlı kaynak, Metis Yayınları'ndan çıkan Serpil Çakır’ın yazmış olduğu Osmanlı Kadın Hareketi kitabı. Kitabında kadınların dergiye yolladıkları yazıların izini süren Çakır, hem Kadınlar Dünyası dergisini anlatıyor hem de o dönemde kadınların yaşadıkları sorunlara ışık tutuyor. Gazete Kadıköy olarak biz de Çakır’ın kitabından faydalanarak Kadıköy’de yaşayan kadınların dergiye yazmış olduğu yazıları derleyip o dönemi ve dergiyi anlatmaya çalıştık.
Kadınlar Dünyası dergisi, Osmanlı’nın tek feminist derneği olan Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti’nin (Osmanlı Kadınının Hukukunu Savunma Derneği) yayın organı idi. Derneğe girmekteki koşulun kadınlık hakkının yükseltilmesi ve müdafaası için çalışmak olduğunu belirten Çakır “Kadınlar Dünyası dergisiyle dernek kendini kamuoyuna duyurarak harekete destek veren kadınların sözcülüğünü üstlenmişti. Bilinçlendirme ve yol gösterme işlevleriyle Osmanlı kadınına yeni bir rol kazandırmaya çalıştığı gibi, kadınların harekete geçmesini de sağlamıştı.” diyor.
YABANCI BASINDAN DESTEK
Çakır, derginin tamamıyla kadınlara ait olan; Osmanlı kadınının sesini dile getiren ilk yayın olduğunu ifade ediyor. Çünkü derginin sahibi, yazar kadrosu, dergiyi basan mürettipler ve dergiye yazı gönderenler de dahil herkes kadındı. Dergi, bir ilke olarak yalnızca kadınların yazılarına yer veriyor, kadınların dertlerini kadınların ağzından veriyordu. Dergi ayrıca birçok ilke de imza atmıştı. Türk bir kadının fotoğrafını ilk kez yayınlayan dergi, ayrıca ilk kez müslüman bir kadının uçağa binmesini de dernek yoluyla sağlamıştı. Ve bu iki ilki yaşayan kadın Belkıs Şevket’ti. Derneğin çabalarıyla Osmanlı-Türk kadınlarının ilk kez bir kamu kuruluşuna yani Osmanlı Dersaadet Telefon Anonim Şirketi’ne kabul edildiğini yazan Çakır, bu kadınlar arasında ileride sinema ve tiyatro oyuncusu olacak Bedia Muvahhit’in de olduğunu belirtiyor.
Dergi, diğer yayınlanan dergilerden farklı olarak feminist bir çizgiden ilerliyor ve yalnızca bürokratlara değil, Osmanlı’nın tüm kesimlerine hitap etmeye çalışıyordu. 1913’te Haydarpaşa’dan Halise Hanım derginin yayın hayatına katılmasını şu mektupla kutluyordu: “Cemiyet-i beşeriyede (insan topluluğunda) mevkimizi temin edecek, bize bir siyaset-i medeniye bahşeyleyecek bir müessesenin icra-i faaliyete başlamasından büyük memnuniyet duyarım”.
Dergiye çokça mektup geldiğini aktaran Çakır, bu sebeple dergide “evrak-ı varide” (gelen evraklar) köşesi hazırlandığını belirtiyor. Yabancı basının dergiye epey alaka gösterdiğini yazan Çakır, yerel basının ise hiç ilgi göstermediğini ifade ediyor. 24 Ağustos 1913’te Kadıköy’den bu konuda mektup gönderen Atiye Şükran şöyle yazıyor: “Birkaç aydır kadın dünyamız, yüzlerimizi güldürdü. İçimizdeki acılarımızı döktürdü. Bağırdık, avazımız çıktığı kadar bağırdık. Mamafih sesimiz pek de yükselmiyordu: Erkeklerimiz ufacık gazetemize velev cüz-i olsun bir göz gezdirmek tenezzülünde bulunmuyordu. Bizim muhakkak sözlerimiz buradan ziyade muhite tesir etti. Mısır’dan, Garb’den, gazetemiz şuradan buradan tebriklerle, alkışlarla mukabeleye mazhar oldu. Hevesimiz arttı. İbtidada (başlangıçta) bu bir teşebbüs idi. Bir teşebbüs-ü şahsi idi. Tabii bu teşebbüs kadının zade-i fikri idi.”
KADINLARDAN HÜRRİYET TALEBİ
Kadınlar yolladıkları yazılarda kendi sıkıntılarını anlatıyor, iç döküyorlardı. 21 Mayıs 1913’te “Derdlerimiz” başlıklı yazısında Kadıköylü Fatma Zerrin şöyle yazıyor: “Türk erkeklerinin felsefesince kadınlar dünyaya erkeklerin rahatını temin için gelmiştir...Bu memlekette kadınlığın hayat hakkı yoktur. Kadınlar, erkekler için yaşarlar, hürriyetleri yoktur. Erkeklerin esiridirler.” 26 Nisan 1913 tarihli mektubunda Erenköy’den Feriha İclal ise “Erkeğin elinde oyuncak olmaktan kurtulup da insanlığa karşı mükellef olduğumuz zaman saadete ereceğiz.” diyor.
Erenköy’den Aziz Haydar 1913’te yayınlanan yazısında kadınlar kadar erkeklerin de bu düzenden etkileneceğini dile getiriyor ve şöyle söylüyor: “Bizi boğan erkekler bunu iyi bilmelidirler ki, bizimle beraber onlar da fena mahkum olurlar ve mahkumdurlar. Allah insana iki kol verdi. İkisi müştereken çalışıp vücudu beslerler, kadınla erkek de cemiyet-i beşeriyyenin iki koludur. Eğer müştereken çalışırsa kazanırlar. Biri atıl kalırsa sefalete mahkum olurlar.” Aziz Haydar’ın aynı zamanda Erenköy Kız Lisesi’nin ilk ve orta kısımlarını kendi imkanlarıyla kurduğunu belirten Çakır, Haydar’ın ilk girişiminin Sultanahmet’te açtığı annelere yönelik “Ana” okulu olduğunu ancak yangın çıkması sonucu kapandığını ifade ediyor.
Kadınlar özgürlüklerini kısıtlayan birçok konuya karşı eleştirel yazılar kaleme alıyorlardı. Bu konulardan biri de görücü usulü evlilikti. 1914’te Fatma Zerrin şu mektubunda görücü usulü evliliği şöyle eleştirir: “Ne garib, garib değil hazin, hazin değil, ne elim adat-ı içtimaiyyemizdendir ki (toplum örf ve adetleri) birbirlerini hiçbir zaman görmedikleri, anlamadıkları halde günün birinde iki genç, yabancı ellerin delaletiyle nikahlanmış bulunurlar. Sonra da bu nikahta keramet varmış… Bu kadar milyon nüfus içinde kaç evde saadet-i ictimaiyye vardır, olamaz. Çünkü asırlardan beri kökleşmiş o meş’um (uğursuz) adetlerimizi bir türlü kırmayız, korkarız!”
KADIKÖY’DEN HABERLER
Seneler geçtikçe kadınlar mücadelelerin karşılığını alıyor ve toplumsal yaşama dahil oluyorlardı. Dergideki ilan ve yazılarda kadının toplumsal yaşama büyük bir hızla katıldığı, eğlence dünyasına girdiği, sinema,tiyatro ve gazinolara gittiğinin görüldüğünü ifade eden Çakır, Kadıköy’deki Kuşdili Gazinosu’nun 9 Nisan 1921 tarihli ilanında kanto ve ince saz programı için kadınların çay bahçesine çağrıldığını belirtiyor. Hatta Kadınlar Dünyası’nın 26 Mart 1921 tarihli sayısında “Kadıköy Musiki Cemiyeti, Apollon Tiyatrosu’nda iki konser verdi” haberi yayınlanıyor.
Kadınlar haklarını talep etmeye, yaşadıkları sorunları dile getirmeye devam ederken toplumda çokça eleştiriye de maruz kalıyorlar. Aziz Haydar’ın 1921 yılında yazdığı yazının şu kısmı durumu özetler nitelikte: “Bir kere bir yerde münevver gençten işitmiştim. ‘Daha ne istiyorsunuz! İşte sizi devair-i resmiyyede (resmi dairelerde) ve müesseselerde mevki ve memuriyet sahibi ediyoruz. Sanatlar öğretiyoruz, tiyatro ve sinemalara gidiyorsunuz… Bu az şey midir?’ demişti. Dikkat buyuruluyor mu? ‘Ediyoruz, yapıyoruz’ kelimeleri biraz ağırca değil mi? Hani “size bu kadar lütuf ettik, fazlasını istemesenize’ demek gibi bir şey. Kendisine sormuştum: ‘Bunları siz mi verdiniz yoksa bunlar bizim hakkımız mıydı? Eğer biz devair-i resmiyyede bir mevki sahibi olabilir isek o halde bu bizim kendi kazandığımız haktır. Çünkü işi erbabına havale ederler. Müessesat-ı sınaiyye ve ticariyyede (sanayi ve ticaret kurumlarında) de öyle değil mi? Demek bir kadın da çalışırsa iyi bir memur veya amir; iyi bir tacir veyahut sanatkar olabilirmiş. Öyle ise bu hak verilmiş değil, alınmıştır. Hak sadaka yahut ihsan olamaz ki.”
Eğitimden kadının çalışma yaşamına, giyiminden toplumsal yaşamına kadar birçok konuda yazılar yayınlayan dergi üç kez ara verse de 1921 yılına kadar yayınlanmaya devam ediyor. Kitabın sonuç bölümünde Çakır “Örnekleriyle gösterildiği üzere, hak ve özgürlük taleplerinin gündeme getirilmesi, bunların kamuoyunda tartışılarak uygulamaya geçirilmesi açısından Osmanlı toplumunda dergileriyle, dernekleriyle hayli zengin bir kadın hareketi yaşanmıştır.” diyor.